Öykücünün günlüğü
Bu günlüğe 18.09.1982 ile 06.10.1982 arası her gün bir tane olmak üzere 12 öykü yazdım. İnanılmaz. Önceden tasarladığım bir şey değil. Neredeyse kendiliğinden oldu. Giriş cümlesinden sonra her şey akıp gitti. Tüm öyküleri yeniden okudum, gerçekten şaşırdım.
04.01.1981
Her şeyimi buraya yazacağım. Edebi bir kaygım yok, sadece yazacağım, GÜNLÜK’lere hayatımı not edeceğim. Bu sadece tutanak olmayacak, burada kendimi de görecek, kendime bakacağım. Pek çok gelecek tasarımı m var. Okulu sorunsuz bitirmek, İngilizce öğrenmek, okumak, hep okumak. Her şeyi bilmek, kendimi yetiştirmek ve hayatın her şeyine değmek istiyorum. Acısına, tatlısına, her şeyine. Her şeyi bu deftere yazacağım.
Nedense bu karlı gecelerde, hep Dostoyevski’nin hayata yenilmiş, sağlıksız kahramanlarını düşünürüm. Üstü başı dağınık bir şekilde, onlarla bir köşe başında karşılaşacakmışım gibi bir his doğar içime. Onlarla oturup uzun uzun konuşma arzusu duyarım. Sokak aralarında dolaşıp, onları ararım. Ama onlar, hiçbir yerde karşıma çıkmazlar. Zaten o incelik düşkünü insanlar aramızdan çoktan ayrıldılar. Artık ne yağan karın, ne de gecenin bir anlamı kaldı.
02.04.1982
Cemal Şakar ile birlikte Aylık Dergi’deyiz. Derginin şiir özel sayısının hazırlıkları var. Soruşturma cevaplarını daktilo ediyorum. Cafer Turaç’ın cevabını daktilo ettim. Yaşar Kaplan’la birlikte tüm cevapların tashihlerini yapıyoruz. Yaşar Kaplan dil bilgisi dersi veriyor adeta. Bana yazıp yazmadığımı soruyor. Ben de sadece GÜNLÜK yazdığımı söylüyorum. Öğle yemeğimiz, çay, helva, yoğurt ve zeytin.
Üzeyir Sali geliyor ve “Mavera’da Şiir” adlı incelemesini getiriyor. On yedi sayfalık bir yazı. Kaplan “Tez mi hazırladın kardeşim,” diyor. Hemen bir göz atışta dil bilgisi hataları buluyor ve nazikçe söylüyor. Üzeyir ise, “Abi yazıyor, yazıyor öyle bir yere geliyorum ki hangi dil bilgisi işaretini kullanacağımı şaşırıyorum, bu işaretler bana yetmiyor,” diyor. Geç saatlere kadar dergi hazırlıkları sürüyor.
06.05.1982
Cemal ile Aylık Dergi’ye gidiyoruz. Yaşar Kaplan orada. Kaplan’ın yeni çıkan öykü kitabı hakkında konuşuyoruz. Ama bizim kalkmamız lazım. Yönelişler dergisinin Ankara dağıtımını yapacağız. Kargo’ya gidiyoruz. Ama görevli bayan Cemal’in daha sormasını beklemeden, “Sizin koli gelmedi,” diyor. Biz kızarak ayrılıyoruz oradan. Okula, oradan yeniden Aylık Dergi’ye geçiyoruz. Matbaadan bazı kağıtlar geldi. Yakında şiir özel sayısı çıkacak. Biz de onun düzelti işini yapıyoruz. Ben okuyorum Cemal düzeltiyor. Okumaktan ağzım yoruldu. Biraz sonra Yaşar Kaplan da geliyor.
Akşam evde Yaşar Kaplan’ın Birinci Kitap’ını okuyorum. Akıcı ve gerilimli öykülerden oluşuyor. Nitelikli ve sıkı. Bir yandan da İsmet Özel’in şiirlerini okuyorum. Şiir okumak farklı. Ruh işi. Şairin yazdığı ortama girmek lazım. O tadı alabilmek, anlayabilmek, dünyasına girebilmek için. Zorlasak da bazen giremeyiz. Onlara fildişi kule şairi diyebiliriz. Bu kuleye gidecek hiçbir yol bulamayız. İsteriz bir yerlerde bir anahtar olsun. Ama dışarıda öylece kalakalırız. Kuşkusuz şair bizim istediğimiz ya da beklentilerimize göre yazmaz içinden geldiği gibi yazar. Okur olarak da ona uymak durumundayız. Elbette onun da kalemine hakim olamadığı anlar vardır. Onun da samimiyet kuramadan dizdiği dizeler vardır. Belki o da bizimle alışır o dizelere. İsmet Özel’de zaman zaman takıldığım dizeler, şiirler yok değil. Bakalım…
09.06.1982
Çakılıp kalmak; tasarıların cılkını çıkarmak; umutları pörsütmek… Öğleden sonra Cemal Şakar geldi. “Hadi çıkıyoruz ama nereye diye sorma.” Toz duman bir öğle sonrası. Cemal benim yazdıklarımdan başka bir şey konuşmak istemiyor. Cemal sürekli yazdığım şeylerin yayımlanması için ısrar ediyor. Ama ben “yazdıklarımın neye benzediğini bilmiyorum ki” diyorum. “Şiir mi öykü mü ne? Hem ne işe yarayacak yayımlasam?”Cemal bütün gün “Niçin yazdığını bilmiyorum ama yayınlamayacaksan yırt at o zaman,” diyor. “Ya da yazmana tutarlı bir gerekçe bul.” Ben hâlâ kafamdaki soruları çözmüş değilim.
06.10.1982
Bu günlüğe 18.09.1982 ile 06.10.1982 arası her gün bir tane olmak üzere 12 öykü yazdım. İnanılmaz. Önceden tasarladığım bir şey değil. Neredeyse kendiliğinden oldu. Giriş cümlesinden sonra her şey akıp gitti. Tüm öyküleri yeniden okudum, gerçekten şaşırdım. Kuşkusuz insan kendi yazdıkları konusunda sağlıklı kararlar veremez ama ben öykü yazmak gibi bir amaçla yola çıkmamıştım. Bilinçsiz bir şekilde zihnimde, kalbimde öykü biriktirmiş olmam şaşırtıcı. Bunun tümüyle günlük yazma disiplinimle ilgili olduğunu düşünüyorum. Sürekli okuma ve her gün yazma zorunluluğu galiba beni bu noktaya getirdi. Artık ortaya çıkan bu metinleri geliştirmeliyim.
Ne yani edebi bir serüven mi başlıyor.
Öykü bir kader gibi buldu beni.