Merdivensiz Ev
“Merdiven” kelimesi içinden geçince eski bir tiksinti titretti vücudunu. Genelde mahalle meydanlarında, kahvehane ve hamamın bitişiğinde, kaldırımdan içeri bir adımda geçilen küçük mekanlar olurdu dükkanları. Bu yapılara kolayca girerdi. Zor kısmı, zemin katta olup da apartman girişinde bile o malum şeyden olmayan bir daire bulmaktı.
Bir anne, bir baba, bir de yavru kuş daldaki yuvalarında uyuyorlarmış. Tam da bu sırada birden fırtına çıkmış. Ağaç sarsılmış ve yuva yere düşmüş. Üç kuş birden uyanıvermiş. Baba hemen bir çam ağacına, anne de başka bir çam ağacına uçmuş. Şimdi yavru kuş ne yapacak? Uçmayı biraz biliyor.
Karanlık. Hem de soğuk. Babası gelmeyecek. Gelmez. Annesi dolaşacak ama bulamayacak onu. Babası çok uzaklarda aramasına izin vermeyecek. Kuş taşın arasına sıkıştığı için annesi göremiyor onu. Kanadı da kopmuş, kımıldamıyor. Yağmur yağıyor. İyice ıslanacak orada. Annesinin sesi geliyor önce. Sonra duyulmuyor. Babası alıp gitmiş annesini. Kuş taşın altında ölecek.
Dokuz yaşındaki sesi kulağında çınlarken uyandı İlhan. Güneş üç dört saat önce doğmuş olmalıydı. Zemin katta bulunan evinin perdelerinde hiçbir izi kalmamıştı. Kalktı. Sütünü ocağa koyup dişlerini fırçaladı. İki dilim ekmekle biraz peyniri umursamadan koydu masaya. Kahvaltı yapmak bir ritüel değildi onun için. Midesindeki olağandışı boşluğun geçmesi yeterliydi. Fazla olan her şeyi yadsıyor, sadece normal olmak istiyordu. Salona geçip perdeyi açtı. Birazdan kapatacaktı. Hoşlanmıyordu kaldırımdan geçen insanların evinin içindeymiş gibi yürümesinden. Bu sabah tahammülü daha azdı. On dokuz yıl önceki o odayı uzun zamandır görmemişti rüyasında. “Şimdi düzenimi kurmuşken ne diye bulanıyor aklım?” diye söylendi. Kolay mıydı bu şehirde merdivensiz ev bulmak?
“Merdiven” kelimesi içinden geçince eski bir tiksinti titretti vücudunu. İşte o malum şeyin olmadığı evi aylar boyunca aramıştı. En kolayı emlakçılardi. Genelde mahalle meydanlarında, kahvehane ve hamamın bitişiğinde, kaldırımdan içeri bir adımda geçilen küçük mekanlar olurdu dükkanları. Bu yapılara kolayca girerdi. Zor kısmı, zemin katta olup da apartman girişinde bile o malum şeyden olmayan bir daire bulmaktı. Girişi kaldırıma yakın olan bütün emlakçileri gezdi o yüzden. “Ara katlar daha iyi olur ağabey. Kışın sımsıcak. Yazın çık balkona püfür püfür. Sonra büyük şehir burası. Bak iti, kopuğu, uğursuzu…” diye başlayan tüm konuşmaları dinledi. Bir süre sonra, yüzleri sadece dudaklarından ibaretmiş gibi sürekli konuşan bu adamlardan bıkmış, camdaki ilanlara göz atıp geçer olmuştu. Bazen umutlu şeyler de olmuyor değildi. Emlakçının biri; çirkin el yazısıyla çeşitli isimler, numaralar yazdığı anahtarlardan birini karışık yığının içinden alır, dükkanı bir kez kilitleyip yandaki tuhafiyeye on dakikaya geleceğini söyler, sonra uzun adımlarla İlhan’a evi göstermeye giderdi. Apartmanın önüne geldiklerinde İlhan’ın karşısına yine o malum şeyde çıkar, İlhan sinirlenir, “Kardeşim ben direkt giriş istiyorum söyledim ya sana.” deyip giderdi. Böyle zamanlarda “La havle…” çekilir elbet. Emlakçı sesini çok yükseltmeden üzerine düşeni yapıp gerisin geri dükkanına yollanırdı.
Tanrı’nın ironi anlayışının ne kadar yüksek olduğunu biliyoruz. İlhan aradığı evi ikinci kattaki bir emlakçıda buldu. Elbette o malum şeye tırmanıp çıkmadı yukarı. Binanın önünde cama birinin gelmesini bekledi. Biraz omuz başı, bir adet el, bir sigara ve bir parça yüz çakmağa doğru yaklaştığında seslendi yukarı:
— Ağabey! Kiralık ev için gelmiştim. Zemin kattan. Apartman girişi zemine sıfır olacak.
— Çıkın yukarı bakalım. Ev çok.
— Ben rahatsızım. Çıkamıyorum. İnemez misiniz? Çok önemli. Bir zahmet. Rica etsem…
Böylesini ilk kez görüyordu sigara içen emlakçı. Söylenerek indi o malum şeyden. “Akıllısı bulmaz ki bizi.”
İlhan yarım saat sonra aradığını bulmuştu. Altmış yıllık, üç katlı binanın girişinde o malum şeyden yoktu. Şirin bir demir kapıyı açıp küçük taş avluya, oradan da binaya girdiler. Evi sevinerek gezdi. Mukavele yapmak için döndüklerinde evrakları dışarıda imzaladı.
Bu eve yerleştikten sonra her şey düzelmişti. On bir yıldır görmüyordu o rüyayı. Doktorun odasını görmesi anlamsız mıydı yoksa tekrar mı başlayacaktı kâbuslar? En ufak bir fazlalık hissederse bu sefer kendinden başka öldürecek kimsesi yoktu.
***
Bir çocuğun çok sevdiği küçük bir fil varmış. Fil uzunca hortumu ile çok güzelmiş. Bir gün gezmeden dönüp odasına girince fili çok değişmiş bulmuş. Değişmiş olan nedir ve sence nasıl değişmiştir?
Babama. Ona benzeyen bir adam. Hortumunu kesti filin. Tavşanıma kan sıçradı. Kulağının biri yoktu. Sinirlendim. Kendini kirlettiği için ötekini de kestim. Halı kan olmuştu. Annem gelip topladı.
Psikiyatrdan çıktıktan sonra annesine sormuştu İlhan: “O adam neden böyle sorular sordu bana? “Sen çok kötü cevaplar verdin bence, bunlar nereden aklına geliyor bilmem ki.” dedi anne. “Bütün oyuncaklarını kestin, bütün kalemlerini kırdın. Bunu neden yaptığını anlamıyoruz oğlum.” “Çünkü beni yiyecek.” dedi çocuk. Kadın içini çekip sustu.
Bir süre daha garip sorular sormuşlardı ona. Şaşırtıcı bir şekilde odasındaki eşyalardan dışarı taşmayan parçalama eylemi, ailesi için olağan bir şey olunca doktorlar da unutulmuştu. Ama yıllar geçtikçe öfkesi büyüyordu içinde. O pis şeyi yaptığı bazı geceler tiksintiye dayanamayıp banyoda kanatıyordu kendini. Kanattıkça daha çok arzuluyordu. “Çocuğum olmayacak. Çocuğum olmayacak.” şeklinde sayıklayarak batırıyordu jileti etine.
O gece banyodan paramparça çıkarken dış kapıda bir ses duydu. Babası gelmiş olmalıydı. Bir türlü baş edemediği tiksintiyle açtı kapıyı. Adam keyifliydi, içmişti, sallanıyordu. “Yatmadın mı sen yabani?” dedi gülerek. İlhan ayaklarının dibinde uzanan merdivenlere ilk kez görüyormuş gibi baktı. Sanki içindeki fazlalıkla onlar arasında bir bağlantı vardı. Bir dalga yüklendi kafasına. Ayıp şeyler yapmış ama kendini de cezalandırmış sol eli kalkıp kondu babasının göğsüne.
Adam aşağı düşerken İlhan’ın kafasında sekiz yıldır aralık duran yatak odasının kapısı da kapandı. Dokuz yaşındaydı ve babasının annesini yediğini sanmıştı.
- Satrancın çalışılan bir şey olduğunu sadece gerçekten satranç oynayanlar biliyor. Öykünün çalışılan bir şey olduğunu ise öykücülerin çoğu bile bilmiyor. (AE)