Kurgu'nun iki asli yarışçısı: Şiir ile öykü
Uyar'a göre, handiyse iyi şiir, personaların ruh hallerini, karşılaştıkları olaylara ilişkin takındıkları tutum ve davranışlarıyla özetleyerek anlatmayı seçerken iyi öyküler de bizatihi bu tutum, eylem ve davranışlar arasında kurguladığı sebep-sonuç ilişkileri ile personaların karakteristik tavırlarını bize aktarmaya uğraşır.
Somutlamak için öykü
1957'de Pazar Postası'nın (şimdilerde adı hep İkinci Yeni şiiriyle anılan bu derginin) 50. sayısında yazdığı bir yazıda Turgut Uyar, hayatla bağını koparmamış her şiirin iyi kötü, gizli açık bir öyküsü olduğunu vurgular. Uyar, elbette, öykü demekle kastettiğinin bütün ölçü, değer ve şartlarıyla "öykü sanatı" olmadığını da ayrıca tasrih eder; onun kastettiği bir "baştan geçen", bir "yazgı" yahut şairi o şiiri yazmaya yönelten "olaylar silsilesi"dir. Şiirin altında gizliden gelişip şiiri yöneten böyle bir öykü olmadıkça şiir bile yazılamayacağına kanidir Uyar. Çağına uygun şiirin, çağın kişilerinin öyküsünü veren şiirler olduğunu da tavzih eden Uyar, Max Jacop'un iyi şiir yazmak isteyenlere yönelik önerileri arasında yer alan Somutlayınız maksiminin şiir personaları üzerinde uygulanmasında ancak bir macera, bir sergüzeşt, bir olaylar dizisinin, kısaca bir "öykü"nün etkin olduğunu da belirtir.
En popüler iki edebi tür olan şiir ile öykü sanatının ortak alanıdır belki de bu türden bir somutlama. Uyar'a göre, handiyse iyi şiir, personaların ruh hallerini, karşılaştıkları olaylara ilişkin takındıkları tutum ve davranışlarıyla özetleyerek anlatmayı seçerken iyi öyküler de bizatihi bu tutum, eylem ve davranışlar arasında kurguladığı sebep-sonuç ilişkileri ile personaların karakteristik tavırlarını bize aktarmaya uğraşır. Esasen öykü sanatına atfedilen kurgu boyutunun şiirden de pek eksik olmadığının bir beyanıdır Turgut Uyar'ın bu minval üzere yazdıklarının özü. Kurgu, şiir ile öykü sanatının, dahası tüm edebi sanatların ortaklaşa paylaştıkları bir özelliktir neredeyse.
Yapısalcı ayartma
Turgut Uyar'ın benimsediği bakış açısına kısmen muhalif bir konumdan hareketle Türk şiirini yapısalcı bir okumaya tabi tutmaya çalışan bir anlayışa da burada yeri gelmişken değinmek gerekir. Bu anlayış kısmen şiirdeki kurguya değgin boyutları dışlamaya uğraşır, en azından kurgunun şiirin özüne müteallik unsurları yerine biçimsel unsurlarını önemser, öne çıkarır. "Lirik-retorik" kavram ikilisini kendisine çıkış noktası seçen bu anlayış, lirik saydığı şiirlerin retorik şiirlere üstün olduğunu ileri sürüp bunu göstermeye çalışırken, retorik addettiği şiirlerdeki gerek tahkiye unsurlarını gerekse de bu unsurları besleyen dünya görüşlerini kendine delil edinmeye uğraşır.
Bu anlayışa kalırsa, Namık Kemal'den Mehmed Akif'e retorik şiirin büyük ustaları, benimsedikleri tahkiyecilik sebebiyle didaktik, şiiriyetleri eksik, tercih edilmez metinler ortaya koymaktaydılar. Bu bakış açısının elbette lirik şiirden tahkiye unsurlarını tamamen dışlamaya dönük meyli, tahkiye unsurlarının şiiriyete zarar verdiği öncülüyle hareket etmesi, yapısalcılığa uygun bir şekilde eşzamanlı mukayese edilmesi gereken (yapısalcı bir yaklaşımın "üstünlük-tercih edilirlik" nokta-i nazarından kıyasladığı metinlerin aynı dönemde yazılmış olması, yani tarihsel-toplumsal süreçlerin yol açtığı farklılaşmaların etkisinin kıyaslamaya zarar vermemesi gerekir) çeşitli şiir verimlerini, kötü ve art niyetli bir okumayla artzamanlı bir şemada üstün ya da değersiz bulması gibi kusurları eleştirilebilir.
Retorik-lirik kavram çiftinin Türk şiirinin gelişimini yorumlamada eksik kalmasının en önemli sebebi ise bize kalırsa, Türk şiirindeki anlatısal unsurları yorumlamaya elveren tarihsellik (öykülenen zaman) boyutunu ısrarla ıskalamasıdır. Bu tarihsellik boyutu bir şekilde "tahkiye"ye dayanır, ondan beslenir, böylelikle şiirdeki kurgunun öze dair etkisini güçlendirir. Bu kavram çiftine dayalı bakış aynı zamanda öykü ile şiirin, dolayısıyla Türk şiiri ile Türk öyküsünün ortak kesişim alanını da görmezden gelir. Bu türden yapısalcı okumalar bu ortak kesişim alanını "biçimsel" unsurlara indirgemede işlevselse de taşıdıkları nakısalar biçimin ötesine geçen unsurlara bakışta bizi yanlış sonuçlara götürebilir.*
Bir şair olarak Emre, şiirlerdeki öykülerin peşine düşerken bir öykücü olarak Süngü, bir dizeden yola çıkarak küçümen öyküler anlatıyor bize.
İki kitap: Şairin öyküleri, öykücünün dizeleri
Ali Emre'nin Acar Süvari Tutuk Arbalet, Güray Süngü'nün ise Sayıklar Bir Dilde adıyla kitaplaştırdığı metinler "şiir ile öykünün ortak kesişim alanı"nı soruşturma bakımından son derece dikkat çekici. Bu metinler sadece şiir ile öykünün ortaklaşa paylaştığı bir kesişim alanında hareket etmeleriyle değil, Ali Emre'nin bir şair, Güray Süngü'nün de bir öykücü olarak bu metinleri üretmesiyle de ilginç, ilginç olduğu kadar da birlikte okunmayı hak eden metinler. Bir şair olarak Emre, şiirlerdeki öykülerin peşine düşerken bir öykücü olarak Süngü, bir dizeden yola çıkarak küçümen öyküler anlatıyor bize. Süngü'nün anlattıkları sanırım böyle nitelenebilir, çünkü kendisi bu metinlerin şiir olmadığını belirtiyor, birer inceleme de değil bu metinler. İçerdikleri olay kırıntıları ve ruh halleriyle "küçümen öykü" nitelemesine daha yatkın duruyorlar.
Zaten kitabın yayınevi tarafından öykü dizisinde yayınlanmış olması da bu gözlemimizi tasdik ediyor. 21 şairden seçtiği 22 dizeyi kendine çıkış noktası edinen Süngü böylelikle hem o dizelerin uyandırması muhtemel etkileri birer öyküyle örnekleyip o dizelere bir cevap üretiyor böylelikle hem de o dizelerin taşıdığı güçlü ve yoğunluklu baskıya dirençli, en az onlar kadar sıkıştırılmış, parlak ve ilgi çekici metinler ortaya koyuyor. Ayrıca Süngü bu metinler aracılığıyla söz konusu dizelerde sıkışmış bulunan, o dizelerde gizli olduğu ileri sürülebilecek kurgu ögesini de genişletip ferahlatıyor, görünür kılıyor bir yerde. O dizelere, onların işaret edebilecekleri muhtemel ve mümkün anlamların en azından bir kısmını daha rahat sunabilecekleri birer öykü bağışlıyor.
Güray Süngü'nün dizelerini seçtiği şairler arasında Ece Ayhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Didem Madak, Ahmet Haşim, Sezai Karakoç, Turgut Uyar, İbrahim Tenekeci, Mustafa Akar, Furkan Çalışkan gibi modern Türk şiirinin çeşitli dönemlerinden şairler bulunuyor. Sadece Cahit Zarifoğlu'nun iki ayrı dizesine iki ayrı metin üretmiş Süngü. Dizelerin hangi şiirlerden olduğunu belirtmeye gerek duymamış, bu dizelerin içerdiğini düşündüğümüz "gizli kurgu"yu açık hale getirecek ipuçlarını (bu ipuçları arasında alındıkları şiirler en önemlisi belki de) da okurun fehmine emanet etmiş. Diğer yandan öyküler her ne kadar ilk elden dizelerin işaret etmesinin muhtemel olduğu çeşitli anlamların açımlanması, örneklenmesi gibi okunabilirse de o dizelere başvurulmaksızın da bu öykülerin kendi başlarına bir hayat sürebileceklerini, yani edebi bakımdan o dizelere muhtaç olmadıklarını vurgulayıp ifade etmek gerekiyor.
Emre ise kitabında Mehmed Akif'le başlayıp İbrahim Tenekeci ile biten 10 inceleme yazısında incelediği şairlerin şiirlerinde bize anlattığı öyküleri irdeliyor; bunu yaparken "devir-şahıs-eser" üçgeninde incelediği şair ve şiirleri de bir yerde çözümlüyor. Şiirlerden şairlere uzanan bu incelemelerde şiir seçimlerine yön veren temalar genelde yoksulluk, acıma, isyan, işkence, bunalma, direniş, gurbet, ölüm gibi merkezi bir konu. Emre, kitabındaki incelemelere bir giriş yazısı niteliği taşıyan Eşik Söz'ünün bir yerinde son asırdaki şiirimizin ya çok genel ve bulanık anlatılara ram olduğunu yahut temel gerekçesini ve çerçevesini yitirerek minimal boyutlara indirgenmiş parça güzelliklere, iç dökümlerine boğulmuş olduğunu, kendisine ses verecek, bir nebze de olsa yankı verecek bir hikâye bulmakta ya da bulduğu hikâyeyi anlatmakta zorlandığını gözlemliyor.
Şiirin de en az öykü kadar kurmaca bir tarafının olması gerektiğine kani olan Emre'nin, esas konuların periferisinde eğleştiğimiz, dizeci ve hatta kelimeci bir boyuta geldiğimiz yönündeki yakınması da bu süreci bir başka hikâye olarak nitelemesiyle sonuçlanıyor. Son asır şiirimize ilişkin bu yönde esaslı değerlendirmelere, isimler, akımlar, kuşaklar vb. dışsal nitelikler haricinde bizatihi şiirin yazımını konu edinen; şiir ile diğer söz sanatları arasındaki ilişkilerin kıymetine eğilmiş; yine şiirin kendi dışındaki, söz gelimi siyaset, tarih, iktisat vb. büyük anlatılarla bağlarını sorunlaştıran metinlere pek az rastlıyoruz. Bu açıdan şiirimizin kendi öz öyküsünün, yani teknik, anlatım, kurmaca vb. alanlardaki deviniminin nasıl ve hangi yönde geliştiğine, bu gelişiminde kendi dışındaki unsurlarla nasıl bir iletişim ve etkileşim içinde olduğuna dair açık bir fikre pek sahip değiliz.
Bu iki kitabın birlikte okunmasının şimdiye dek üzerinde çokça durulmamış, başka meselelerin gölgeleri arasında kalmış şiir ile öykü sanatı arasındaki ilişkileri daha vazıh bir biçimde serimlememize, şiir ile öykünün, dahası bütün bir edebiyatın asli sahası sayabileceğimiz "kurgu"yu en azından Türk edebiyatı bağlamında yeniden düşünmemize imkân sağlayacak kitaplar olarak görüyoruz. Bu meselenin artık gerek şairlerin gerekse de öykücülerin kaçamayacakları sorumlulukları onlara yüklediğini de söylememiz gerekiyor.
- * Bu tür bir yaklaşıma ilişkin daha geniş bir eleştiriyi şu yazıda yapmıştım: Türkiye'de Siyaset ve Edebi Özerklik Sorunu, Atlılar, sayı: 13, Eylül-Ekim 2004