Peki siz hangi dünyanın kiracısısınız?
Dünya Kiracısı’ndaki öyküler gerek üst kurmacaya göz kırpan biçimsel denemeler, gerekse alegorik anlatı tarzı ile gücünü tahkiyeden alan metinler değil. Hatta kimi zaman serpilip büyüyeceğini umduğum öykülerin - herhangi bir eksiklik veya tamamlanmamışlık etkisi bırakmadığını da belirterek - bu tür biçimsel müdahalelerle çabucak final yaptığını söyleyebilirim.
Vurucu bir epigraf ile söze başlıyor “Dünya Kiracısı”, öyle ki hemen ardı sıra gelen ithaf ve ilk öyküye geçmeden karşılaştığımız metinle iyiden iyiye karamsar bir atmosferin ortasında buluyoruz kendimizi. Ne ki öyküler boyunca ilerlediğimizde, - belki bir parça aşırı yorum yapma riskine girerek Doğukan İşler’in kurmacayla ilişkisine yorabileceğiniz - bu karanlık yavaş yavaş dağılıyor ve dünyaya ilişkin fantastik diyebileceğimiz unsurlar barındıran, masalsı, büyülü bir görüş ile karşılaşıyoruz. Gördüğümüzün, tecrübe ettiğimizin ötesinde anlamlar, hikmetler barındıran gerçeküstü, bir başka deyişle gerçekliği farklı uzamlardan da görmeyi salık veren bir dünya. Aslına bakılırsa Doğukan İşler’in didaktik bir dayatma yerine okuruna sezgisel bir kavrayış imkanı tanıyan ve kendi adıma son derece başarılı bulduğum yaklaşımına ilişkin daha içerden ve bize ait bir tanımlama yapılması da mümkün.
Hemen her öykünün sonunda sorulan sorular ya da belli belirsiz işaret edilenler bir bakıma olup bitenlerin ardına saklanmış büyük sırra ilişkin ipuçları içeriyor.
Çünkü öykülerde sıkça kullanılan unsurların esasen fantastik, mistik ve/ya da gerçeküstü gibi bugün üzerimize denk düşürmeye çalıştığımız kavramlardan ziyade bize ait kodlarla işlenmiş, tasavvufi bir damardan beslenen ; hikmet, sır, hisse gibi kavramlarla değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Hemen her öykünün sonunda sorulan sorular ya da belli belirsiz işaret edilenler bir bakıma olup bitenlerin ardına saklanmış büyük sırra ilişkin ipuçları içeriyor. Yazarın bunu yaparken okurunun kavrayış ve zekasına saygı duyarak, öykülerinde muhatabına yeterli miktarda alan bırakması ise altı çizilmesi gereken önemli bir nokta. Öte yandan zaman zaman oldukça kapalı bulduğum öyküler ile karşılaştığımı da belirtmeliyim. Sıkça kullanılan imge ve sembollerin ya da anlatıyı sırtlanıp götüren alegorilerin, kimi öykülerde bu geniş hareket alanında bir tür kılavuzsuz kalma hissi uyandırdığı söylenebilir.
Elbette okurundan kabul edilebilir bir mücadele isteyen bu muğlaklığın onda bırakılmak istenen veya yaşaması umulan tecrübenin gerçekleşmesi için kullanılan bir enstrüman olması da mümkün. Ancak şu da bir gerçek ki, Dünya Kiracısı’ndaki öyküler gerek üst kurmacaya göz kırpan biçimsel denemeler, gerekse alegorik anlatı tarzı ile gücünü tahkiyeden alan metinler değil. Hatta kimi zaman serpilip büyüyeceğini umduğum öykülerin - herhangi bir eksiklik veya tamamlanmamışlık etkisi bırakmadığını da belirterek - bu tür biçimsel müdahalelerle çabucak final yaptığını söyleyebilirim. Öyle sanıyorum ki, Dünya Kiracısı’nda yer alanların ötesinde bir bütün olarak baktığımda Doğukan İşler’in öykülerinde sonuca ulaşmaya dair bu tür bir çabukluk eğilimi ağır basıyor. Söz gelimi “Miskin Kaf Kaf Nasıl İmparator Oldu?” öyküsünde açıkça karşılaştığımız türden müdahalelerle kendisini gösteren bu etkinin, - belki de – Doğukan İşler’in öykülerinde tahkiye ile arasına koyduğu mesafenin de temel nedeni olduğu kanaatimdeyim.
Sözünü ettiğim çabukluğun etkisi kurgusal yapı ve öykü zamanı gibi unsurlarda daha göz önünde olmakla birlikte konu kullanılan dilin ritmi ve söz dizimi olduğunda ise nispeten daha serinkanlı, biriktirici bir üslup ile karşılaşıyoruz. Bu noktada ufak bir ayrım yapmakta fayda var. Yazarın yardımına pek sık başvurmadığı anlatıcısı sözünü ettiğim tavrı benimserken, daha sık işittiğimiz karakterleri - yer yer aynı çizgiye yaklaşmakla birlikte - genellikle sık karşılaşmadığımız, nüktedan ve akıcı bir dili tercih ediyorlar. Daha önce değindiğim tasavvufi izlerin kolayca farkına vardığımız öykü kişileri belki birazcık tek tipleşme riskine girseler bile dinlemesi keyif veren, kendine has bir dünya kavrayışına sahip, bir tür nostalji etkisi bırakan karakterler. Dünya Kiracısı’nda dikkat çeken bir diğer unsur ise epigraf ve ithaflar. Dürüst olmak gerekirse epigraf kullanmanın başlı başına riskli bir tercih olduğunu düşünüyorum.
Zira yazarda güçlü çağrışımlar yapan cümleler okuru için aynı etkiyi yaratamayabilir. Aynı durum yazarlara yapılan ithaflar için de kısmen geçerli. Öykünün bu tür ön imgeler ya da tanımlı alanlarla kaleme alınması muhatabında bu alanları dolduracak bir bagaj olmaması halinde, okurun üzerinde yürüyeceği yolu belirsizleştirerek, varılacak yere ulaşılamamasına neden olabilir. Elbette bu türden epigraflar yolculuğun daha keyifli olmasını sağlayabileceği gibi zaman zaman hedefe salimen ulaşmayı temin etmeleri de mümkün. Doğukan İşler öykülerinin bazılarını isimleriyle birlikte zihnimize bazı imgeler kazımış Borges, Buzzati, Holst gibi yazarlara ithaf etmekle kalmamış, çeşitli epigrafların yanı sıra E? isimli öyküsünde Perec’e yaptığı gibi hem doğrudan öykünün içinden hem de öykünün ismiyle selam çakmayı tercih etmiş.
İthaf olunmuş Kum, Kehanet, Lisan-ı Kedi’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir öyküleri başta olmak üzere Ala, Ne Çok Şeyler gibi epigraf kullanılan kimi öykülerin, gerek hakim imgeler gerekse tematik ve biçimsel yapının inşası bağlamında ele alındıklarında; epigraf ve ithafların alışık olduğumuzdan farklılaştığı, öykülerin deyim yerindeyse bunlara göbeğinden bağlı bir halde oldukları görülüyor. Bu noktada Dünya Kiracısı’nın takdire şayan bir riski göze aldığını belirtmek gerek. Zira adı geçen yazarlara ve metinlere aşina olanlar için okunması özellikle keyifli olacak bu öykülerin, aynı yazarlarla yazarın kurduğu türden bir ilişki kuramayanlar için neye karşılık geleceğini düşünmemek elde değil. Belki de tam da burada bunları düşünmeyi bir kenara bırakıp serçelere yas tutanların, sağduyulu vampirlerin, göğe koşan ala geyiklerin kol gezdiği masalsı dünya ile okurunu baş başa bırakmak, öykülerin sorduğu sorulara kendi cevaplarını vermelerini beklemek gerek.