Roman hikaye şiir: İşte bunlar hep yalan
Ayetin, hadisin ve dillerin yalan anlamlarına yaslanırsak, “kurmacanın” “yalan” olması için, insana zarar vermesi, insanlığın felaketini hazırlaması, cehenneme odun taşıması, iftira ve ifsad etmesi gerekir. O halde soralım şimdi: Kurmaca sırf kurmaca olmakla bunları yapıyor olabilir mi?
Esasında sanat ve yalan arasında zorunlu bir ilişki olduğu kanısı veya kabulü çok eskiden beri var. Şiir1, roman ve hikayede söylenilene ve gösterilene “yalan” denilemeyeceği, ona “kurmaca gerçeklik” denildiği şeklindeki kabul de çok yeni değil. Bu ikisi arasında oyalanıp dururken bir de “abartılmış gerçeklik”, “alternatif gerçeklik” şeklinde insanları, yalanın aslında yalan olmadığına inandırmaya çalışan zihin yönlendirici odaklar çıktı. Geçenlerde katıldığım “peygamberi sanatla anlatmak” konulu bir toplantıda da bazı dostlarımız “roman, peygamberimizi anlatmasın, çünkü roman yalan ile kurulur”; bazı dostlarımız da “yahu bu kurmacadır; kurmaca yalan mıdır” deyince, hiçbir yeniliği olmadığını sandığım bu tartışmayı zihnimde ölçüp biçiyor buldum kendimi. Aslında biliniyor olarak kabul ettiğimiz bazı şeylerin ortalığı alevlendirecek bir görüşle yerlerinden sarsılabildiğini düşünmeye başladım. Genel olarak üç kelime/kavram var elimizde: gerçek, kurmaca ve yalan. O halde gerçeğin, kurmacanın ve yalanın ne olduğu konusunda bir tanımlama yapılabilirse mesele hallolur (diyorsanız yanılıyorsunuz). Çünkü her üç kelimenin köken ve anlam olarak bir yığın akrabası var; her bir akrabanın yığınla çoluğu çocuğu var. Bunları kendi gözüne, kulağına, diline, zihnine göre tanımlayan, kesip biçen felsefesi, sanatı, siyaseti var.
Yalanın ve kurmacanın insan için işlevinin ve insana etkisinin esas alınması ile şimdilik bir hal yolu bulunabileceği görüşündeyim. Birkaç gün önce ölen Ursula K. Le Guin, Amerika merkezli “alternatif gerçeklik” simülasyonuna “gerçeğin sınanmasının ölçütü de sadece gerçek olmasıdır, alternatifi yoktur. Güneş Doğu’dan doğar. Güneş Batı’dan da doğabilirmiş gibi yapmak kurmaca, Batı’dan doğduğunu bir gerçek olarak ya da bu durumda ‘alternatif gerçek’ olarak söylemek ise yalandır” şeklinde itiraz etmiş ve “kurmaca zararsız, yalan zararlıdır” demişti. “Mesele tam da budur” mu diyelim?
Yalan, kandırma, aldatma, ayartma, iftira içerir ve bu yüzden zararlıdır elbette ama kurmaca bunları içermez mi? İçerirse kurmaca da yalan olmaz mı? O halde kurmaca, yalan damgası yemek istemiyorsa, kandırma, aldatma, ayartma, iftira içermesin. Bu durumda “ahlak” ilkesi en baş sıraya yerleşiverir ve bu ilke yalanla da sınırlı kalmaz, çünkü doğrunun, gerçek olanın içinde ahlaklı olmayan daima bulunabilir. Örneğin kabul edilmiş, adaba aykırı ve üstelik hayatta yaşanmamış çirkin bir şeyi kuran romancı zarar vermiş olur da, adaba aykırı ve üstelik hayatta yaşanmış çirkin bir şeyi olduğu gibi anlatan bir romancı zarar vermemiş mi olur? Zararlı-zararsız bağlamında kalırsak ve ahlakiliği de merkeze alırsak aslında gelebileceğimiz en son nokta şu olur: Evet kurmaca yalandır ama zararsızdır veya zararsız olmalıdır. Yazının sonunda buraya, yine bu noktaya geleceğimi hissediyorum ama yine de yalan etrafında biraz dolaşmak istiyorum.
Yalanın, gerçeğin zıddı olduğuna dair kesin ve yaygın olan bir inanç var. Eğer öyleyse gerçeğin ne olduğuna dair de kesin ve yaygın bir inancın olması gerekir. Diyelim ki gerçeği kesin olarak biliyoruz: Yani Allahın ayetlerinde söylediklerini, gördüğümüz dokunduğumuz, şahitli, denenmiş şeyleri biliyoruz. Bu durumda varlığın bildirilmiş, görülmüş hali yani varlığın kendisi “gerçek”, varlıkla ilgili duyumsadığımız, benzettiğimiz, tanımladığımız her şey “yalan”dır. E zaten “sanat” kelimesinin farklı dillerdeki karşılıklarında “yapay” ve “yapma” anlamları belirgin bir şekilde öne çıkar yani sanat evvelemirde “yaratılan” bir şey değil “yapılan” bir şeydir. Bu yapma işinin dayandığı en temel kuvve ise “hayal”dir. Öyleyse sanat bütünüyle “gerçek” olmayandır. Hayalin tecessüm etmesi için zorunlu olarak sahip olacağı şey ise “form”dur. Mitten romana kadar uzanan formlar zincirinin esası budur. Sanat bir varlığın “aslı” olmadığı için, bir aslı “işaret” etmeye mecburdur. İşaretin kalıbı olan dil, söz, renk ve yazı biçiminde sayısız imaya ihtiyaç duyar. O halde sanat, “bilgiyi taşır” ama “bilgi değil”dir; “anlamı taşır” ama “anlamın kendisi değil”dir. “Tarif eder” ama “tarif edilenin”, “tasvir eder” ama “tasvir edilenin”, “gösterir” ama “gösterilenin kendisi” değildir. Sonuç: Demek ki kurmaca eserler, roman, hikaye falan değil sanat tümüyle yalandır. Bu anlamda ya yalan söyleyeceğiz yani sanat yapacağız ya da sanatı reddedeceğiz yani yalan söylemeyeceğiz. Bugüne kadar insanoğlunun “varlığın kendisi”ni bütün boyutları, bütün anlamları ile temasa geçmek için hayal etmekten, benzetmekten, dolaylamaktan (yani sanat yapmaktan) vazgeçmediği ortadadır. Bu güne kadar vazgeçilmediyse biz vazgeçebilir ve artık insanoğlu olarak “yalan söylemekten” (sanat yapmaktan) kurtulabiliriz diyebiliriz. Ama problemin biteceğini sanmıyorum. Çünkü dilin kendisi de varlığın kendisi değil, işaretidir. Dilden de mi kurtulmamız gerekiyor?
Yalanın insana zarar verdiğini hatta insanın ve toplumların felaketlerini hazırladığını Allah söylüyor: “Yalanı ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir”. Peygamberimiz kendisine yalan isnat edenlerin cehennemde yerlerini hazırladıklarını söyler. Türkçe etimolojik sözlüklerde de yala- fiillinin anlamı iftira etmek, dil uzatmak, söz taşımak; yalgan isminin anlamı ise fiile uygun olarak bühtan, iftira, töhmet olarak belirlenmiş. Görüldüğü gibi yalanın hayal kaynaklı olarak olmayanı söyleme gibi anlamından çok diğerine zarar veren, ifsad eden anlamı çok belirgin. Çoğu Arapça asıllı olan ama Osmanlı Türkçesinde de kullanılan kizb, abt, adihe, adye, afik, ahnas gibi kelimelerin de iftira, bühtan, dedikodu anlamları çok baskın. Ama yalanın bu kadar kirli ve zararlı olmayan anlamları da var. Örneğin “Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan”; “ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar”; “yalan dünya”; “sevda geçer yalan olur, sonra sokar yılan olur” gibi deyim ve atasözlerinde başkasına iftira, kötülük, dedikodu anlamı değil; geçicilik, samimiyetsizlik anlamları öne çıkar.
Ayetin, hadisin ve dillerin yalan anlamlarına yaslanırsak, “kurmacanın” “yalan” olması için, insana zarar vermesi, insanlığın felaketini hazırlaması, cehenneme odun taşıması, iftira ve ifsad etmesi gerekir. O halde soralım şimdi: Kurmaca sırf kurmaca olmakla bunları yapıyor olabilir mi? Buna şeksiz şüphesiz evet diyemiyorum. Evet diyemiyorum ama kurmacayı kuranın, kurmacanın işlevsel yönünü belirleyebileceğini dolayısıyla kurmacanın bunları yapıyor hale gelebileceğini de aklımdan atamıyorum. Kurmacanın “zararsız” olabileceği alanı şöyle belirleyerek şimdilik meseleyi uyutmak istiyorum: İnsan, “varlığın kendisi” ile kurduğu temasta, anlama ulaşmak için benzetmeye, varsaymaya, hatırlatmaya, hayal etmeye, dolaylamaya mahkumdur. Bu bağlamda kurmaca asıl ile insan arasında bir “vasıta”dır ama ikisi arasındaki teması biçimlendirme etkisine de sahip bir vasıtadır.
- 1 “Şiir ayrıdır, o kurmaca değildir; yalan daha çok kurmaca eserler için söz konusudur” diyenlerin işi yüzünden okuduklarını düşünüyorum. Bir kere şairin yalan söylediğini Kur’ân söylüyor. “Ancak…” diye bir fark koyuyor ama bu konulan fark şiirde yalan olmadığı anlamına gelmiyor. Şiirin kurmaca olmadığı da yanlıştır. Özellikle eski şiir neredeyse bütünüyle tahkiyedir. Tahkiye, kurmacanın iskeletidir.