Salah Bey tarihi ve kirazın tadı

Ah Salah Bey, okurlarının gönlünde kirazlar açtıran Salah Bey.
Ah Salah Bey, okurlarının gönlünde kirazlar açtıran Salah Bey.

Kırk yılını bir inci kolyeden arta kalan incilere bakarak geçirmek için uygun bir sözcüğün var mı Salah Bey? Var tabi; hurdalanmak. Kız Kulesi’nin önüne varınca duruyorum. Kirazlar bitti. Süleyman tahta cülus etti. Kirazın tadı ölümü hatırlatıyor.

Çengelköy’den bir kese kâğıdı dolusu kiraz alıp, avara kasnak yürüyerek Kuzguncuk’a kadar giderken hafif bir takip ediliyormuşum hissi kapladı içimi. İçimi derken çekirdeklerin geçemediği ama kirazın, ekşinin içine saklı tatlı aromasının kendine yol bulduğu yeri kastediyorum. Yalıların arasında bir görünüp bir kaybolan saltanat kayığından denize dökülen kiraz çekirdekleri ile benim yola bıraktıklarımın belli zikzaklar ve kavisler yaptıktan sonra aynı doğrultuda birleşmesi Boğaziçi’nin sosyoekonomik düzleminin geometrik bir çıktısından başka bir şey değil elbette. Arada omzumun üzerine geriye bakıyorum.

Kız Kulesi’nin en serin odasında serili bir geyik postunu süsleyen boynuzların üzerindeki hale sayısı ve boynuzun renk tonu bize bir takvim hediye ediyor.
Kız Kulesi’nin en serin odasında serili bir geyik postunu süsleyen boynuzların üzerindeki hale sayısı ve boynuzun renk tonu bize bir takvim hediye ediyor.

Bir an ama küçük bir an için Salah Bey’in kendisini bir duvarın arkasına attığını görüyorum. Belki de zihnim beni yanıltıyor. Ağzıma bir kiraz daha atıp yola devam ediyorum. Dördüncü Mehmed’in tahta cülusu üzerinden ne kadar zaman geçtiğini bilmemekle birlikte Kız Kulesi’nin en serin odasında serili bir geyik postunu süsleyen boynuzların üzerindeki hale sayısı ve boynuzun renk tonu bize bir takvim hediye ediyor.

Böylece bu av ganimetinin cülusun onuncu yıl dönümüne ait olduğunu biliyoruz. Yani Salah Bey olsa böyle söylerdi. Sultan Mehmed’in kirazın tadına olan düşkünlüğünü de o haber vermişti zaten. Ah Salah Bey, okurlarının gönlünde kirazlar açtıran Salah Bey. Senin bu eski akıncılıkların yok mu. Hepsi aynı mızıkadan.

  • Geçmiş gün, hatırası zayıfladı ama Sırp asilzadesi Lazareviç’in sadık koruması Nemanja’nın halen Belgrad Kapı civarlarında saklandığını anlatan bir hikayeye başlamıştım senin yüzünden.

Ne var ki gündelik hayatın şiiri beni senden sık sık koparıyor. “Salah Birsel’in Son Maceraları” gibi şiirler de yazmıyorum ben. Bu ayrı bir mevzu. Şimdi müsaadenle Mehmed’e dönelim tekrar. Gerçi Beylerbeyi’ne vardığımızda bir görünür gibi oldun ama yine yakalayamadım seni. Düşüncelerimi takip ediyorsun, bu yüzden ben kiraz yemeye devam edeceğim. Evet Mehmed demiştim ama ben olsam aslında Süleyman ile ilgilenirim.

Çünkü şairlik bunu gerektirir. Hayır, muhteşem olan değil. Muhteşem talihsiz olan. Süleymanların ikincisi. Ocakta değil Nisan’da doğma talihsizliği yüzünden kırk yıl kafeste kalan. Kiraz sever miydi acaba? Ben böyle şeyleri merak ediyorum Salah Bey. Hem biliyor musun Süleyman kırk yıl boyunca aynı geceyi yaşamış. Hani validesinin koynunda koridorda bir uzayan bir kısalan gölgelerin çıkardığı tuhaf sesleri dinleyerek geçirdiği, Büyük Valide’nin boynundan kopan incilerin o koridorda yuvarlana yuvarlana ayaklarının dibine kadar geldiği o gece. Kırk yılını bir inci kolyeden arta kalan incilere bakarak geçirmek için uygun bir sözcüğün var mı Salah Bey? Var tabi; hurdalanmak. Kız Kulesi’nin önüne varınca duruyorum. Kirazlar bitti. Süleyman tahta cülus etti. Kirazın tadı ölümü hatırlatıyor.