Metaforun işlevi veHiçoğlu’nun serüvenleri

Düşünce metaforiktir ve karşılaştırma sayesinde meyvelerini verir; dilin metaforları ise buradan türer.
Düşünce metaforiktir ve karşılaştırma sayesinde meyvelerini verir; dilin metaforları ise buradan türer.

Kelimelerdeki metaforlar, cümlelere, cümlelerdekiler bütün bir öyküye sıçrar ve en sonunda öykü tek başına bir metafor haline gelir.

Andre Gide'in bir denemesinde anlattığına göre Oscar Wilde ona şöyle demiş: "Bu adamlar sanıyor ki, bütün düşünceler çıplak doğar. Benim ancak hikaye ile düşünebileceğimi bir türlü anlamıyorlar. Heykelci düşüncesini mermere geçirmeyi aramaz; doğrudan doğruya mermerle düşünür." Oscar Wilde "bu adamlar" derken kendisini acımasız ve anlamsızca yeren eleştirmenleri kastediyor; fakat "metafor" u, düşüncenin yahut hikayenin aktarımında bir araç olarak görenleri de eleştirisine dahil etse sanıyorum yanlış bir şey yapmamış olurdu. Zira düşüncesini mermere geçirmeyi arayan heykeltıraş aslında söyleyecek bir şeyi olan ve metaforu da bunu daha süslü söyleyebilmek için bir araç olarak kullanan sanatçıdan başkası değildir. Söz konusu sanatçı, metaforu yerine göre anlatımın etkisini arttırmak amacıyla kullanır ama bunu yaparken metaforun hakikati saptırmasından endişelenerek olabildiğince anlaşılır olmaya çalışır.

Metaforu bir şeyi daha etkili söylemenin yolu olarak görür, metaforun yeni bir şey söyleyeceğine inanmaz. Bu anlayışın epey eskiye dayandığını söyleyebiliriz. Geleneksel felsefe döneminde esas olanın lafzi dil olduğuna inanan ve metafor kullanmanın hakikati saptırdığına inanan filozoflar mevcuttu ve bu kanaat değişerek de olsa günümüze kadar etkilerini sürdürmeyi başardı. Platon rakip olarak gördüğü ve hakikati felsefecilere bırakmaları konusunda uyardığı şairleri eleştirirken metaforu da düşman ilan etti: "Benzetme duyguları kurutacak yerde sulayıp besler, dizginlenmesi gereken tutkulara içimizin dizginlerini verir, böylece iyi ve mutlu olmamıza değil, kötü ve mutsuz olmamıza yol açar." Aristo metafor kavramına daha olumlu yaklaştı ve metafor kullanmanın bir deha göstergesi olduğunu söyledi. Fakat metaforların açık ve anlaşılır olması gerektiği fikrini tezine ilave ettiğinde aslında Platon'dan çok da farklı bir noktada durmadığı anlaşılıyordu.

Lafzi dil esas olandı ve figüratif dil sadece -mümkün olduğunca anlaşılır olmak kaydıyla- anlatımın etkisini arttırmak için kullanılmalıydı. Nietzsche'nin bu anlayışa karşı çıktığını ve Kant'ın da bu hususta şairlerden yana tavır aldığını söyleyebiliriz. Onlardan etkilenen Richards ise şu cümlelerle metaforu çok farklı bir noktaya yerleştirdi:1 "Düşünce metaforiktir ve karşılaştırma sayesinde meyvelerini verir; dilin metaforları ise buradan türer."1 Ve nihayet George Lakoff ve Mark Johnson da Kavramsal Metafor Teorisi adı altında metafor kavramını kapsamlı bir şekilde incelediler. Metafora olan bakış açısını değiştirmek adına önemli tezler ortaya attılar. Lafzi dil-figüratif dil ayrımının yapılamayacağını, metaforik dil ile lafzi dilin iç içe olduğunu iddia ettiler.2 Metaforun bir benzerliğe dayanmadığını, tersine metaforların çoğunlukla benzerlikleri yaratan unsurlar olduğunu söylediler.3 Şimdi konunun bizi ilgilendiren bölümüne gelelim.

Çağdaş metafor teorisinden ne anlamalıyız? Dilin kendisinin metaforik olduğu, dilin insan zihninin bir yansıması olduğu düşüncesi edebiyatla uğraşan insanlar için ne ifade etmeli? Feyyaz Kayacan, "İstanbul Zeybeği" adlı öyküsünün girişinde James Joyce'un gözünün son ışığını ve soluğunun son tekmesini tüketinceye dek yaşadığından söz ediyor. Etkileyici bir cümle okuduğumuzdan şüphemiz yok. Bunun nedeni üzerine düşünelim. Bizi etkileyen, yazarın hakikati çarpıtıp benzerlik kurulamayacak iki şeyi birbirine benzetmesi mi? Yoksa metafor kullanmış olması okuru etkilemeye yetiyor mu? Oysa Feyyaz Kayacan lafı uzatmayıp "hayatını kaybedene kadar" demiş olsaydı yine metafor kullanmış olacaktı. Bu ifade bize açıkça hayat kaybetmemek için sıkı sıkıya elimizde tuttuğumuz bir mülktür diyor. O halde neden hayatını kaybetti ifadesi bizi sarsmıyor? Cümlelerin derinine indiğimizde gizlenmiş metaforlarla karşılaşıyoruz. Bu, gündelik dilde kullandığımız birçok cümle için de geçerli.

Lakoff ve Johnson'ın verdiği örneklerden biri "Zaman Paradır" metaforu.4 "Lütfen zamanını bu boş işlere harcama. Kendimden başka kimseye vakit harcamak istemiyorum. Makalemi yeniden düzenlemek bana üç saate mâl oldu. Zamanını daha verimli kullanmak senin elinde. Bu işle uğraşırken çok zaman kaybettim." Bu cümleleri kurarken hiç farkında olmadığımız halde bir metafor kullanıyoruz. Zihnimiz, belleğimiz dilimize sirayet ettiği gibi toplumun zihni, belleği de dilimizi etkiliyor. Söz gelimi geleneksel bir toplumda yaşasaydık muhtemelen vakit harcamak diye bir ifade kullanmayacaktık zira vaktin harcanan bir şey olduğu düşüncesi modern döneme ait. Bu örnek dilin metaforik olduğunun ve metaforlarla düşündüğümüzün bir delili olarak gösterilebilir. Hatta bu örneğe dayanarak yazarın ya da toplumun zihnini okumanın tek yolunun bu metaforların izini takip etmek olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü onlar bazen yazardan bile gizlenmeyi başarırlar.

Feyyaz Kayacan'ın "Ya çocuklarımız... Geleneklerimizin gemine henüz vuramadığımız çocuklarımız" derken kullandığı metafor yazarın bakış açısıyla ilgili bir fikir verir bize. Metafor düşünceyi aktarma aracı olarak değil, düşüncenin bizzat kendisi olarak çıkar karşımıza. Tekrar asıl meselemize dönüp edebi metinde metaforun ne zaman bizi sarsacağını, etkileyeceğini düşünecek olursak öncelikle metaforun su yüzüne çıkması gerektiğini söyleyebiliriz. "Makalemi yeniden düzenlemek bana üç saate mâl oldu." cümlesi hiçbir şekilde bizi sarsmaz, rahatsız etmez, etkilemez. Oysa zaman paradır metaforu yaşadığımız çağla ilgili sarsıcı bir durumu ortaya koyar. Fakat bu metafor dil ile o kadar bütünleşmiş, cümlenin içine o denli gizlenmiştir ki artık görünmez olmuştur. Feyyaz Kayacan ise öykülerinde yeni metaforlar kullanır ve bu sayede okuru duraksatır. "Soluğunun son tekmesini" ifadesini okuyunca bu cümlede yanlış bir şey var diye düşünürüz önce.

Bir anlık duraksamadan sonra "Evet." deriz, "Tabii ya.". "Soluklarımız en başından beri bize tekme atıyor ve yaşlandıkça şiddetini artırıyor." Kendimize dair bir şeyler keşfederiz ve böylelikle kurmaca eser belki de başarabileceği en büyük şeyi başarmış olur. Aynı şekilde "Tüm uzayları İstanbul'a boyamak istiyordu" cümlesini okuduğumuzda da önce cümleye yabancılaşır, sonra İstanbul'u kolaylıkla bir renk olarak düşleyebildiğimizi fark ederiz. Kelimelerdeki metaforlar, cümlelere, cümlelerdekiler bütün bir öyküye sıçrar ve en sonunda öykü tek başına bir metafor haline gelir. O halde tek başına metafor olan bir öyküden, Hiçoğlu'nun Serüvenleri'nden, Feyyaz Kayacan'ın kullandığı metaforların okur üzerindeki etkisini özetler nitelikte harika bir pasajla bitirelim. "Toprak üstüne konmayı bir türlü beceremiyorum diye düşündü. Sonra KONMAK sözünü yanlış kullandığının farkına vardı. Konmak, kondurmak, kondurtmak. Bu sözlerin tümünde de kursağa tüyden bir zehir gibi inen bir hafiflik, bir uçukluk vardı. Kelebek konar, böcek konar, arı konar, sinek konar. Daha daha? Daha daha? KUŞ KONAR. Uzaklaşmak için."