Nakavta Övgü: Öykü Gazetesi
Bir derginin en önemli özelliği fiyat politikası ya da “Aboneliğimiz yoktur” ibaresi olursa, o derginin varlığının bir anlam ve önemi kalmıyor. Gerilla tarzı dergiciliği savunan biri olarak, dağınık ama düzenli bir dergi arıyor ama ısrarla bulamıyorum.
Türkiye’deki dergi yayıncılığında son dört-beş yıldır şöyle bir sorun var: Sıkı şekilde dergi takip etmesi gereken birçok ismin dergi yayımlamaya yeltenmesiyle oluşan kriz devam ediyor. Her ay raflara eklenen yeni dergilerin benzerlikleri çok fazla. Bahsettiğim, dergilerde aynı isimlerin yazması değil, bu da bir yere kadar kabul edilebilir, derginin tarzı ve içeriği etrafında sindirilebilir bir durum. Çıkan dergiler, boyutları, mizanpajları, yöntemleri, bölüm başlıkları ve söyledikleri bakımından birbirlerine benziyor. Bir derginin en önemli özelliği fiyat politikası ya da “Aboneliğimiz yoktur” ibaresi olursa, o derginin varlığının bir anlam ve önemi kalmıyor. Gerilla tarzı dergiciliği savunan biri olarak, dağınık ama düzenli bir dergi arıyor ama ısrarla bulamıyorum.
Beni umutlandıracak yayın, bir dergi şeklinde değil gazete olarak geldi. Ercan y Yılmaz, Nalan Kiraz ve Faruk Duman tarafından yeni bir öykü gazetesi yayımlanmaya başladı: Öykü Gazetesi. İçeriğe ve öykülere dair yorum yapılabilir ama yeni yayımlanmaya başlamış bir dergi için bahsedilmesi gereken daha önemli bir şey var, o da yayımlanma tarzı ve yöntemi. Aylık bir öykü gazetesi olmasından daha güzel olan şey tam da burada, tarzını da yönetimini de ilan eden bir alıntı var gazetenin alınlığında: “Roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir” (Julio Cortázar).
Nakavta övgü. Müptelası mutlaka kaçırmamıştır, 2008 yılında haftalık bir şiir dergisi yayımlanmıştı: Mahfil. Benim gönlüm hâlâ Mahfil’in çıkış tarzından yana: Tek per/yaprak, iki sayfa, diğer bir deyişle arkalı önlü iki sayfa. Dergi bundan ibaretti. Önce Ömer Şişman ve Osman Çakmakçı’nın yönetiminde, bir süre sonraysa Ömer Şişman ve Ahmet Güntan’ın yönetiminde yayımlanmıştı. Ömrü otuz hafta sürdü (18 Ocak 2008-8 Ağustos 2008). O otuz hafta, biz “dağınık ama düzenli dergi” müptelaları için eşsizdi. Uzun ve doldurulmuş künyelere, takım elbiseli tavırlara bürünmeyen bir dergi.
Öykü Gazetesi takım elbise giymeyen bir matbuat. Dergilerde kendinden kapaklı dediğimiz (ki bu bir gazete, “kendiliğinden” kapaklı), okuru kapağındaki ilk öyküyle karşılayan, hayranı olduğumuz, daha ilk sayfadan resmiyeti ortadan kaldıran, samimiyeti önümüze seren bir gazete. Son yıllarda herkesin dilindeki “Son yıllarda öykücülüğümüz yükselişe geçti” cümlesinin sonuçlarından biri. İlk sayıda yirmi iki öykü var, dergilerin kurumsal adresilerine “yağan” öyküleri göz önüne alırsak her sayıda bu kadar öykü yayımlamakta zorlanmayacaklarına eminim, bu durum öykülerde kalitenin düşmesi yönünde bir sonuç vermediği sürece elbette iyi bir durum.
Öykü Gazetesi’nin ilk sayfada Erdal Öz’ün bir öyküsüne yer vererek, kendi geleneğine, “usta” kabul ettiği bir öykücüye kapaktan selam vermesi de takdire şayan. Gazetenin yöntemine dair tek teklifim şu olabilirdi: Hazır, gazete olarak ve bunca samimi şekilde yayımlama cesaretini gösterilmişken, Mahfil’in yaptığı gibi haftalık yayımlansaydı. İlk sayılar hakkında yazmak risklidir, yukarıda uzun uzadıya ve heyecanla izah ettiğim tarz ve yöntemle çıkan dergilerin ömrü de pek uzun olmaz ama Öykü Gazetesi için geçerli olacak koşulların bu genel durumdan daha iyi olmasını dilerim. Derginin içeriği üzerinden bir değerlendirme yazısı yazma hakkımı, başka bir dergi değerlendirmesi için saklıyorum. Öykü Gazetesi, dağınık ama düzenli bir dergi olarak, tarz ve yöntemine dair bir övgüyü ilk elden hak ediyor.