Kurmacada mekân ve zamanın görünümleri
Kurmaca eserde ne olacağı bilinmez, olacak olanın nasıl olacağı hiç bilinmez, sonsuz sayıda parçacık bir araya gelir ve bütün oluşur. Kurmacada zaman'ı zamanın ele alınışından değil de kurgulanışından yola çıkarak incelemeye çalışırsak başka bir meseleyle karşılaşırız.
Kurmacada Mekân
Bir bütün, elbette ki parçalardan meydana gelir. Ama parçalardan birine tek başına baktığımız zaman sadece parçalardan birine tek başına bakmış oluruz, bütün oluşturan bir parçaya değil. Çünkü şeylerin tek başlarına ifade ettikleri anlam ile başka şeylerle birleşerek ifade ettikleri anlam farklıdır. Dolayısıyla kurmacada mekânın görünümlerine dair bir şeyler söylerken, meseleyi birbirinden ayrılabilir öte yandan birbirini etkilemez bir takım unsurlar olabilirmiş gibi ele almak durumundayım. Oysa tam tersidir biliyoruz ki, mekân, olaya bağlıdır, olay kişiye bağlıdır, kişi zamana bağlıdır, zaman mekâna bağlıdır, mekân kişiye de bağlıdır, zamana da bağlıdır, olay mekâna bağlı olduğu kadar kişiye de bağlıdır, elbette zamana da bağlıdır. Kurmacanın bir solukta sayılabilen dört ana unsuru için böyledir de dahası daha da fenadır aslında, atmosfer zamana, kişiye, mekâna, dile bağlıdır. Kurgu, temaya, metnin ilk fikrine, ortaya koymak ihtiyacı duyuran anlama bağlıdır. Kurmacayı oluşturan bütün unsurlar, kurmacayı yazarken yazarın yaptığı bütün tercihler, başka tercihlere bağlıdır. Bu iki taraflı, çok katmanlı bir bağdır üstelik.
Bu itibarla kurmacada mekâna dair bir şeyler söylemek, kurmacada karaktere dair de bir şeyler söylemek anlamı taşıyacaktır. Zira bir zamanlar kurmaca eserlerde karakterler nasıl içeriye doğru değil de dışarıya doğru genişleyen bir yapıdaysalar, mekân da şahsiyet sahibi olmayıp olayların geçtiği bir arka fon olmaktan öteye gitmezdi. Karakterin dışarıya doğru olması, kahraman özellikleri göstermesidir diyelim. Zira olaylar dış inşa gerektirir, kahramanlık dış dünyada gerçekleşir. İç olmadan ise karakterler birbirine benzer hale gelir. Çünkü iç olmadan, olaylar da birbirine benzer hale gelir ve kalıp olaylar, kalıp karakterler ortaya çıkar. Cervantes Don Kişot'u bu tür kalıp olayları kalıp karakterler ile anlatan şövalye romanları evrenine bir balta niyetine mi yazmıştı acaba. Mekâna gelelim. Bakhtin de der bunu; klasik romanslarda mekânlar arka fon olmaktan öteye gitmez diye. Romanslar bir kenara, büyük anlatılar dönemine kadar yazılmış romanlarda, hikâyelerde de mekân bu özelliğinden kurtulamaz, bir şelale yeterlidir, o şelale olmasının bir anlamı yoktur.
On dokuzuncu yüzyıl, büyük anlatılar çağında bazı şeyler değişir. Mekân algısı değişir desem, sadece mekân algısı değişmez, karakter de, olay da değişim gösterir. Çünkü aslında değişim mekânda değildir, değişim metni inşa eden insanın dünyasındadır. Yani aslında bir nevi mekândadır yine. Gerçeklik ile kurduğumuz ilişki, gerçeği yeniden söyleme, yeniden yaratma, gösterme, ifade etme biçimimizi de etkiler. Oliver Twist artık o yoksul çocuktur, Londra'nın kendine özgü sokaklarındaki yoksulluğu anlatmalıdır yazar, yoksa o çocuk alelade bir çocuk olmaktan kurtulamayacaktır. Mekân, karakterin inşası gibi şahsiyet sahibi haline gelir metinde, kendine özgü bir varlık kazanır, böylelikle bir nevi karakter özelliği de taşır artık. Ki bu durum bir romanın olay örgüsünün geçtiği mekânları o romanın bir karakteriymiş gibi anmayı da beraberinde getirir çok sonraları; Dostoyeski'nin Petersburg'u, Tanpınar'ın İstanbul'u. Her şey bir alemde gerçekleşir. Aslında bu cümleyi önce, her şey fiziki alemde gerçekleşir diye kurmak olası, fiziki aleme de dünya, kainat ya da evren diyelim. Evren, yani fiziki alem.
Kurmaca bir eser için fiziki alem ifadesi anlam taşımaz öte yandan. Çünkü, kurmaca eserin mekânı olarak fiziki olmayan bir alemi seçmemiz de mümkündür, hatta, mekânın olmadığı bir yer tasavvuru ile kurmaca eseri inşa edebiliriz. Daha doğrusu, eserimizdeki olayın geçtiği yer, hiçbir yer değildir, eserimiz için mekân olarak "mekân olmayan bir yer"i seçmişizdir. Ama böyle bir durumda bile kurmacanın bir mekânı vardır; "mekân olmayan yer." Çünkü her şey bir alemde var olur. Çünkü var olmak mekânın içinde mümkün olduğu için var etmek mekânı da var etmekle mümkün olur. Mekânın kurmaca eserde inşasını iki biçimde ele almaya çalışayım. Birincisi belirsiz mekânın kurulması olsun. Doğal olarak ikincisi de bu durumda belirli mekânın inşası olsun.
Gerçeklik ile kurduğumuz ilişki, gerçeği yeniden söyleme, yeniden yaratma, gösterme, ifade etme biçimimizi de etkiler.
Belirsiz mekânın kuruluşu;
Belirsiz mekânın kuruluşu bu açıdan mekânın bildiğimiz mekânlar dışında bir yer olması halinde ya da mekânın inşasının tipik bir tasvir ya da isimlendirme ile yapılmaması durumlarında mümkün olur. Çünkü mekân, anmasak bile olayın kurulduğu yer olarak olayla birlikte yaratılmış olur. Görüldüğü gibi belirsiz mekândan kasıt, gerçek fiziki alemde var olmayan mekân değil; misal Mülksüzler Romanında Le Guin tarafından inşa edilen iki gezegenden biri olan Anarres değil. Belirsiz mekân daha çok, romanın olay örgüsünün çatıldığı ana mekân misal dünya, ya da Anarres ya da İstanbul değil de, olay parçacıklarının geçtiği mekânlardır diyebiliriz o halde. Belirsizdirler ama vardırlar. Ses ve Öfke'de Benjy durduğu yerde sallanmaktadır. Yüzüne ateşin hem rengi hem ısısı bir yaklaşır bir uzaklaşır. Faulkner Benjy'nin bahçede sobanın karşısında oturmakta olduğunu söylemek zorunda değildir. Söylediği kadarıyla mekân okurun zihninde inşa olmuştur çoktan.
Belirli mekânın kuruluşu;
Belirli mekânın inşası ise bir karakter gibi detaylarıyla inşa edilen mekânlardır ve İstanbul Huzur romanı için Huzur romanının olay örgüsüne uygun şekilde inşa edilmiştir. Bu itibarla aynı şehir olduğunu bilsek de farklı bir olay örgüsü, farklı bir temayı aktarmak için farklı bir roman olarak yazılmış Esir Şehrin İnsanları romanındaki İstanbul'dan farklı bir şehirdir. Cevdet Bey ve Oğulları romanının İstanbul'u da farklı bir İstanbul'dur. Çünkü mekân, romanın temasına, kurgusuna, karakterlerine göre kendine özgü bir şahsiyete sahiptir. Dino Buzzati'nin Tümsekler öyküsünün mekânı olan bahçe, Ses ve Öfke'nin bahçesinden farklıdır. Cevdet bey, Mümtaz, Nuran, Kamil bey, Benjy hepsi de birer bahçedirler ama farklı bahçedirler çünkü zamanları, hikâyeleri birbirlerinden farklıdır. Bütünü oluşturan hiçbir parça, birlikte bütünü oluşturdukları diğer parçalardan ayrı düşünülemez.
Kurmacada Zaman
Zaman da benzer özelliklere sahip diyeceğim doğal olarak ama bunu yaparken zamanın kurgulanışından değil de ele alınışından ve kurmacada zamanın iki yöntemle işlev kazanışından bahsedeceğim. Zira karakter ve mekân gibi zaman da sonsuzdur ve sonsuz yaratma imkanı tanır bu itibarla. Ama ömürlü ve ölümlü canlılar oluşumuz nedeniyle ve yaşamlarımızı öyle olsun ya da olmasın (olan olmuştur, olacak olan da olmuştur) doğrusal bir çizgi üzerinde yaşıyor olma bilinciyle yaşamamız nedeniyle zamanın öncesi ile sonrası arasında (geçmiş-şimdi-gelecek) nerede durduğumuza bağlı olarak hakikat (bir nevi olay diyelim) başkalaşır. Bu başkalaşmayı iki başlıkta incelemek işlevseldir.
Cevdet bey, Mümtaz, Nuran, Kamil bey, Benjy hepsi de birer bahçedirler ama farklı bahçedirler çünkü zamanları, hikâyeleri birbirlerinden farklıdır.
Olay zamanı;
Kurmacadaki olayın gerçekleştiği, yaşandığı zamandır. İzahı da tanımı kadar basittir. Olaylar zaman içinde gerçekleşir, yaşanır. Olayın geçtiği zaman, olay zamanıdır.
Anlatı zamanı;
Kurmacadaki olayın gerçekleştiği ve yaşandığının aktarıldığı zamandır. Anlatı zamanı yazarın aktarılan geçmişe dair tutumunu belirleyen bir zaman biçimidir. Basit bir örnekle vaziyeti netleştirelim; Kapı çaldı. (geçmiş zaman, olay zamanı; geçmiş) Kapıyı açtım. (geçmiş zaman, olay zamanı; geçmiş) Gelen Ahmet'ti. (geçmiş zaman, olay zamanı; geçmiş) Bu örnekte olay zamanı geçmiş, anlatı zamanı da aksini gösteren bir şey olmadığı için geçmiştir. Olay zamanı ve anlatı zamanı aynıdır demek mümkündür. Başka bir örnek; Kapı çaldı. (geçmiş zaman, olay zamanı; geçmiş) Gelen Ahmet'ti. (geçmiş zaman, olay zamanı; geçmiş) Kalktım, kapıyı açtım. (geçmiş zaman, olay zamanı; geçmiş) Bu örnekte olay zamanı geçmiştir. Ama anlatı zamanı geçmiş olamaz. Çünkü anlatı zamanında aktarılan geçmişe dair bir tutum belirlenmiş. Kapının açıldığı söylenmeden önce gelenin Ahmet olduğu söylendiğine göre anlatı zamanı şimdi (ya da daha yakın geçmiş) olmak zorundadır. Tek başına örneklerle ne olduğu anlaşılan ama neye yarıyor ki bu bilgi dedirten şey kurmaca eserde bana göre yazmaya başlamadan önce verilmesi gereken en önemli kararlardan biridir.
Olayları göre yaşaya mı anlatacağız, olayları görüp yaşayıp, gördüğümüzü ve bildiğimizi değerlendirerek mi anlatacağız? Kurmaca eserde zamanın kullanımına dair bir önemli detay da zamanların birbirlerine bağlanması ki, bu esası da yazının başında bahsettiğim o sorundan bağımsız ele almam mümkün değil. Ne demiştik; bir bütün, elbette ki parçalardan meydana gelir. Ama parçalardan birine tek başına baktığımız zaman sadece parçalardan birine tek başına bakmış oluruz, bütün oluşturan bir parçaya değil. Bir kurmaca eser bir tek zaman dilimindeki bir hikâyeyi aktarabileceği gibi (ki orada da bir akış dolayısıyla da kurmaca açısından tek boyutlu da olsa bir zamanı bir zamana ulama, bağlama vardır ama zamanın süreğenliğini sekteye uğratacak bir örgü biçimi yapılmadığından zaman yekpare görünür) sonsuz sayıda zamanı birbirine bağlayarak da inşa edilebilir. Ama aslında birbirine bağlanan zaman değil, olaylardır. Olaylar birbirlerine kurgu gereği nedensellik ile bağlanır, (başka pek çok şekilde de bağlanır) ama nihayetinde bu bağ olaylar arası bağ olarak yapılırken, zamanlar arası bağ olarak da yapılmış olur.
Çünkü tıpkı her şeyin bir mekânda gerçekleşmek zorunda olduğu gibi her şey bir zamanda gerçekleşir. Nihayetinde kurmaca eser, bir seçilmiş anlar aktarımıdır. Anlar, kendinde gerçekleşen olaylar ile anlamlıdır. Olaylar, birbirleriyle olan bağları ve ilişkileri ile anlamı çoğaltır, değiştirir, kurar ya da bozar. Okur, kurmaca eser karşısında etkiye bu itibarla açıktır. Kurmaca eserde ne olacağı bilinmez, olacak olanın nasıl olacağı hiç bilinmez, sonsuz sayıda parçacık bir araya gelir ve bütün oluşur. Kurmacada zaman'ı zamanın ele alınışından değil de kurgulanışından yola çıkarak incelemeye çalışırsak başka bir meseleyle karşılaşırız. Zaman doğrusal akar, biz öyle yaşarız ya da öyle idrak ederiz ama kurmacanın zamanı doğrusal mı akmak zorundadır? Değildir elbette. Bir roman anlattığı olayın kronolojisine göre son olay parçacığından başlayıp, ilk olay parçacığında bitebilir. Zaman ileriye doğru yaşanırken, kurmaca eserdeki karakterler olayları ileriye doğru yaşarken, olayların aktarımı geriye doğru yapılabilir pekala. Gerçek hayattaki (aslında gerçek hayattaki değil, romanın hikâyesindeki) her şey geçmişten geleceğe doğru olmaktayken, olanın aktarımı zaman sırası bozularak verilebilir.
Ama bu, kurmacada zamanın kullanımı konusu da olsa aslında kurgu ile alakalı bir yöntemdir. Yine bütün dediğimiz şey birbirinden ayrı düşünülemeyen parçalara bölündü. Hatta bölünemedi. Çünkü kurmacada kurgu diye bir başlık açsak, kurguyu zaman ve olay bağlamıyla anlamaya çalışmaktan başka çaremiz olmayacağı gibi, zamanın bir metinde doğrusal değil de döngüsel ya da parçalı olmasını izah için de kurguyu anlamaya ihtiyaç doğacak.