Öyküye Dair Kafa Karışıklıkları
İlk olarak şunu öğrenmek istedim. Öykü ile hikaye birbirinden farklı şeyler mi? Ben bunları eş anlamlı kelimeler olarak biliyordum. Ama değilmiş… Hatta öykücülerle hikayeciler arasında bundan dolayı bir kavga bile varmış. Hikaye diyenler öykü diyenleri, öykü diyenler de hikaye diyenleri sevmezmiş...
Farklı Bir Şey Midir Öykü ile Hikaye?
Bundan on yıl önce, öykü yazmaya başladığım zamanlarda, pek çoğu gibi ben de öykünün ne olduğuna dair “yaşanmış ya da yaşanması mümkün…” diye başlayan kalıptan başka pek bir şey bilmiyordum. Öykü neydi? Hikaye neye denirdi? Bunlar aynı değil miydi? Yetmezmiş gibi bir de minimal öykü mü vardı? Ya öykümsü? Zihnim çorba olmuştu. Bu kafa karışıklığıyla kalmaktansa bir yerden başlamak iyi olacak diye düşünmüştüm. Doğru veya yanlış en iyisi sorgulamaktır…
İlk olarak şunu öğrenmek istedim. Öykü ile hikaye birbirinden farklı şeyler mi? Ben bunları eş anlamlı kelimeler olarak biliyordum. Ama değilmiş… Hatta öykücülerle hikayeciler arasında bundan dolayı bir kavga bile varmış. Hikaye diyenler öykü diyenleri, öykü diyenler de hikaye diyenleri sevmezmiş... Bu kavgaya bir son vereyim diye kendimi ortaya attığımda (gençlik işte) ben de kavgada taraf olacağımı bilmiyordum.
Nasıl Başladı Öykünün Hikayesi?
Bir koşu gittim kütüphaneye. Eski gazeteleri taramaya başladım. Bir de ne göreyim. Ulus Gazetesi’nin 15 Nisan 1949 tarihli nüshasında Nurullah Ataç’a ait şöyle bir yazı var. “Bundan böyle hikaye yerine dinlemece diyecekmişiz. Türk Dil Kurumu üyelerini o güzelim buluşlarından tiksindirmemek için ben, söz veriyorum kullanmayacağım o dinlemece tilciğini; bir yol alıştım öykü demeğe, bırakmayacağım.” İyi ki sarılmamış o tilciğe(!) yoksa şimdi dinlemece diye bir türümüz daha olurdu belki de. Öykü, Ataç’ın kelimelerinden birisi… Bunda hemfikiriz. Fakat Nurullah Ataç, öykü kelimesini uydurduktan sonra bunu farklı bir türün adı olarak kullanmıyor.
Feyza Hepçilingirler’in İmge Öyküler Şubat-Mart 2005 tarihli sayısındaki ayrımına benzer tanımlamalar ise meseleyi çözmeye bir katkı sağlamıyor… Özetle şöyle diyor, hikaye kelimesi söyleme ve seslendirme sorununa yol açıyor. Hikaye demek yerine şapkasız olarak hikaye şeklinde kullanımların olduğunu, bu yüzden öykü demenin tercih edildiğini söylüyor. Bu kadar basit bir sebep yüzünden olacağını sanmıyorum. Gerçi, Feyza Hepçilingirler, burada tür olarak farklılığa da vurgu yapmıyor.
Kim Ayırdı Öyküyle Hikayeyi?
Öykünün hikayeden farklı bir tür olarak kavramsallaştırılması çok eski değil. Bu kavramsallaştırma 1980’de ortaya çıkıyor. O döneme kadar birbirine muadil olarak kullanılan bu kelimeler, 1980 yılından sonra “Short Story” yerine kullanılmaya başlıyor. Çünkü batıdaki short story’nin bizdeki karşılığı olan kısa hikaye, tam olarak short story türünü tanımlamakta yetersiz kalıyor. Kısa Hikaye kavramsallaştırması, kelime sayısı olarak kısalık gibi muğlak bir anlama vurgu yapıyor. Oysa buradaki kısalık, kelime sayısının az olması değil… Madem 1980’de ortaya çıktı dedik, nasıl ortaya çıktığını da söyleyelim.
Yaşar Kaplan Mavera, Eylül 1980, Hikaye Özel Sayısı’nda şöyle diyor: “Şu öykü sözcüğünü iyi ki uydurdular. “Hikaye!” “Bana hikaye anlatma!” “Bırak bu hikayeleri” Görüldüğü gibi günlük yaşantımızda bize inandırıcı gelmeyen şeylere hikaye der geçeriz. Bu yaklaşımla hikaye boş laf, kuruntu, kandırmaca, lakırtı, yalan söz gibi anlamlar taşımaktadır,” ve devam ediyor:
“Öykü sözcüğünün bir başka yararı daha dokundu öyküye. Önceleri hem (story) hem de (short story) için hikaye sözcüğünü kullanırken, şimdilerde birincisi için hikaye ikincisi için öykü sözcüğünü kullanabiliyoruz. Değişik iki anlam için değişik iki sözcük, kimi yanlışlarımızın önünü alacaktır umarım.” Hikaye kurgusal yapıtlardaki yani öykülerdeki ya da romanlardaki olaylar bütünü… Öyküye gelince; içinde bir hikaye, ya da bir takım hikayeler taşıyan, roman olmayan, şiir olmayan, başka bir şey olmayan, ancak yalnızca öykü olarak anılmak isteyen bir tür, yazınsal türlerden bir türdür. İşte (short story)nin Türkçe’si öykü…”
Neden Ayırdılar?
Sonuç yerine zihnimde oluşanları şöyle özetleyebilirim. Bütün bunları okuduktan sonra ilk olarak hikaye ve öykü kelimelerinin önceleri aynı anlama gelecek şekilde kullanıldığını gördüm. Çünkü bu kelimelerin birbirinin yerine kullanıldığı dönemlerde, bir tür olarak bizim edebiyatımızda (short story) tam anlamıyla oluşmamıştı. Evet, yazılan kısa hikayeler vardı ama bunlar kelime sayısı açısından uzunluk/kısalıklarına göre tasnif edilerek short story kategorisine alınamazlardı. Bizde hikayenin (short story) hüviyetini kazanmaya başlaması 1950’lere rastlıyordu. Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan”(1954) kitabının batılı anlamdaki (short story) öykünün pek âlâ bir çığır açıcısı olduğu iddia edilebilirdi. [Biz de bundan sonra devam ettirmeyi düşündüğümüz yazılarımızda short story yerine kısa hikaye değil öykü diyeceğiz.]
1980’lere gelene kadar Sait Faik’in açtığı bu çığırdan ilerleyen 50 kuşağının ve sonra gelenlerin yazdıkları da ne bileyim Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Ömer Seyfettin, Ahmet Midhat Efendi gibi isimlerin yazdıkları da aynı tür içinde tasnif ediliyordu. Oysa 50 sonrasında hikaye batılı anlamdaki short story’i karşılayacak bir yapıya dönüşmüştü. ( Burada dönüşmüştü diyorum özellikle, çünkü ortada bir dönüşüm var. Yani mesela roman gibi batıdan alınıp kopya edilme değil, bizde var olan kadim hikayenin form değiştirmesi burada vurgulamak istediğim…Form değiştiren hikaye ise yeni bir kimliğe bürünüyor ve geçmişteki formla karıştırılmaması için öykü olarak bu türün adı kavramsallaştırılıyor.)
Ve 1980 Mavera Hikaye Özel Sayısı’nda Yaşar Kaplan, güzel bir iş yaparak bir kafa karışıklığını ortadan kaldırmak ve 1950’den 1980’e kadar batıdaki short story olma hüviyetini kazanan hikayeleri önceki dönemde yazılanlardan (Sadece edebî değil biraz da siyasal sebeplerle) ayırmak için hikaye ile öykü arasında bir farklılık ortaya koydu. Bu farklılığın ayrıntılı sebeplerine, short story’nin kavramsal olarak neyi ifade ettiğine ve bizde hikayenin gelişimine dair denemeler için gelecek sayılara inşallah diyeyim…
- Sevgili “herkesle iyi geçinmeye çalışan öykücü” arkadaşım, kardeşim, anlıyorum seni. Ama bu yolun sonunda kendini “piyasanın” vasat ve yüzsüz adam kadınlarını överken bulabilirsin. Çünkü onlar istemekten utanmayacak sen ise yok demekten korkacaksın! Bence dikkat et. (AE)