Mareşalin üniformasını ütüleyin
Babam bir ara Mareşal Fevzi Çakmak’ın yaverliğini yapmıştı. Mareşal kışlaya gelince, üniformasını çıkarır ve uzun entarisini giyer rahlesini açar Kur’an okumaya başlarmış. Babam da Mareşalin üniformasını ütülermiş. Bu yıllarca sürmüş. Bilincini kaybettikten sonra babam beni ve annemi çağırır sürekli ‘Mareşalin üniformasını ütüleyin’ derdi.
10.06.2001
Bireyselliği, uzlaşmazlığı, yalnızlığı seçen yazarlara yıllar geçtikçe daha çok hak veriyorum. Çok değil, iki yıl sonra çektirdiği fotoğraftan utanmadan anacağın kaç kişi kalıyor ki etrafında. Hangi yüzün sahte hangi yüzün sahici olduğunu kim bilebilir ki? Ya da insanların satmayacakları neleri var ki? Etrafımıza bakalım, kim neyle sınandı ki? Kim kime ne kadar güvenir ki? Birden boşalan çevre...
16.06.2001
Prof. sevimli, konuşkan, kendiyle, hayatla, hastalıklarla dalga geçen biri. Kendindeki yüksek kolesterol için “Elbette,” diyor, “bizde bu yaşta boğmaca, çiçek olacak değil ya bu hastalıklar olacak.” Ama asıl babası ilginç biriymiş. Onu anlattı:
“Babam doksan bir yaşında geçirdiği bir ameliyat sonrası bilincini kaybetti. Artık geçmişte yaşıyordu. Bir ara Mareşal Fevzi Çakmak’ın yaverliğini yapmıştı. Mareşal kışlaya gelince, üniformasını çıkarır ve uzun entarisini giyer rahlesini açar Kur’an okumaya başlarmış. Babam da Mareşalin üniformasını ütülermiş. Bu yıllarca sürmüş. Bilincini kaybettikten sonra babam beni ve annemi çağırır sürekli ‘Mareşalin üniformasını ütüleyin’ derdi. Annemle birlikte arka odaya geçer sonra içeri girip ‘ütüledik,’ derdik. Babam hastanede yatarken sürekli mareşali bekledi. Mutlaka onu ziyarete geleceğini düşünüyordu. Bir gün hastanede beni suçladı: ‘Mareşal beni ziyarete geldi ama siz içeri almıyorsunuz? Sizi şikâyet edeceğim.’ Annem babamdan önce öldü. Babam cenazede asker şapkasını giydi ve eşini asker selamı ile selamladı.”Prof. babasını anlatırken o sevinçten eser kalmamıştı. Gözleri buğulandı, sözü değiştirmek için çırpınıp durdu.
17.06.2001
Öykü oturup yazılan bir şey değil, bizde var olan duyguları uyandıracak, açığa çıkaracak bir olayın, durumun gerçekleşmesidir. İçtenlik ve sahicilikle bir sanat eserini bir şekilde okura ulaştırmaktır. Öykücüler ille de bir eleştirmenin kafasındaki formata uygun öyküler yazmak zorunda değiller.
18.06.2001, İstanbul, Kumkapı
İstanbul Üniversitesi hesabına bakıyorum. Genel Sekreter ısrarla Üniversitedeki konservatuar hocası, popçu Suat Suna’nın babasından keman dinlememizi istiyor. O ortamda bulunmak istemiyorum. Ama yanımda arkadaşlar da var çaresiz kabul ediyorum. Hep birlikte açıktaki bir masaya oturuyoruz. Tek tek masaları dolaşan bir ekip keman çalarak bizim masamıza geliyor. O vakit hoca kemanı onlardan alıyor, akordunu yaptıktan sonra on dakika keman çalıyor. Nefis, hep birlikte dinliyoruz. Her şeyiyle bürokrat koksa da bir Kumkapı atmosferini öğrenmiş oldum.
01.07.2001
Bütün gün İstanbul’da dolaştım bugün. Bozuk çeşmelere, sebillere, lale motiflerine, isim ve hatıralara dokunmaya çalıştım. Nakışlara, kemer oymalarına... Binalardaki kuş evlerini seyrettim, incelikli bir medeniyetin kuş evlerine dalıp gittim. Sokakları dolaştım, insanlardaki farklı yüzleri yakalamaya çalıştım. Gazi Atikali Paşa Camii. 1497. Şu kapı tokmağı. Kaç can uzandı bu tokmağa. Bu mermerlerde kaç can ayağı eskidi. Şadırvanda serinledi. Kaç kuş havalandı kubbelerden. Mermer sütunlarına kaç can yaslandı, elimi yapıştırdım. Hissetmek istedim serinliği. Atikali Paşa Camii. 1497. Her şey bu mu? Arka arkaya gelmiş harfler ve rakamlar mı? Köşesi aşınmış taş, verniği dökülmüş kapı, kararmaya yüz tutmuş dış cephe. Her şey bu, öyle mi? Bu rahleye kaç ses değdi, ruhtan süzülen. Kaç yağmurla ıslandı bu pencere pervazları. Kararmış, sisli sütunlar, duvarlar. Hemen yanında mezarlar, ağaçlar altında ıssız. Otoparklarla dükkânlarla etrafı çevrilmiş. Camiinin duvarlarında çeşit çeşit slogan kalıntıları. Sanki hiçbir şeye tanıklık etmemiş gibi insanlar yanından geçip gidiyor kubbeleri sanki yorulmuş, çürümüş.
19.10.2001
Galiba bu ikilemi üzerimden hiç atamayacağım. Duygu yoğun şeyler okurken kuramsal düşünceleri, kuramsal düşünceleri okurken duygusal şeyleri eksik bıraktığımı düşünürüm. Öykü, roman, şiir okurken zihnime kuramsal düşünceler üşüşür. Kuramsal kitaplar okurken öyküden uzak kaldım korkusuna kapılırım. Bazen haftanın beş gününü kuramsal kitaplara iki gününü de öyküye ayırayım diye plan yaparım. Ama olmaz, zihin parçalanmaya gelmiyor ve büsbütün başkaldırıyor. Her şey iç içe geçiyor. Gün boyu zihnimde kimi duygusal parçalar kimi manifesto metinleri dolaşıp durur. Yazacağım şeyler giderek çoğalır ama nereye yoğunlaşırsam diğer ışık parçacıkları bir bir sönmeye başlar. O vakit yitirdiklerimin, yazamadıklarımın üzüntüsünü yaşarım.
2004
İnsanın öykü serüveninde öykü evrenini çoğalttığı, çeşitlendirdiği, zenginleştirdiği öyküleri var. Ama bu öyküler aynı düzlemde bir çoğaltmadır. Bir de sıçrama yaptığı, yeni bir yol, yöntem yakaladığı öyküleri var. Yol başları gibi. İnsan asıl bu öykülerde heyecanlanıyor, herkesin görmesini, fark etmesini istiyor.