Rüyalar arası
Gözlerimi açtığımda beynimin içinde "kara delik", "alt üst evrenler", "Tugaylar" sözleri dolanıp duruyordu. İşte bu bir rüyaydı ve ben en sonunda uyanmıştım. Kendi yatağımda, kendi odamdaydım. Kedim, Dosto, gelmiş yanıma yatmış kendini sevdirmeye çalışıyordu. Buna rağmen içimde hâlâ bir şüphe vardı. Acaba rüyamda gördüğüm diğer benin dediği gibi onun gerçekliğine mi seyahat etmiştim?
- -I-
- "Kendi kendine, "Düş görüyorum" dedi, "Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim"
- Puslu Kıtalar Atlası
Bu bir rüyaydı. Evet, evet bu rüyaydı. Ya da ben rüya olmasını daha çok istiyorum. Bir gün rüyamda kendimi daha önce de gördüğüm bir mekânda gördüm. Elbette rüyalarımda. Hatta birkaç kez gelmiştim buraya. Mekân; üç katlı, Amerikan tarzı motellere benzeyen bir apartmandı. Apartmanın adını bilmiyorum ama biz buna Hilal Apartmanı adını verelim. Hilal Apartmanı'nın ortasında büyük bir apartman boşluğu olmakla beraber her katta bir alt ve üst katlara sarkan sarmaşıklar vardı. Sarmaşıkların yanında çoğunluğu mor olan çiçekler bulunuyordu. Nerede olduğumu hem biliyor hem de bilmiyordum. Üçüncü kata kadar yine apartman boşluğuna yapılmış asansör ile çıkmıştım. Bu katta çevreme bakınırken bir kapının açık olduğunu ve içeride bir kadının bir şeylerle uğraştığını gördüm. Kadının adını bilmediğim ve öğrenemediğim için ona da Özge Hanım diyelim. Özge Hanım beni görünce dışarı çıktı. Otuzlu yaşlarındaydı. Sarı saçları omuzlarına gelmeden bitiyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı. Gülümsemesinden cesaret bularak "Beni tanıyor musunuz?" diye sordum.
Aynı gülümsemesini sürdürerek "Elbette tanıyorum, Ödemişlisin, eskiden zayıftın, şimdi biraz kilo almışsın" dedi. Şaşırmıştım. Ben kendisini tanımıyordum, daha önce de hiç görmemiştim. Ödemiş'e ise gitmemiştim bile. "Peki, beni başka tanıyan var mı?" diye sordum. "Tabii dışarı çıkarsan seni birçok kişinin tanıdığını görürsün" diyerek cevap verdi. Gülümsemesi yüzünden hiç gitmiyordu. Teşekkür edip ayrıldım. Dışarıdaydım. Aşağıya nasıl indim, merdivenleri mi yoksa yine asansörü mü kullandım bilmiyorum. Hilal Apartmanı bir sitede bulunuyordu. Apartmanın tam karşısında bir basketbol sahası bulunuyor, içerisinde simaları tanıdık gelen birkaç kişi basketbol oynuyordu. Bir an sahaya doğru yöneldim. Sonra fikrimi ne değiştirdi bilmiyorum, vazgeçtim. Binanın sağ tarafındaki aşağıya doğru eğimli olan yola döndüm. Sağ ve sol taraflara arabalar park etmişti. Yol da tıpkı apartman gibi tanıdık geliyordu. Yolda yürümeye devam ederken sağ tarafta bulunan apartmanlardan genç bir erkek çıktı. Yine adını bilmediğim ve öğrenemediğim için ona da Salih diyelim. Salih'in sporla ilgilendiği fiziksel görüntüsünden belli oluyordu. İki elinde de çantalar vardı.
Salih'in yüzü, Özge Hanım'ınkine oranla daha tanıdık geliyordu ama yine de çıkaramıyordum. Ona baktığımı hatta onu incelediğimi fark etmişti. Özge Hanım gibi gülümseyerek selam verdi ve yanıma gelip elimi sıktı. Ben de gülümseyerek karşılık verdim. Yolun ortasında duruyorduk. Doğrudan "Pardon, beni tanıyor musunuz?" diye soruverdim. Gülümsemeye devam ediyordu ve "Elbette tanıyorum, Ödemişlisin, eskiden zayıftın, şimdi biraz kilo almışsın" dedi. Kilo aldığımı, hatta göbek yaptığımı biliyordum ama Ödemişli olmama bir türlü akıl sır erdiremiyordum. Ona da Özge Hanım'a sorduğum sorunun aynısını sordum: "Peki, beni başka tanıyan kimse var mı?" Elleri ağrımış olacak ki çantaları yere koydu. Başını aşağıya yukarıya sallayarak "Tabii, istersen seni onun yanına götürebilirim" dedi. Hem merak ediyor hem de korkuyordum. Merakım her zaman olduğu gibi, korkuma üstün geldi. Ben de karşılık olarak başımı salladım. Sonra yoldan aşağıya doğru inmeye devam ettik. O, koluma girmiş konuşmaya devam ediyor ben ise etrafı inceliyor, tanıdık bir yüz veya yer arıyordum. Bu yerlerde daha önce bulunmuşum, buralarda gezmişim gibi bir his vardı içimde.
Bir süre daha yürüdükten sonra bir apartmanın önünde durduk. Apartmanı görünce şaşkınlığım artmıştı. Şaşkınlığımın arttığını gören Salih "Hatırladın mı?" diye sordu. Apartmana bakmaya devam ediyordum. "Ha... ha... tırladım." diye cevap verdim. Bunu hiç beklemiyordum. Karşımda, en üst kattaki dairelerden birinde oturduğum beş katlı apartmanım duruyordu.
- -II-
- "Ama düşlere dokunmak mümkün olabilir mi? Sana bu yüzden hem çok yakın hem de çok uzağım."
- Puslu Kıtalar Atlası
Salih'le vedalaştıktan sonra apartmana doğru biraz daha baktım. Bu her ne kadar benim oturduğum bina olsa da bir yandan da ondan oldukça farklıydı. Birincisi, benim oturduğum binanın rengi griydi. Bu bina ise maviye boyanmıştı. İkincisi, benim oturduğum binanın tam karşısında sucu onun yanında da çiğ köfteci vardı. Bu binanın çevresinde bunlar olmadığı gibi olmasına ihtimal verecek dükkân da yoktu. Tüm binaların altlarında otoparkları bulunuyordu. En büyük farklardan bir tanesi de binanın ismiydi. Benim oturduğum binanın adı "Anız Apartmanı" iken bu binaya "Orkide Apartmanı" adı verilmişti. Bunun dışında apartmanın yapısı, balkonların olduğu gibi aynısıydı. Apartmanı inceledikten sonra kapıya doğru yöneldim. Kapı açıktı. Binaya girince hemen karşıda bulunan asansöre yöneldim. Asansör gelince binerek alışkanlıkla beş numaraya bastım. Asansörün çalışmasına sevinmiştim çünkü benim oturduğum binada asansör çoğu zaman çalışmıyordu. İçimdeki korku bir an bile değişmemişti ve olduğu gibi duruyordu.
Kafamda birtakım sorular vardı. "Ne olacaktı, kiminle karşılaşacaktım, aslında neredeydim, niçin bu bina benim binama benziyordu, buradan nasıl çıkacaktım, ne zamandır buradayım?" Tüm bu soruların cevaplarını ararken beşinci kata gelmiştim. Asansörün kapısı açılınca sağa yöneldim. İşte kapı da benimkiyle aynıydı. Acaba kendi rüyamda kendi evime mi dönüyordum, içeri girince uyanacak mıydım? Ceplerimi yokladım, anahtarım yanımdaydı. Kapıyı açmak için anahtarı deliğe sokmaya çalıştım ama olmuyordu. Sonra tam o anda kapı açıldı. "Eyvah şimdi rezil oldum, beni hırsız sanacaklar." diye düşünürken karşımda duran kişiyi görünce ne yapacağımı bilemedim. Evet, bu bendim. Eğer karşıda bir ayna yoksa kendimin karşısında duruyordum. Hayır, bu ben olamazdım çünkü o anda gülümsemiyordum. İstesem de gülümseyemezdim. O ise Özge Hanım ve Salih gibi gülümsüyor ve bana bakıyordu. O hâlâ zayıftı hatta benden daha sportif bir yapısı vardı.
Ben henüz üzerimdeki şoku atlatamamışken "Haydi, gel içeri ben de seni bekliyordum" dedi. Sesi benim sesimdi. Yavaş yavaş içeri girdim. Oturma odasına doğru yöneldim. Kendi evime misafir olmuş gibi hissediyordum. Evin yapısı benimkiyle aynıydı ama içerisinin uzaktan yakından alakası yoktu. Hemen odaya girince sağ tarafta masanın üzerinde duran kitaplarım gitmişti. Hatta masa da yoktu. Benim bez dolabıma karşılık onun iyi bir ağaçtan yapılmışa benzeyen beyaz bir gardırobu bulunuyordu. Ortada kahverengi, kavak ağacından yapılmışa benzeyen bir masa, masanın altında da sehpalar vardı. Benim evimde duvarlar krem rengindeydi. Onun duvarlarının rengiyse soluk maviye çalıyordu. Evi gezip gezemeyeceğimi sordum. Âdeta kendimden çekiniyor ve izin alıyordum. "Tabii" dedi, "Kendi evin gibi rahat et." Espri miydi? Ben de böyle miydim? Yarım bir gülüş attıktan sonra yatak odasına geçtim. Burada çok fazla bir şey yoktu. Sadece bir yatak ve tavana asılmış bir tepegöz bulunuyordu.
- Anlaşılan o burayı sadece uyumak ve film izlemek için kullanıyordu. Benim odamda ise bir kitaplık, çalışma masası, bir soba, kanepe bulunuyordu. Benim odamda kitap olmasına rağmen onda bir tane bile görememiştim. O koridorda yer alan mutfakta çerez tabağı hazırlıyordu. Mutfağımız mermerin rengi dışında aynıydı. Benim mutfağımda bulunan mermer siyahken onunki simli ve gümüş renkliydi. Hemen ilerideki kapıdan banyoya geçtim. Hemen hemen çok fark yoktu. Sadece onun çamaşır makinesi benimkinden daha yeni duruyordu. Evi inceledikten sonra odaya geçerek kendimin, yanıma gelmesini bekliyordum. Şu ana kadar herhangi bir fiziksel temasımız olmamıştı. Ben ona dokunmaktan çekiniyordum. Aynı çekingenlik onda da var gibiydi. İçeriden "Ne içersin?" diye seslendi. "Neyin var?" dedim. "Bira, viski, şarap." diye cevap verdi. Alkol mü kullanıyordum? "Teşekkür ederim, ben kullanmıyorum. Başka ne vardı?" dedim. Elinde bir bira, bir bardakla içeri girerken "Affedersin, unutmuşum." diyerek içinde soğuk çay olan bardağı benim önüme bıraktı.
Kendisi de karşıda bulunan koltuğu oturdu. Ben de cebimden o çok sevdiğim karanfilli sigarayı çıkardım ve ona uzattım. Elini göğsüne götürüp "Teşekkür ederim, ben de onu kullanmıyorum" diyerek geri çevirdi. Ağzıma bir polo şeker atarak sigarayı yaktım. Gülümseme hâlâ yüzündeydi ve ne iğreti ne de sinir bozucu duruyordu. Oldukça samimiydi. Bir ara sessizlik oldu. Gözlerimi çevrede gezdirerek "Hiç kitap okumuyor musun? Oysa ben kitap okumayı çok severim." dedim. "Sen okuyorsun, ben de okuyorum, bu da bana yetiyor." diye yanıt verdi. Sesimi çıkarmadan yüzüne bakmaya devam ediyordum. Bunun ne demek olduğunu anlamış gibi devam etti ve "Bazen bu filmi daha önce izlemiştim veya şimdi burada şu olacak dediğin oluyor mu?" diye sordu. "Evet, oluyor." dedim. "İşte o filmi ben izlediğim için sen de onu hatırlıyorsun, bu yüzden sen okudukça ben de okuyorum." dedi.
Susuyordum. Aklım çok karışmıştı. Bu bir rüyaydı, uyanacaktım ve tüm bunlar sona erecekti. "Bunun rüya olduğunu düşünüyorsun" dedi. "Aklımı mı okumaya başladın? Rüya değil mi?" diye sitem ettim. Elim yine sigara paketine gitti. Çay bitmişti. Bardağı sallayarak "Biraz daha alabilir miyim?" diye sordum. Bardağı alıp mutfağa gitti. "Hem bir rüya hem de değil." diye içeriden konuşmaya devam ediyordu. Odaya gelerek bardağı yine önüme bıraktı ve yarım kalan konuşmasını "Bu senin rüyan ama benim için gerçek bir dünya." diyerek bitirdi. "Peki" dedim, "Sen beni tanıyor muydun, yani varlığımdan haberdar mıydın? Yanılmıyorsam, seni bekliyordum dedin." diye sordum. Birasından büyük bir yudum aldıktan sonra "Evet, uzun bir süredir seni biliyordum. Yukarıda bir basketbol sahası var. Gelirken gördün mü?" diye sordu. Başımı evet anlamında salladım. "İşte oradan geçerken birkaç çocukla oyun oynuyordun, sonra sürekli seni takip etmeye başladım ama bir yerden sonra seni bulamadım. Ara ara ortaya çıkıyor yine aynı şekilde yok oluyordun." diye açıkladı.
Demek oradakilerin yüzleri bu yüzden tanıdık geldi diye düşündüm. "Peki, neden bulamıyordun? Rüyadan uyandığım için mi?" diyerek alaycı bir gülüş attım. O ciddiyetini koruyordu ve yumuşak bir sesle "Evet." dedi. Gülüşüm yüzüme yapışıp kalmıştı. "Rüyadan uyanıyordun ve buradan gidiyordun. Kendi dünyana." dedi. "Kendi dünyam mı? Burası farklı bir dünya mı?" diye sordum. Şaşkınlığımı her ne kadar belli etmemeye çalışsam da bu sesimin titremesinden anlaşılıyordu. "Doğru, burası benim dünyam. Alt evren, üst evren terimlerini ve teorilerini duydun mu?" dedi. Yine evet anlamında başımı sallayarak "Duymuştum." dedim. "Bu da onun gibi, rüyalar bir geçiş sağlıyor." dedi. Hâlâ inanamıyordum. Alaycı tavrımı devam ettirerek, "Ne yani Interstellar gibi mi?" diye sordum. "Yaşa!" diye karşılık verdi ve devam etti, "ama bu Interdreams." Bu kez alaycı tavrı o takınmıştı. Biraz daha ciddileşerek "Anlamama yardım et." dedim. Sesimde bu kez biraz sitem biraz da yakarış bulunuyordu.
- — Rüyalar da tıpkı bir kara deliğe benziyor. Ruhumuz, evrenler arasında gezerken bedenimiz her şeyden habersiz olduğu yerde uyuyor. Aslında rüyanda gördüğün her şey bir başka dünyadaki gerçeklik, dedi. Onun bu sözlerinden sonra aklıma bir şey gelmişti. Bunun tamamıyla rüya olmasını istiyordum.
- — Peki, ölenler, onları rüyalarımızda görmemiz yaşadığı anlamına mı geliyor. Bu evrende ölen diğer evrende yaşamaya devam mı ediyor, diye sordum.
- — Evet, onların bu dünyada yaşamını devam ettirdiğini gösterir. Mesela, ben de senin dünyanda teyzemi görmüştüm. Oysa bu dünyada öleli uzun süre oldu. Yanına gidip de konuşamadım. Senin dünyandan ayrılamamaktan korktum, dedi.
- Bunu duyunca göğsümü dikleştirip başımı ona doğru uzattım.
- — Benim dünyam mı? Sen benim dünyama mı geldin, diye sordum.
- — Evet, elbette. Birgün ben de rüyamda tıpkı senin gibi bana yabancı ama bir o kadar da tanıdık gelen bir evde uyandım. Senin evindi. Duvarda fotoğraflarını görünce her şeyin çözüldüğünü anladım. Ev yapısıyla benim evime çok benziyordu ama eşyalar bana ait değildi. Sonra evi gezdikten sonra kedin geldi. Sana âşinâ olduğu için beni de sen sandı. Senin kapıyı açmanla benim uykudan uyanmam bir oldu. Çünkü bir araba sesi uykumu bölmüştü. Bu yüzden uzun süredir seninle karşılaşmayı ve tanışmayı bekliyordum. Belki de böylesi daha iyi oldu. Beni öylece evinin içinde görsen şoka girip aklını kaçırabilirdin, dedi.
Doğru tahmin etmişti. Gerçekten de kaçırabilirdim. Çünkü ben hiç böyle şeylere kafa yormuyordum. Bu anlattıklarından sonra aklım daha bir karışmıştı ama bazı şeylerin de ayırdına daha iyi varıyordum.
— Anladım, peki başka evrenlerde bizden olanlar var mı, diye sordum.
— Evet, rüyaların en güzel yanı da bu... Biraz önce dediğim gibi, tıpkı kara deliklerde olduğu gibi, rüyalarda da zaman ortadan kalkıyor. Sen de bu sayede rüya aracılığıyla dilediğin kişinin dünyasına gidebiliyorsun. Ne zaman bir rüyada olduğumu fark etsem hemen diğerlerini bulmaya çalışıyorum. Şu ana kadar ikimizle birlikte beş kişiyi bulabildim, şeklinde cevapladı.
Anlattıklarına bakarak bu rüya değildi de neydi diye aklımdan geçiriyorum. Buna rağmen her şeyi de anlamaya çalışıyordum. Sessiz kalacağımı anlayarak konuşmaya devam etti:
— Bu süre içinde anladığım durumlardan birisi, insanların verdikleri kararların da gelecek nesillerin hayatını etkilemesi olduğu. Dejavu yaşadığında şimdi şöyle olacak dersin, olur. Sonra şu da olacak dersin ama artık devamı gelmez. İşte o, devamı gelmeyen olayı aslında ben yaşamışımdır ama sen hayatında öyle bir adım atmışsındır ki o olayın devamını yaşamazsın. Yani sen de bir bakıma benimle aynı olayı yaşamış olursun ancak senin orada verdiğin herhangi bir karar dejavuya son verir. Akıl karıştırıcı biliyorum. Özetle insan gerçekten kendi kaderini kendisi belirliyor. Mesela, Tugaylardan birisi Londra'da yaşıyor. Bu demek oluyor ki geçmişte dedeleri tarafından verilmiş bir karar onun orada doğmasını sağladı. Buna benzer bir durum da benim Ödemiş, senin de Nevşehir'de doğmana neden oldu. İşin ilginç tarafı ise onun yaşadığı binanın ve dairenin de aynı bizimkilere benzemesi. Bunun nasıl olduğunu ise çözemedim. Buna rağmen içlerinde tanıştığım sensin, dedi.
Ne diyeceğimi, nasıl yorum yapacağımı hâlâ bilmiyordum. Bir an için anlar gibi olduğum şey tekrar aklımı karıştırıyordu. Ben sus pus oturmaya devam ederken "Sormadım, aç mısın?" diye sordu. "Hayır, ama çok yorgunum." diye cevapladım. Rüyada yorgun olmak mı? Zaten uyumuyor muyum? "İstersen yatağa uzan, dinlenirsin, iyi gelir." diye teklif etti. Hiç itiraz etmeden hemen yatağa uzandım. Uzanır uzanmaz da uyumuşum. Gözlerimi açtığımda beynimin içinde "kara delik", "alt üst evrenler", "Tugaylar" sözleri dolanıp duruyordu. İşte bu bir rüyaydı ve ben en sonunda uyanmıştım. Kendi yatağımda, kendi odamdaydım. Kedim, Dosto, gelmiş yanıma yatmış kendini sevdirmeye çalışıyordu. Buna rağmen içimde hâlâ bir şüphe vardı.
Acaba rüyamda gördüğüm diğer benin dediği gibi onun gerçekliğine mi seyahat etmiştim? Yataktan istemeye istemeye doğruldum. Canım sigara istiyordu. Uykumu açmalıydım. Gece yatmadan önce içmiş, kutusunu kitaplarımın bulunduğu masanın üzerine koymuştum. Oturma odasına geçtim. Bıraktığım yerde yoktu. Aradım, taradım bulamadım. Uykum iyiden iyiye açılmıştı ama canım hâlâ bir sigara istiyordu. Yatak odasına geçeceğim anda masanın üzerinde duran bira şişesini fark ettim. Olduğum yerden bir adım atamadım. Üzerinde bir de not vardı. Şaşkınlığım geçtikten sonra şişeyi elime aldım. Notta tam olarak şunlar yazıyordu:
"Belki denemek istersin, ben de sigaralarını aldım, güzel kokuyordu. Afiyet olsun!"