Recep Kayalı’ya sorduk

Recep Kayalı

Ne zaman iyi bir öykü okusak gerek ben gerek ekip arkadaşlarım çocukça bir heyecan yaşıyoruz. İnsan anlatmak ve anlamak için yaratılmış yegane varlık. Anlatmak için yaratılmış bir varlığın yaratılma sebebini sanata dönüştürmek de iç gıdıklayıcı bir büyü.

Bir dergi çıkarıyorsun: Palto Öykü Fanzin. Palto Öykü’nün karın ağrısı nedir? Neden çıkıyor? Ne yapmak istiyor?

Genel olarak dergicilik ve bu bağlamda edebi kamu ile ilgili eleştirilerin neler?

İlk iki sorunuzu bir arada cevaplamak daha doğru olacaktır. Palto Öykü, bir farkındalığa sahip olan her insanın , bu farkındalığa sebep olan ve tüm sanat üretilerinin başlangıcını oluşturan nedenlerden doğdu. Ortaya çıkışımızın sebebi bir derdin, bir problemin sonucudur. Derdimiz gerçeği bulma derdi. Gerçek edebiyatı, nitelikli edebiyatı bulmak. Çünkü sanat bize hala gerçeği sevgi ve samimiyetle verebilecek tek alan. Bir öykü sizi gerçekten eğlendirebilir, ağlatabilir, aklınızı kurcalar, kalbinize dokunur. Alıcı, refleks olarak da olsa bu duyguları samimi bir şekilde hissedebilir. İşte bu durum beni çok etkiliyor.

Ne zaman iyi bir öykü okusak gerek ben gerek ekip arkadaşlarım çocukça bir heyecan yaşıyoruz. İnsan anlatmak ve anlamak için yaratılmış yegane varlık. Anlatmak için yaratılmış bir varlığın yaratılma sebebini sanata dönüştürmek de iç gıdıklayıcı bir büyü. Daha önce yazar olarak bulunduğum dergilerde ya da okur olarak, gezgin olarak denk geldiğim yayınlarda edebiyata, öyküye bakış benim az önce söylediğim heyecanımı yok etme derecesine kadar getirmişti. Sadece zengin olmak, tanınmak, ilgi çekme söylemleri içinde kalmıştım. Hepsi için söyleyemem ama gözlemlediğim dergilerde ürünler fazla önemsenmiyordu. Ne kadar iyi olurlarsa olsunlar öykülerimiz konuşulmuyor, edebiyatın çarpıcılığı göz ardı ediliyordu.

Bizim büyülendiğimiz ve üretebildiğimiz için Allah’a sürekli şükrettiğimiz sanatın karşılığının bu denli ucuzlaşması beni aşırı rahatsız etmişti. Sosyal medya fenomeni olmanın, komik olmayan şakaların nitelikli öyküden daha fazla ilgi görmesi beni hayal kırıklığına uğratmış, bunun dışında kaldığınızda da edebiyat ilgilileri tarafından görmezden gelinmek çok yaralamıştı beni. Öykü bizim sığınağımız ve hayatımızın çok büyük bölümünü kaplayan bir olgu,oyun alanımız. Ancak içinde bulunduğumuz edebiyat çevresi -Bu sadece dergiler değil, okurlar, edebiyat ilgilileri, yayıncılar- oyun havuzumuzu kirletiyordu.

Mahalle arasında efendi efendi topumuzu oynarken gelip oyunumuza salça olan yaşı büyük çocuklar gibi davranıyorlardı. Biz de kendi oyun havuzumuzu oluşturmak istedik. Hayalimiz salt öyküyü amaç edinen, kendi dilini, kendi öykü atmosferini oluşturmak isteyen, kalıcılığı hedefleyen bir fanzin kurmaktı. Ben ve ekip arkadaşlarım başka dergilerde de yazıyoruz. Bu da bize dergilerin iç yapısını öğrenmeyi sağladı. Biz de farklılıklar oluşturmaya çalıştık. Birbirimizi küçük bir aile, Palto’yu da evimiz olarak görüyoruz. Böylelikle Palto Öykü, özel bir oluşum olarak varlığını sürdürebiliyor. Her birimiz kendi üslubumuzu geliştirerek kahraman anlatıcının ağırlıkta olduğu, katmanlı öykünün, büyülü gerçekçi ve post modernist denilebilecek yapıya yakın öyküler üretiyoruz.

Bunların yanında Palto sayesinde günümüz öyküsünün nabzının tutulduğu, öykü dünyamızın ustalarının eserlerine yarı akademik açıyla baktığımız, genç kardeşlerimizin de gelişimine katkıda bulunan bir oyun alanı kurduk. Biz her sayıda değerli yazarları da konuk alıyoruz. Fanzin burun kıvırmasınlar diye onlara önce öykülerimizi yolluyoruz. Sağ olsunlar öykümüze güvenip heyecanımızdan etkilenerek yazılarıyla çok değerli katkılarda bulunuyorlar. Palto, genç öykücüler ve çizerler için de hem okul görevi görüyor hem de yarı profesyonel bir katkı da bulunuyor. Burada yazan genç kardeşler hemen öykü yazmıyorlar. Bir öykücü önce iyi bir okur olmalı mantığıyla hareket ettiğimizden genç kardeşlerimiz önce kitap tanıtım yazıları yazıyor.

Bu yazı türünde başarılı olanlar kendi okumaları ve öykü üzerindeki zihinsel mesailerinden sonra fotoğraf öyküye geçiyor. Daha sonra öykü üzerine düşünce yazıları kaleme alıyorlar. En son aşamada da öykü üretiyorlar. Bu düşünceyle beşinci altıncı sayımızda değerli bir genç öykücü kazanmış oluyoruz. Gerçek öykü okuru da çabamızı ve beraberinde getirdiği niteliği görünce ürünlerimizi bağrına basıyor. Halkımızın içinde farklı bir çalışmada olanı destekleyen güzel insanlar var. Başta rahatsız olduğumuz durum zamanla değişti. Akademisyenler, yazarlar, okurlar arasında destekçiler, yol arkadaşlarımız oluştu. Otuz ile giden beş yüz rakamını gören ve hep ek baskı yaptığımız bir projeye dönüştü Palto. Buradan başta ekibim olmak üzere hepsine teşekkür ediyorum.

Bugün yazılan öykülere bakınca (dergilerde, yeni çıkan kitaplarda) kendini yakın hissettiğin genç, yaşlı öykücüler kimler?

Günümüz öyküsüne baktığımızda okumaktan zevk aldığım pek çok yerli öykücü sayabilirim. Her dönem için Sait Faik, Ferit Edgü, Oğuz Atay (Tek öykü kitabıyla öykümüze büyük hizmet vermiştir),Halikarnas Balıkçısı, Bilge Karasu gibi isimler başta geliyor. Cemil Kavukçu, Mustafa Kutlu, Ethem Baran gibi yaşayan ustaları okumaktan çok haz aldığımı söyleyebilirim. Özellikle Cemil Kavukçu’yu çok severek okurum. Bizden yaş olarak büyük olan Türker Ayyıldız, Berna Durmaz, Mehmet Fırat Pürselim, Ali Teoman, Güray Süngü ve Ahmet Büke aklıma gelen isimler. Kendi kuşağımdan gelişimine yakıından tanık olduğum için çok mutlu hissettiğim Muhammed Fatih Keleş ve Yunus Meşe’nin yanında başka yayınlarda okuduğum Sıddık Yurtsever, Engin Elman, Mustafa Orman’ı söyleyebilirim. Tabii burada isimlerini söylemeyi unuttuğum ve beğendiğim çok değerli kalemler de var onlar da beni affetsinler.

Neler okuyorsun bu sıralar?

Aynı anda bir iki okuma yapıyorum. Baccacio’nun 1900 isimli eserini bitirdim. Modiano’nun En Uzağından Unutuşun kitabıyla Kurt Vonnegut’un Enayi’nin Portfolyösü’nü okuyorum.

“Günümüz öyküsü” deyince ne anlıyorsun? Eğilimleri, kusurları, avantajları vs.

Post modern bir çağda yaşıyoruz. Bu girişi sırf entellik olsun diye yaptım. Şaka bir yana bu bir imaj çağı. Samimiyetten yoksun, kendimiz olmadığımız sürekli rol modelleri aradığımız bir dönem. Benim bu çağın öyküsünden ve insanından beklediğim tek şey samimiyet. Kendi üslübunu oturtmuş ve öykü evrenini kurmuş her öykücünün günümüz Türk öyküsüne katkıda bulunacağını düşünüyorum. Samimiyetin öykü atmosferi içinde kurulmasının ve özgün bir dilin edebiyatımızı ileriye taşıyacağını savunuyorum. Her öykücü kendi kabuğunu kırmalı ve kendi olmalı. Öykücünün sesini duymalı okur.Bugünün öyküsünün başlıca problemi bu samimiyet ve dil problemidir. İlginçlik, farklılık olsun diye öyküyü şiire yaklaştıran, kelimeleri bozan, kısacası bir şey anlatmayan hikayeler pek çok derginin ve kitabın sayfasını dolduruyor.

Bu durum bir öykü bolluğu gibi duruyor ve ilginç bir şekilde takdir ediliyor. Oysa öykü üzerine titrenilmesi gereken bir sanattır. Az önce söylediğim durumların da öykünün değerini düşürdüğünü düşünüyorum. Anlatma sanatıyla uğraşıp bir şey anlatmayan hikayelerin, anlamadığı her şeyi yücelten tüketiciler tarafından baş tacı edilmesi de okur bazında ele alınması gereken bir başka mesele. Ancak tüm bu dezavantajlara rağmen öykümüzde özellikle üslup ve içerik anlamında heyecan verici deneysel çalışmaların yapıldığını görmek bir öykücü olarak beni çok mutlu ediyor. Hayat da olduğu gibi edebiyatta da olumsuzlukların yanında muhakkak olumlu eylemler ortaya çıkıp kendini göstermeye devam edecektir.