Kemalettin Kamu ve Bingöl Çobanları

O da “bir çoban parçası” olduğunu bilmeli, hem kaderine hem de başkalarına boyun eğmelidir.
O da “bir çoban parçası” olduğunu bilmeli, hem kaderine hem de başkalarına boyun eğmelidir.

Bu çoban, “Suna” adlı bir kıza vurulmuş ve fakat kız, başka bir köye gelin gitmiştir. Üzüntüsünden ne yapacağını bilemez bir hâle düşen çoban, bu esnada kuzuları kurda kaptırmıştır. Yaylaların bağrı da bu tür çoban hicranlarıyla, acılarıyla doludur zaten.

Kemalettin Kamu’nun Bingöl Çobanları başlıklı şiiri, köy ve çoban yaşamından devşirilen eziklik, burukluk ve acıları aktarır bize.

Ders kitaplarında, pastoral şiirin bizdeki ilk ve yetkin örneklerinden biri olduğu söylenerek geçiştirilen bu şiirin en önemli özelliği, -bütün zaaflarına karşın- okurda yarım yamalak da olsa bir etki uyandırması ve ilgili ilgisiz her yerde karşımıza çıkmasıdır. Beş Hececiler’in köyü ve köylüyü genellikle yücelten, idealize eden tek taraflı bakışının aksine, o dönemde yaşayan sıradan bir çobanın karşılaşabileceği bütün acı türleri (sıla özlemi, yakıcı anılar, ölüm, suçluluk, kavuşamama, horlanma, kara bahtlı oluş…) derinleşme olanağı bulamasa da bir bir sıralanır şiirde. Fakat o kadar. Daha ilerisi, ötesi yoktur.

Başlığında “Çobanları” şeklinde çoğul bir ifade olmasına karşın, içerdiği basit hikâye, temelde bir çobanın ağzından aktarılır okuyucuya. Başlarda “biz”, daha sonra da “ben” anlatımıyla. En son bölümde de şairin kendi izlenimleri, kendi duyguları yer alır şiirde.

Şiirde konuşan asıl kişi, “daha deniz görmemiş bir çoban çocuğu”dur. Vahşi kayaların, tenha derelerin, dağların bulunduğu bir Bingöl köyünde yaşamaktadır. Ailesi, ataları da eskiden beri burada doğup büyümüşler, buraların aşinası olmuşlardır. Doğa, onların her gün testilerini pınardan dolduruşuna, sürü peşinde koşuşturmalarına, çıngıraklarıyla kırlara açılmalarına tanıklık etmektedir. Okuma yazmaları yoktur. Eski, yeni hiçbir metni okuyamazlar. Yılların geçtiğini kuzuları söyler onlara, ömrün geçip gittiğini kuzularından anlarlar. Arzu, başlarından yıldızlar gibi yüksektedir. Önlerinde hep bir sürü, yanlarında bir köpek vardır.

Dolaştırıp dururuz aynı dâüssılayı

Her adım uyandırır acı bir hâtırayı.

Şehrin uğultusundan usanmış ruhları, bu tanıklık ve duyumlar sayesinde, taze bir heyecanla sarsılmıştır.

Şiirde buraya kadar anlatılanlar bir hikâyenin “serim” bölümünü andırır ve ağırlıklı olarak tasvir ve tanıtımla doludur. Biri 7, diğeri 6 dizelik iki bentte dile getirilir bunlar. Anlatım, -ilk iki dize hariç- birinci çoğul şahısla, “biz” ile kurulmuştur. Sonra şiir adeta ayak değiştirir, “ben” anlatımı devreye girer. Genel tasvir ve aktarım biter, çobanlık yapan çocuğun bizzat kendisiyle ilgili aktarımları başlar: Anası onu bu köyde bir yaz gecesi doğurmuştur. Babası, o küçükken ölmüş, son sözlerini köyün çamlığında söylemiştir. Bu çoban, “Suna” adlı bir kıza vurulmuş ve fakat kız, başka bir köye gelin gitmiştir. Üzüntüsünden ne yapacağını bilemez bir hâle düşen çoban, bu esnada kuzuları kurda kaptırmıştır. Yaylaların bağrı da bu tür çoban hicranlarıyla, acılarıyla doludur zaten. O da “bir çoban parçası” olduğunu bilmeli, hem kaderine hem de başkalarına boyun eğmelidir.

Hulyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,

Mademki kara bahtın adını koydu çoban!

“Kara bahtlı çoban”ın kendi duygu ve düşünce açıklamaları burada sona erer. Bundan sonraki dizelerde konuşan, bir “gözlemci”, bir “tanık” sıfatıyla aktarımda bulunan şairin kendisidir artık. Çoban ona ve yanındakilere başka şeyler de anlatmıştır. Şehrin uğultusundan usanmış ruhları, bu tanıklık ve duyumlar sayesinde, taze bir heyecanla sarsılmıştır. Bu “zavallı çoban”la empati kuran şairin ağzından aktarılan şu dizeyle sona erer şiir:

Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına

Şiirdeki kısa ve basit otobiyografik hikâyenin, ağırlıklı olarak, dışarıdan / gözlemci bakış açısıyla değil de bizzat çobanın / şiirdeki kahramanın ağzından aktarılması doğru bir yaklaşım aslında. Fakat şiirde yer verilen duygu açıklamaları ve kelime dağarının yanında şiirin dekoru da, enstantaneleri de, köy hayatına ait ayrıntıları da çoğu zaman konvansiyoneldir. Parça doğrular, parça güzellikler içerisinde bocalayıp durur şiir. Yapmak, başarmak istediği her şeyin eşiğinde kalır.

“Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun” dizesinin de gösterdiği gibi, şair, şehirli insanı temsil eder şiirde. İnsan ilişkilerindeki değişimden, şehirleşmeden, o dönemde bizde de palazlanmaya başlayan Modernizmden bir yakınma bildirimi, bir arınma ve uzaklaşma hissi, isteği sezilir. Fakat, işin ilginç tarafı şudur: Çoban hüzünden, acıdan, yokluktan, adam yerine konmamaktan, küçümsenmekten, yani yaşadığı yerden, zamandan, koşullardan yakınırken; şiirin sonunda söz alan şair ona nerdeyse gıptayla bakmakta, onunla özdeşleşmeye çalışmakta, onun hayatına ve yaşadığı yere özenmekte, iç geçirmektedir. Gören de çobanın mutluluktan çıldırdığını, güzel doğa betimlemelerinden ve doğal sevinçlerden söz ettiğini, hâline bin kere şükrettiğini sanır!

Daha önce de belirttiğimiz gibi kopuk ve dağınık bir şiir bu; şairinin zihin dünyası gibi karışık ve sentetik. 1901 – 1948 yılları arasında yaşayan, doğduğu Bayburt’tan ayrılıp çeşitli nedenlerle şehir şehir dolaşan, Mütareke yıllarında “Sen himaye et Yarabbi” nakaratlı yakarış şiirleri yazan, daha 1920’lerde ders kitaplarına giren, “Kimsesizlik” adlı meşhur şiirinde “Varsın gene bir yudum su veren olmasın / Baş ucumda biri bana ‘Su yok’ desin de.” gibi etkili dizelere imza atan, bestesiyle de dolaşıma giren “Gurbet” şiirinde olduğu gibi gurbeti daima içinde taşıyan, kendisine -son derece resmî bir çağrışımı olan- “Kamu” soyadını seçen, sevdiği kızla evlenemediği için ölünceye kadar yalnız yaşayan biridir o. İnceliği de, yeteneği de, arayış ve buluşları da hep yarım kalan, daima bocalayıp duran, çabası boşa giden bir şairdir Kemalettin Kâmi Kamu.

Evet. Bizim şiirimizdeki bütün çoban hikâyeleri zayıftır, tekdüzedir, kötüdür. Hâlbuki ülkemizde çobanlığın çok yaygın olduğu, rahatlıkla ve sıklıkla gözlemlenebildiği hatta bazı şairlerin bu meslekten, bu atmosferden geldiği de vakidir. Bu şiirin gövdeleştirmeye soyunduğu kır – kent karşıtlığına bağlı gerilim ve modernizm eleştirisi de cılızdır, derinlik ve süreğenlikten uzaktır. Turgut Uyar da Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda bir sürü kire, pasa, günaha bulaşan Yekta üzerinden modernizmi, şehir hayatını eleştirmiş; bir çıkış bulamayınca da en sonunda yaşadığı şehri yıktırarak işin içinden çıkmaya çalışmıştı.

Kemalettin Kamu ise “ruhunu yıkama”, “şehrin kirlerinden arınma” konusunda başını epeyce sağa sola vurduktan sonra gidip “Kemalizm” reçetesine sarılmıştır. Şairinin hikâyesi, yazdığı “Bingöl Çobanları” şiirinden daha çelişkili ve daha hazindir. Onunla ilgili incelemelerinde Mehmet Kaplan ve Turgut Uyar hiç değinmeseler ve onu yer yer eleştiriyormuş gibi görünüp iri sözlerle övseler, yüceltseler de içine doğduğu kültür, inanç ve düşünsel atmosfere düşmanlık eden bir kapıya sığınmakta bulmuştur çareyi Kamu.

Bizdeki o çok köklü ve bol örnekli eziklik psikolojisinden kurtulamamanın, düşmanına sığınarak var olmanın, kraldan çok kralcılığın, kendini ve geldiği yeri inkâr etmenin, yüzüne gülüyormuş gibi görünseler de arkasını döndüğünde kendisine sövenlere tapınmanın tipik bir örneğidir onun hayatı ve şiiri. Fırsat ve imkân bulur bulmaz -sentetik bir dil ve bakışla anlattığı köye, köy çocuklarına, çobanlara değil- CHP’ye yönelmiş, bir eli yağda bir eli balda yaşamanın yolunu bulmuştur.

Sadece Türkçe şiirin yakın tarihindeki utanç dizeleri olmakla kalmayan, bir zamanlar yazdığı bütün güzel dizeleri, şiir parçalarını da bize bir çırpıda unutturan, pespayelik ve şirkle dolu olan şiirleri de vardır Kemalettin Kamu’nun. Çokça örneği olmakla birlikte, bizim aşağıda “Çankaya” adlı şiirinden bir alıntıyla yetindiğimiz türden şiirlere imza atan birinin, 40’lı yıllarda 3 dönem (Rize ve Erzurum) milletvekili yapılmasında şaşıracak bir taraf olmasa gerek:

Burada erdi Musa,

Buradan uçtu İsa.

Bülbül burada varsa

Hürriyet için öter,

Şehit kanı buranın

Yapraklarında tüter.

Ne örümcek, ne yosun,

Ne mucize, ne füsun,

Kâbe Arabın olsun,

Çankaya bize yeter!

  • Kaynakça
  • 1. Rifat Necdet Evrimer, Kemalettin Kamu / Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri, İstanbul 1949. (Bu yazıda sözünü ettiğimiz “Bingöl Çobanları” şiiri, bu kitabın 90-91. sayfalarında, bir parçasını alıntıladığımız “Çankaya” şiiri ise 89. sayfada yer almaktadır.)
  • 2. Turgut Uyar, Bir Şiirden, Ada Yayınları, İstanbul 1983. (Turgut Uyar, bu kitapta son derece sitayişkâr cümlelere de yer vererek, Kemalettin Kamu’nun “Kimsesizlik” şiirini incelemektedir. s. 51-56.)
  • 3. Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, İstanbul 2003. (Mehmet Kaplan, kitapta, Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları” şiirini Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiiriyle mukayese ederek ele almaktadır. s. 35-42.)