Sade ve Kendi

Ebru Askan
Ebru Askan

Yazar içsel yolculukları da fildişi kuleden bakmadan, kimseye bir misyon yüklemeden olabildiğince “sade ve kendi” olarak aktarıyor. Dolayısıyla olumlu veya olumsuz şekilde idealize edilmiş bir “kadın” yok hikâyelerde.

Ebru Askan’ın ikinci öykü kitabı Böyle İyi Mi! Edebi Şeyler’den çıktı. Askan, kadınları ve kadınlık hallerini sade bir dille, kurgusal oyunlara başvurmadan anlatıyor. Hikâye bir erkek üzerinden aktarılsa da merkezde daima “kadın” var. Hikâyeler birbirinden farklı karakterler etrafında şekilleniyor. Çocuk, genç kız, âşık, sevgili, evlat, anne, nine hayatın doğal akışı içinde karşımıza çıkıyor. Kimini iç sesi ile tanıyoruz kimini de yazar bize tanıtıyor. İki şekilde de aşırıya kaçan bir yön yok. Kendi olmak ile tanık olmak arasındaki ince çizgi aşılmamış. Karakterler karikatürize veya ajite edilmemiş. Askan’ın kullandığı teknikler ve karakterler de bilindik. Çünkü hepimizin hayatında kadınlar Askan’ın karakterlerine benzer rollerle yer alıyorlar. Bu yüzden anlatılan belki sadece kadınların değil hepimizin hikâyeleri. Bunlara kimi zaman tam ortasından kimi zaman da ucundan kıyısından dâhil oluyoruz. Kadın, birçok açıdan ele alınabilir ve tartışılabilir. Öykü de akademik tartışmaların veya gündelik olayların ötesine geçerek derinlik sağlayabilir.

Yazar içsel yolculukları da fildişi kuleden bakmadan, kimseye bir misyon yüklemeden olabildiğince “sade ve kendi” olarak aktarıyor. Dolayısıyla olumlu veya olumsuz şekilde idealize edilmiş bir “kadın” yok hikâyelerde. Bir kadın olarak, “içerden” yazdığı söylenebilirse de Askan’ın metinlerini sadece “kadın”a indirgemek haksızlık olacaktır. Göç, iltica, taciz gibi toplumsal olaylar ve bireylerin iç dünyalarındaki gerilimleri de işlemiş yazar. Konu ne olursa olsun Askan dengeli bir anlatı oluşturmuş. Bir anlatının için de birde fazla hikâye iç içe geçebiliyor. Küçük kollardan beslenen bir akarsu gibi bazı metinler, hikâyelerin ahenkli akışı keyifle okunabiliyorlar. Sadece diyaloglardan oluşan bir öykü karakterlerin hayatlarına derinlemesine bakmaya imkân veren pencereler aralıyor. Veya bir ev hayatından alınmış küçük bir kesit çocuğun, annenin, ninenin, babanın her biri kendi yatağında akan hikâyeleriyle zengin bir görüntü veriyor. Askan bir kapı aralıyor ve orada duruyor. Daha ileri gitmiyor.

Bir öyküden beklentimiz ne olmalı? Bu sorunun tek ve doğru bir cevabı var mı? Türler arasında kesin sınırlar var mı? Benzeri soruların cevaplanacağı yer burası değil. Buraya kadar metin, anlatı, hikâye ifadelerini tercih etmemin sebebi biraz da kitaptaki tüm metinlerin öykü olduğuna dair beslediğim ciddi şüphe. Hakkını teslim etmek lazım, Askan sadece güzel yan hikâyeler anlatmıyor. “Alışır Alışır”, “Vah Yavrum”, “Maşallah Ana” öykü formunun güzel örnekleri. Diğer metinler ise öykü olarak tasnif edildiklerinde eksik görülebilirler. Örneğin günlük yazar gibi öykü yazılabilir ama günlük öykü olmayabilir. Sedat Demir, Bülent Ayyıldız’la yaptığı bir söyleşide genel olarak “tür”e inanmadığını ve “tür”ün ancak kitapların künyelerinde tasnifi kolaylaştıran bir şey olduğunu söylüyordu. “Hepsi İyi Mi!” ünlem ile noktalanıyor. Tam da burada sözü uzatmadan kitap ile okur arasından çekilmek gerekiyor. Karar okurun olsun...

BÖYLE İYİ Mİ! - EBRU ASKAN - EDEBİ ŞEYLER

  • 21 öyküyü barındıran ilk kitabıyla okuyucu karşısına çıkıyor Şahin. “Üçgen ve Mitik” öyküsüyle de okuyucuyu kitaba bağlıyor. Diyaloglardan ziyade betimleyici bir şekilde yazılmış, tamlamaların yoğun olduğu öyküler çoğunluk itibariyle reel dünyada geçiyor. Öykülerde geçen günlük rutinler (alışveriş vs.) üzerinden sistem eleştirisi yapıldığı görülüyor. Farklı yerlerde aynı zaman diliminin yaşanması kaleme alınıyor, bu kimi kurguların zor anlaşılmasına neden oluyor. Yerli ve yabancı günlük hayatın kişisel ya da nesnel ürünleri; mekânlar, kişi isimleri, yiyecek ve dahası enstrüman olarak kullanılıyor. Kulaklarda beliren geçmişten gelen seslerle “flashback” etkisi de yaşanılıyor. Çoğu öyküde karşılaşılan başkarakterin kendi kendine konuşması, öykülerin tadını bozabiliyor. Yüz güldüren değil de hüzünlendiren atmosferi var öykülerin. Kitabın sonuna doğru okuru daha çok olay öyküleri daha sağlam kurgular bekliyor.
  • DOKUZDOLAMBAÇ - NAGIHAN ŞAHIN - HECE YAYINLARI

Eksik Bir Seremoni Soner Oğuz imzalı bir ilk kitap özelliği taşıyor. Karakterlerin dış sesinden çok iç seslerini duyduğumuz öykülerde, genelde babalar konuşuyor. Kendi duygularını öldüren karakterlerin, sevdası başka birinde kalan eşlerin öykülerini okuyoruz. Aile öyküleriyle karşılaşıyoruz ve çocukların sesini duyuyoruz. Bu birçok öykü kitabında karşılaşılmayan bir durum, görünce mutlu olunabiliyor. Bir kız evladın tatlı iç kıpırtılarını gören babanın mütebessim gözyaşları sarıyor gizliden okuyucuyu. Düzgün cümleler, doğru seçilmiş kelimelerle oluşan betimlemeler ayrı bir hava buluyor. İyi bir kalemle karşı karşıya olduğunuzu hissediyorsunuz. Yazarın durum öykülerinden çok, olay öyküleri ön plana çıkabiliyor. Öykülerdeki hareketlilik kimi zaman elinizin, kaşınızın, gözünüzün karakterin duygu ve ruh durumuna göre hareket etmesine neden olabiliyor. Ağırlaşmış yüreklerin hikâyeleri var; özlem, hasret, kavuşamama, ölüm barındıran. Alenen söylenemeyen hassas duygular, akrostişle söylenmeye çalışılan ilk aşklar da öykülerin satır aralarında görülüyor. Daha ne olsun.

EKSIK BIR SEREMONI - SONER OĞUZ - HECE YAYINLARI

  • Murat Çelik dergilerden şiir ve öyküleriyle tanınan bir isim. Epey isimli kitabındaki öyküler kurgusal olarak sağlam bir iskelete yaslanıyor. Başarılı öyküleri kitabın sonunda artistik bir hareket ile yeni bir hikâyenin konusu haline getiriyor. Hayat ve edebiyat üzerine büyük laflar etsek de etmesek de ikisi de gürül gürül akıyor. Dıştan içe bir duvarın katmanları bir öykünün unsurları haline geliyor. İkiz kardeşlerin kişilikleri ve davranışları rasyonel ile fantastik arasında gidip geliyor. İnsan bir başkasına benzetildiği sürece bir ölüye de çok benzeyebiliyor. Oğul olmak ve ölüm başlı başına bir sorun iken eş olmak ve oğul olmak insanı her zaman ikileme sürükleyebiliyor. Söylemek ve susmak aynı anda aynı derecede zor olabiliyor. Bayram namazına giden bir insan abdest almayı unutabiliyor. Veya bazen sadece eğlenmek için yapılan basit bir şaka kötü bitebiliyor. Hayatın bu sıradan akışını küçük parçalara bölerek işlemiş Çelik. Konulara bakınca komik veya eğlenceli görünmeyebilir. Belki eskiden de yazarlar kötümser metinler yazıyorlardı. Sıkıcı olmanın da ötesinde kısırlaştırıcı ve anlamsız bir hale gelen bu kötümser havayı Çelik hikâye anlatmadaki başarısıyla dağıtıyor.
  • EPEY - MURAT ÇELIK - DÜNYADAN ÇIKIŞ YAYINLARI

Bir kısmını küçürek öykülerin oluşturduğu 39 hikâyeyle okurun karşısına çıkıyor Tarıman. Öyküler evde, mutfakta, sokakta, pencere kenarında, Nil’in kıyısında geçiyor ve çoğunlukla şehrin insanın yaşadıklarını, ama her şeyini kuşatarak anlatıyor. Öyküler genellikle kasvetli havaları hissettiren üzüntü, sıkıntı, bıkkınlık, vazgeçmişliğin yanında, pornografik sahneleri içeren temalardan oluşuyor. Pornografik sahneler kimi zaman o kadar açık seçik işleniyor ki, bir çocuğun hüznünün masumluğunu, bir öyküde oradan oraya koşan kedinin sevimliliğini yok ediyor. Evet, “tutkunun tüm pisliklerini” okumak, okuyucuyu bazen kitaptan itecek gibi oluyor. Şükür ki yazarın itinalı cümleleri okuyucuyu eserde tutmaya devam ediyor. Yazarın sesini çoğu öyküde karakterinkinden fazla duyuyoruz. Bundaki en büyük etkenin sinopsis havasında yazılmış öyküler ve tek kelimelik cümle vuruşlarından kaynaklandığını düşünüyoruz. Gündelik hayatın koşturmacası içinde alelade yaşayan insanların sesine kulak vermek isterseniz, kitaba buyurabilirsiniz.

RIZA BIYIK - BETÜL TARIMAN - YAPI KREDI YAYINLARI