Semenderi Öğrenmek
Semender? Mendili ağzından çekip bir şeyler geveliyor, anlamıyorum. Sanırım özür diliyor. Kafamı geri sedyeye koyuyorum. Boğazım acıyor. Yangın sanki ağzımın içinde çıkmış. Üflesem alevler herkesi kül edecek sanki. Semender başı önde odadan kaçıyor. Nereye kaçıyor, aklımdaki dizelere; “Değil mi ki albatrosu Baudelaire’den Yves Bonnefoy’dan semenderi öğrendim”
Çalar saatin tepesine vurup duruyorum. Ne var ki kulağımın dibinde yüzlerce soprano bir araya gelmiş gibi tiz bir çığlık odanın içini kaplıyor. Uyumak istiyorum. Saati nihayet duvara fırlatıyorum. Ne çare. Odanın kapısını hasım belleyerek kırarcasına çalan her kimse suçun saatte olmadığını fark etmemi sağlıyor. Yangın Alarmı. Üçüncü sınıf bir operet. Kapıyı açıyorum, yüzünün yarısı yanmış bir adam dehşet içinde bana bakıyor. Az önce yanmış ve buna rağmen beni de uyarma ihtiyacı içinde kapıma gelmiş. Bu rüyadan güvenli bir çıkış var mı diye etrafıma bakınırken, yüzü yanık adam kolumdan tutup beni koridora itiyor. Koridorda ikimiz ve çılgın bir gürültü, rüyanın tabiri en zor bölümüne geçiyoruz. Köşede duran yangın söndürme tüpünü alıyor ve delirmiş gibi etrafta meçhul alevleri arıyor. Birden tüpün ağzından sarı dumanlar çıkmaya başlıyor. Duman önce bütün koridoru kaplıyor ve sonra üzerimize sarı ve ince bir toz olarak yağıyor. Nefes almakta güçlük çekiyorum. Artık uyanmam lazım. Gözlerim kararıyor, belki de sararıyor.
Tütün kolonyası. Keskin. Birden uyanıyorum. Eğer hemen anlatmazsam bu rüyayı sanki bir daha asla gerçek dünyaya dönemeyeceğim. Fakat bir tuhaflık var. Yatağımda değilim. Plastik bir sedye üzerindeyim. Başımda birtakım insanlar. Anlamaya çalışıyorum. Yüzlere bakıyorum. Hepsi tanıdık. Ne var ki aradığım başka bir yüz. Ve nihayet buluyorum. Yüzünün yarısı yanmış. Ağzının üstünde bir mendil tutuyor. Diğerlerinden biri konuşmaya başlıyor;
“Semender biraz paniklemiş, yangın alarmına basmış birisi. Sorun yok, iyisin.”
Semender? Mendili ağzından çekip bir şeyler geveliyor, anlamıyorum. Sanırım özür diliyor. Kafamı geri sedyeye koyuyorum. Boğazım acıyor. Yangın sanki ağzımın içinde çıkmış. Üflesem alevler herkesi kül edecek sanki. Semender başı önde odadan kaçıyor. Nereye kaçıyor, aklımdaki dizelere;
“Değil mi ki albatrosu Baudelaire’den
Yves Bonnefoy’dan semenderi öğrendim”
Mustafa İnan Kütüphanesi’nde semenderi öğrenmek için raflar arasında Bonnefoy aramamın üzerinden çok zaman geçmemişti. “Semenderin Yeri” şiirini bulup okuduğum zaman İsmet Özel ile ortak bir anı paylaştığımı hissetmiştim. Ne muazzam bir his. “Saf olan her şeyi suç ortağı” olarak gören Bonnefoy, yanılsamalar, kapılar ve işaretler arasında bir kış geçirmişti benimle. Ve şimdi karşıma bir semender daha çıkmıştı.
Akşama doğru kendimi daha iyi hissetmeye başlıyorum. Odama çıkmadan Semender’in 304 no’lu odasının kapısını çalıyorum. Kapıyı açıp buyur ediyor. İlk bakışta obsesif bir düzen olduğunu fark ediyorum odada. İçinde kimse yaşamıyormuş gibi. Simetri yaşamaya dair bütün izleri silmiş sanki. Bir sandalyenin kenarına ilişiyorum. Konuşursak sanki bir felaketi geri çağıracağız. Masasının neredeyse tamamını kapsayan büyük bir akvaryum görüyorum. Ne var ki içinde su yok. Hayretim simetrik olarak yüzüne yansıyor. Elini akvaryumun camında gezdirip bir yerde duruyor. Küçük bir semender akvaryum bitkisinin ortasında taş gibi hareketsiz duruyor. Böylece Cemil’in adının Semender’e dönüşmesi anlam kazanıyor. Yanan bir evden çıkarmışlar çocukken. Yüzünün sağ tarafını o evde bırakmış. Ateşin yakamadığına inanılan bir hayvan besliyor. Akvaryumun içerisindeki bu hareketsiz yaratık onu teskin ediyor. Bir masal hayvanı ile beraber yaşayan Cemil, trajedisini bir masalın içinde eritmiş. Anlatıyor fakat bir kere bile yüzüme bakmıyor. Semender’e bakarak konuşuyor. Anlıyorum ki yıllardır Semender ile konuşuyor. Ateşin sırrını, yanmanın ve yaşamanın anlamını bir akvaryumun içinde arıyor. Ateşin yaktığı ve yakmadığı iki dost neyi paylaşabilir? Sadece sessizliği. Saf bir suç ortaklığını. Bonnefoy’da olduğu gibi.
Cemil ve Semender şimdi ne yapıyorlar bilmiyorum. Fakat ben Semender’i öğrendim. Bir Çinlinin peygamber devesini öğrenmesi gibi değil fakat. Benim masal hayvanlarım şiirlerin içinde yaşıyor. Benim içinde rahat edebileceğim ateşin nerede yandığını arıyorum. Belki bir gün Yahya Efendi gibi bulurum o yeri. Belki buldum ve alarmlara kulaklarımı tıkadım. Kim bilir.
Yerin od etmedik kim vardır erbâb-ı mehabbette
Semenderler gibi uşşâk da sükkân-ı âteşdir