Nevrotik insanın öyküsü
Her iyi öykü gibi Kan Akacak Ve Bitecek’teki öyküler de bir sonraki cümleye, bir sonraki sayfaya ve elbette hikayenin sonuna arzu duymamızı sağlıyor. Öykünün ilk cümlesinden başlayıp okuru etkisi altına alan bu arzu sona yaklaştıkça büyüyor ve iyi bir finalle birlikte karşılığını bulup hazza dönüşüyor.
Tuna Yukay’ın Dedalus Kitap’dan çıkan yeni kitabı, esere ismini de veren “Kan Akacak Ve Bitecek” öyküsüyle hızlı biçimde açılıyor ve “Son Mesih” adlı ilginç bir öyküyle noktalanana dek ritmini hiç kaybetmiyor. Farklı “hikaye” ler barındıran ve aslında ilk bakışta birbirine çok da benzemeyen 7 öyküden oluşuyor kitap. Ama gözümüzü karakterlere, yani aslında hikayenin derinliklerine çevirdiğimizde öyküler arasında bir söz birliği olduğunu fark edebiliyoruz. Öykülerin hepsi zayıf karakterli, çaresiz, nevrotik ve tam da bu sıfatlar sebebiyle gülünç durumda olan karakterlerin etrafında kurulmuş. Hastalıklı ruhlar, kitabın başından sonuna kadar çaresiz ama vazgeçmeyen bir tavırla okura eşlik ediyor. Önce hafif bir şekilde başlayan nevrotik hal, “Balçıklaşma” öyküsünde obsesyona ve son öyküde şizofreniye dönüşüyor. Bu “hastalık” lı öyküler elbette kitabın atmosferini de etkiliyor.
Anormalliklerle dolu ama kendi içinde tutarlı bir öykü evreninde geçiyor hikaye. Öykülerin hepsi için ortak olan bu durum, bize 7 ayrı öyküyü bütünlüklü bir yapı içinde değerlendirme fırsatı verirken okuru da planlı bir yolculuğa çıkarıyor. Kan Akacak Ve Bitecek’in mizahi tarafının kuvvetli olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik Tuna Yukay’ın mizah anlayışı kelime oyunlarına, süslü aforizmalara dayanmıyor. Zayıf karakterlerin hayata tutunmak için mücadele etmelerine rağmen yaşam karşısında böylesine utanç verici bir duruma düşmüş olmaları hikayeyi hem acı hem de komik kılıyor. Sağlıklı düşünemeyen karakterlerin yaptığı absürtlükler nevrotik karakterlerimizin gözünden baktığımızda hiç de absürt görünmüyor ve hikayenin temel taşlarından olan bu tezat, “humour”u doğuran bir başka etmen olarak göze çarpıyor.
Postmodern tekniklerle yazılmış “Balçıklaşmış Yeşilimtırak Mayonezler” adlı kısa öyküyü dışarıda tutarsak öykülerin yalın bir dille ve yalın bir gözlem sonucunda yazıldığını söyleyebiliriz. Hikayenin akışını engelleyecek herhangi bir “fazlalık”la karşılaşmak güç. Öykülerin “hızlı” olmasını sağlayan etmenlerden biri bu. Hızlılığı ve ritmi sağlayan bir diğer etmen ise öykülerin “Sonra ne olmuş?” sorusunu okura her an sordurabilmesi. Her iyi öykü gibi Kan Akacak Ve Bitecek’teki öyküler de bir sonraki cümleye, bir sonraki sayfaya ve elbette hikayenin sonuna arzu duymamızı sağlıyor. Öykünün ilk cümlesinden başlayıp okuru etkisi altına alan bu arzu sona yaklaştıkça büyüyor ve iyi bir finalle birlikte karşılığını bulup hazza dönüşüyor.
Öykünün ilk cümlesinden başlayıp okuru etkisi altına alan bu arzu sona yaklaştıkça büyüyor ve iyi bir finalle birlikte karşılığını bulup hazza dönüşüyor.
Bu başarı nedeniyle Kan Akacak Ve Bitecek’teki öyküler uzadıkça daha iyi bir noktaya gidiyormuş gibi görünüyor. “Patlıcan Sevilmez mi?” adlı öyküyü hem kitabın en uzun ikinci öyküsü olması bakımından uzadıkça etkisini artıran öyküye hem de iyi bir final yapması bakımından “arzu” nun neredeyse yüzde yüz verimle edebi hazza dönüştüğü öyküye örnek gösterebiliriz. Kan Akacak Ve Bitecek’i yazarın kurduğu ilginç öykü evreninde özel bir yolculuk yapmak için veya nevrotik insanın hayat karşısında verdiği silik mücadeleye tanık olmak için okuyabileceğimiz gibi sadece 7 iyi öykü okumak için de elimize alabiliriz. Okur hangi yolu tercih ederse etsin kitabı bitirdiğinde hayal kırıklığına uğramayacaktır diye düşünüyor ve umuyorum.