Sadık Hidayet Öykü Yarışması’nda birincilik ödülü kazanan "Her Şeyi Bilenim"
Kitabın başlığını da oluşturan “Her Şeyi Bilenim” öyküsü I. Sâdık Hidayet Öykü Yarışması’nda (2002) birincilik ödülünü kazanırken aynı zamanda postmodern tartışmaların odağına işaret eden bir metin çıkarıyor karşımıza.
Men Dânâ-yı Kull Hestem Mustafa Mestûr’un Her Şeyi Bilenim ismiyle Türkçeye çevrilen yedinci öykü kitabı. Öykü başlıkları okura ilk merak okunu atarken aynı zamanda eski -sırlı- zamanların şifresini duyurur gibi sesleniyor: “Her şeyi Bilenim, Moğollar, Ve Mâ Edrâke Mâ Meryem?, Kraliçe Elizabet...” Bu seslenişin ardından her öyküde ortak bir kelime yankılanıyor: “Aşk.” Kavuşamayan sevgililer, mutlu birliktelikler, kimseye duyurmadan sevenler... Hepsi bir aşkın eksik kalan parçalarını farklı hikayelerde anlatıyor okuruna. İlk öykü İncil’den bir pasajla başlıyor: “İnsan bütün dünyayı kazanır ama ruhunu kaybederse, bunun kendisine ne yararı olur?” Öykü beklenmeyen bir aşk hikayesini anlatıyor. Kendini öteki üzerinden yeniden tanıyan kadın, içine düştüğü aşkın kahramanı olurken hikâyenin sonunda kaybedene dönüşüyor.
Bütün öykülerin merkezindeki aşk duygusu, var olma çabasının bir veçhesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu çaba kimi zaman ilk aşkın heyecanını duyururken kimi zaman birlikteliklerin zamana yenik düşen taraflarını hatırlatarak yaşamın canlı bir unsuru olarak karşımıza çıkarıyor aşkı. Anlatımın yalın olması, üslubun şiirselliği akışı hızlı kılarken okuru bir anda heyecanlandırıp şaşırtan sonlarla karşılaştırabiliyor. Son öykülere yaklaştığımızda yazarın zaman zaman İran filmlerini hatırlattığı; hikâyenin sonunu muhatabının muhayyilesine bıraktığı öykülerin seyri değişiyor. Hem yazarın hem okurun hem de metnin sesi güçlü bir şekilde duyulmaya başlıyor. Kitabın başlığını da oluşturan “Her Şeyi Bilenim” öyküsü I. Sâdık Hidayet Öykü Yarışması’nda (2002) birincilik ödülünü kazanırken aynı zamanda postmodern tartışmaların odağına işaret eden bir metin çıkarıyor karşımıza.
Kurgunun güçlü örülmesi ve diyalogların bu örgüyü desteklemesi öyküyü kendi içindeki tartışmalarla yeni bir hale dönüştürüyor. Okur olarak, öykünün içinde hikayesine tam olarak vakıf olamadığımız bir mevzu ile karşılaşıp yazar tarafından bölünüyoruz. Yazarın, her şeyi bilen olarak “Tanrı yazar” figürü okurunu şöyle bir ikileme sürüklüyor: Yazar her şeyi bilen midir yoksa kahramanının iradesine razı olabilen midir? Bu bölünme yazar-okur diyaloğunda okurun yazara dönüşmesini umarken hatta yazarını yenerek kazandığını düşünen okuru bir anda metnin kendi kendisinin yazarı olabileceği ihtimali ile karşı karşıya bırakıyor. Edebiyatın içinde teorik olarak tartışılan hem yazarın niyeti hem okuyucunun bakışı hem metnin kendisi bu öykü ile tartışmaya açılırken okuyucusunu metnin sesini duymaya davet ediyor.