Sabri Gürses ile söyleşi
Rusçaya hayranım, müziği çok güzel; İngilizceyi de dünyayı biraraya getirmesi yüzünden seviyorum. Türkçeyse yurdum. Bence diller arasında değil de çevirmenin ilgi duyduğu, bildiği, tanıdığı alanlarla donanımsız olduğu alanların çevirisi arasında farklar var. Sonuçta her metin özerktir, her metnin kendi iç sorunları, yan metinlerle çatışmaları vardır.
Çevireceğiniz kitapları kendiniz seçiyorsunuz diye düşünüyorum, tamamı belli bir seviyenin üzerinde ve iyi kitaplar. Siz çevirdiğiniz için alıp keşfettiğim çokça iyi kitap var. Türkiye’de çevirmenlik zaten koşulları zor bir meslekken “kendi alanını oluşturmuş” bir çevirmen olmanız nasıl gerçekleşti?
Önce okur oldum, sonra yazar, sonra çevirmen.
Çevirdiğim kitaplara bakınca, hepsinde bir yayınevi editörünün, yönetmeninin emeğinin olduğunu söyleyebilirim. 90’ların ortasından beri Mustafa Küpüşoğlu, İshak Reyna, Sırma Köksal, İlknur Özdemir, Celal Üster, Aslıhan Dinç, Zeynep Çağlıyor Devrim, Müge Gürsoy, Semih Gümüş, Arzu Taşçıoğlu, Selahattin Özpalabıyıklar, Sevengül Sönmez, Yücel Bulut, Tülin Er, Sanem Sirer, Utku Özmakas, Bilge Sancı, Sevi Sönmez, Selçuk Aylar, Armağan Ekici, Nihat Tuna gibi birçok kişinin teklifleriyle oluştu bu liste, minnettarım. Bir öneri, bir yönlendirme gelmeden yaptığım kitaplar sanırım Glossolalia, Yevgeni Onegin, bir de Campbell ile Çapek. Ah bir de elbette Mizahın Şifresi, çok büyük bir eksikliği kapattığına inanarak çevirip yayınladığım bir kitap. (Bu arada yine 90’ların başında kendi kendime çevirip Cem Akaş’a önerdiğim Ian Stewart geldi aklıma.)
1995’ten bu yana hangi kitapları çevirmişim dersek şöyle bir liste oluyor. Rusçadan Fyodor Dostoyevski (İnsancıklar, Beyaz Geceler, İkiz, Yufka Yürek, Ölüler Evinden Notlar, Yeraltından Notlar, Suç ve Ceza), Mihail Bahtin (François Rabelais ve Ortaçağ-Rönesans Halk Kültürü), Sultan Galiyev (Sosyalist Turan ve Doğu Birliği/Tüm Eserleri), Yuri Lotman (Düşünen Dünyaların İçinde), Yuri Oleşa (Kıskançlık), İvan Turgenyev (Asilzade Yuvası, Bozkırda Bir Kral Lear), Aleksandr Puşkin (Dubrovski, Yüzbaşının Kızı, Yevgeni Onegin), Mihail Lermontov (Zamanımızın Kahramanı), İvan Gonçarov (Oblomov), Lev Tolstoy (İnsan Ne İle Yaşar?), Andrey Belıy (Petersburg, Glossolalia), Mihail Bulgakov (Üstat ile Margarita, Teatral Bir Roman), Solomon Volkov (Büyülü Koro), Boris Pasternak (İnsanlar ve Haller), Vasili Grossman (Savaşta Bir Yazar), İlya Boyaşov (Muri’nin Yolu), Vladimir Nabokov (Yetenek), Saşa Sokolov (Budalalar Okulu), Alisa Ganieva (Bayram Dağı), Aleksey Kruçenih (Güneşin Zaptı), Svetlana Aleksiyeviç (İkinci El Zaman), Andrey Bitov (Puşkin Evi).
İngilizceden Joseph Campbell (Kahramanın Sonsuz Yolculuğu), Kim Stanley Robinson (Kızıl Mars), John Smolens (Soğuk), Jonathan Lethem (Öksüz Brooklyn), Don DeLillo (İsimler), Shusha Guppy (Gülüşün Gizi), Charles Nicholl (Leonardo da Vinci), Werner Sombart (Yahudiler ve Kapitalizm), Annie Proulx (Brokeback Dağı), Fredric Jameson (Zamanın Tohumları), William Guthrie, David Foster Wallace (İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler), Slavoj Zizek (Paralaks, İslam Arşivleri, Hitchcock, David Lynch, Kieslowski), Richard Stites (Devrimci Hayaller), Niall Lucy (Derrida Sözlüğü), Simon Garfield (Tam Benim Tipim), Ned Beauman (Boksör Böcek, Işınlanma Kazası), Charles Harrison - Paul Wood (Sanat ve Kuram 1900-2000), Ernst Kris - Otto Kurz (Sanatçı İmgesinin Oluşumu), Matei Calinescu (Modernliğin Beş Yüzü), Camilla Lackberg (Yabancı), Mary Fullbrook (Almanya’nın Kısa Tarihi), Arnaldur Indridason (Kutup Soğuğu), Peter McCraw (Mizahın Şifresi), Stephen Kiernan (Yüzyıllık Uyku), Andrew Abbott (Disiplinlerin Kaosu), Donatella Della Porta - Michael Keating (Sosyal Bilimlerde Yaklaşımlar ve Metodolojiler), Elif Batuman (Ecinniler). Bir de melez Karel Çapek (Semenderlerle Savaş).
Diğer yandan listeye tekrar bakıyorum da, bence “çevirmen” olmam ya da bu kimliği kazanmam önemli bir ölçüde de yaptığım çevirilerden çok, Rusçadan sonra çeviribilim yüksek lisansı yapmam, sonra çevirmen örgütlenmelerinde yer almam, Çeviribilim dergisini yayınlayarak çevirinin günlük hayatımızdaki yerini ısrarla gösterip 2005’ten bu yana çalıntı, intihal çevirilerle mücadele etmemle gerçekleşti. Irak işgali yaşanırken orada çevirmenlerin öldürüldüğüne, çeviri hataları denen şeylerin arkasında karmaşık sosyal süreçlerin yattığına dair yazılar yazarak o kimliği edindim bence. Çağımızda çevirmenin de yazar gibi bir tavrı, görünür bir duruşu olması zorunlu, yoksa robotlar arasında yer alacak. Onun dışında, ben de tesadüfen gelmedim bu noktaya, yazdığım romanlarda da çeviri sorunsalı temel bir yer tutar.
Rusçadan yaptığınız çevirilerinizin yanında İngilizceden de çeviri yapıyorsunuz. Bu iki dilden yapılacak çevirilerin zorluk ya da imkanlarından bahseder misiniz?
Rusçaya hayranım, müziği çok güzel; İngilizceyi de dünyayı biraraya getirmesi yüzünden seviyorum. Türkçeyse yurdum. Bence diller arasında değil de çevirmenin ilgi duyduğu, bildiği, tanıdığı alanlarla donanımsız olduğu alanların çevirisi arasında farklar var. Sonuçta her metin özerktir, her metnin kendi iç sorunları, yan metinlerle çatışmaları vardır, çevirmen de kraliçesi tarafından görevlendirilen Kolomb gibi keşfe gider metni, dönüp gördüklerini saray ahalisine anlatmaya çalışır, ikna edebilirse halkını alıp o metni sömürgeleştirmeye, oraya yerleşmeye götürür; bu sefer metnin kendi iç sorunlarının üzerine sömürgenin kendine has sorunları eklenir. Ben de hangi dilde iyi bir hazine vaat ediliyorsa, benim çıkarabileceğim gibi bir şeyse, oraya doğru yola çıkıp zaferle dönmeye çalışıyorum.
Dostoyevski’nin çevirmeni olmanın sizin için ayrı bir anlamı var mı? Dostoyevski’den yaptığınız ilk çevirinizin hikayesini anlatabilir misiniz?
Çeviri becerisi de, bütün yazı becerileri gibi, sürekli alıştırmayla, denemeyle gelişir. Çevirmen fırsat buldukça kendine iş çıkarmalı, bir şeyi çevirip çeviremediğini denemeli. Klasik eser çevirme niyetim yoktu başlangıçta benim; çevirdiğim ilk klasik Beyaz Geceler oldu, ben çevirsem nasıl çeviririm diye merak ettim, çünkü Dostoyevski’nin dilinin mevcut çevirilerden farklı olduğunu düşündüm haklı olarak. Sonra bir tür kültür eleştirisine dönüştü bu çalışma. Hâlâ aklım almıyor bu kültür dünyasının Dostoyevski’nin İkiz (Dvoynik) kitabına ticari nedenlerle hiç olmayacak isimler takmasını.
Hâlâ çevirmediğiniz ve “çevirsem de okusanız” dediğiniz kitaplar varsa hangileri?
Bunları iyi ücret verecek yayınevleriyle konuşmak lazım. Sonuçta meslek sırrı. Onun dışında yazsam da okusanız dediğim kitaplar var.