Kardeşler, Kardeşlerimiz
Kardeşlerimiz... Onları kurtarmaya çalıştığımızı sanıyorduk. Görevimizdi tabi, böbürlenmek için değil yani. Onlar da bizim için aynısını yaparlardı elbette. Ama işin içinde iş varmış meğer. Ömer farketti ilk bir gariplik olduğunu, hepimiz gittik baktık, elledik toprağı. Sallanıyor. Sesler de duyduk, bizim çıkardıklarımıza benzer, hatta bizim çıkardıklarımızın aynısı.
1 Hamza
İyi ki. İyi ki. İyi ki. Göçük altında kalan ben değilim. Böyle düşündüğümü farkeder farketmez kendime kızdım. Ama napayım. Arkamda Sümeyye’yi mi bırakayım, zaten bıraktım yani, geri dönmeyeyim mi, Sümeyye otogara geri mi dönsün, hem ağlıyor, hem hamile. Hem hamile, hem ben ölmüşüm, ölmesem de kayıpmışım. Sümeyye kendi başına yolculuk eder mi. Yoksa babası mı gelir. Şefe baktım, önden hızlı hızlı yürüyor. Hızlandırdım adımlarımı.
2 Şef
Sadece megafonlar çalışıyor bu kadar derinde. Onlar da işimize yarar diye değil. Ek mesai olunca aşağı inmeye üşeniyorlar. Ondan yani. Ondan. Ek mesailerin kimbilir kaçıncısını beklerken daha kötü bir haber duyduk. Kardeşlerimizden altısı aşağıda kalmış. Ben bu ekibin şefiyim, hepimizden rapor istemişlerdi dün. Birimiz hariç hepimiz kayaların o bölmede seyreldiğini, patlayıcı kullanırken daha dikkatli olmak icab ettiğini söylemiştik. İşlerine gelmiş beylerin, o tek ustayı dinlemişler.
3 Ahmet
Kapkaranlık burası. Azıcık ışığımız vardı, kazadan sonra o da kesildi. İçten içe korkuyorum karanlıktan, hep korkmuşumdur, kaç yıl önce yendiğimi sandığım korku yeniden gün yüzüne çıkıyor. Titriyorum. Titriyorum. Karanlıktan değil tabi. Korkum karanlıktan değil de. Karanlığın içerisinde ne olur ne biter, insanın aklı almaz. Değil mi. Olduğum yerde durursam kaçamazmışım gibi geliyor. Geriliyorum. Hooop diyor arkamdan Ali. Yana çekiliyorum bu sefer. Karanlık çelme takıyor bana, bir şeye takılıp düşüyorum. Küreklerden biri. Kim koydu kürekleri buraya.
4 Ali
Ahmet saçma sapan yalpalıyor. İki dakka dölek dur Ahmet. Elimle ceplerimi kontrol ediyorum anahtarım filan orada mı diye. Bir an irkiliyorum telefonum yok diye. Sonra aklıma geliyor. Telefonu yukarıda bıraktım, nasıl çeksin burada. Ne zaman streslensem böyle yaparım. Ceplerimi kontrol ederim yani. Göz gözü görmüyor, Hamza’nın sessiz sessiz ağlamasını duyuyorum, ne geldiyse artık aklına. Ömer her zamanki gibi neredeyse bağırarak soruyor. “Biz de tehlikede miyiz?” Sessizlik. “Hayır” diyor sonra şef, “Patlamayı duymadık, sarsıntı da hissetmiyoruz.”
5 Ömer
NAPACAĞIZ. ALLAH AŞKINA. KAÇTI DEMESİNLER. MERAK DA ETMESİNLER. YA BİR ÇÖKÜNTÜ DAHA OLURSA. NAPACAĞIZ?
Şefe soruyorum, Napacağız diye. En yakında biz varız, diyor. Kazacağız. Gücümüz yettiğince.
NAPACAĞIZ diyor içimdeki ses bağırarak. Kendi nefes alışverişlerimi duymuyorum bağırtısından. Yere eğilip Ahmet’in az önce takıldığı küreği alıyorum. El yordamıyla diğer kürekleri, kazmaları arıyoruz. Şef, çukurun birine saplanıp kalmış el arabasını ittiriyor. “Yaşayan varsa, zamanımız az. Yoksa, kıyamete kadar oyalanabiliriz.” diyor. Omzuma vuruyor dostça Bekir. Bir şey mırıldanıyor. Duymuyorum. Kafamın içindeki bu ses. NAPACAĞIZ diye bağırıyor.
6 Bekir
Kardeşlerimle beraber çabalıyoruz. Ben kazmaya geçiyorum, toprak epey yumuşak gerçi, kazmanın işi az. Yine de dağılıyor toprak önümde, toz olup yukarıya kalıyor, içinde kömür de var; öksürtüyor arasıra. Şef, el arabasının arkasında koşturuyor, onu beklememiz gerekmiyor hiç. Ben ve Hamza kazmadayız, Ali, Ahmet ve Ömer de kürekliyorlar. Soluma sesleri duyuluyor, Toprağın üzerinde kayan küreğin o aşina sesini duyuyoruz. Ömer’in kendi kendisiyle konuştuğunu, Hamza’nın hafif hafif hıçkırdığını. Kardeşlerimiz için ağlıyor olmalı. Şu duvarın ardında, toprakların, külçe gibi kömürlerin, tavanı taşıyamamış kırılmış kütüklerin ardında, birbirinin üzerine devrilmiş yiğit bedenler. Onları kurtarmak için var gücümüzle çabalıyoruz.
7 Hamza
Sümeyye nasıl üzülürdü eğer bana bir şey olsaydı. Evlenmek için bile şart koşmuştu, madenciliği bırakmazsan varmam sana diye. O yüzden. Yani kendim için sevinmedim. Kesinlikle öyle değil. Her kazma vuruşumda aklıma gülümsemesi geliyor; yahut yüzünün düşmesi, ben evden çıkarken. Başka çaremiz olmadığını anlayana kadar varmamıştı bana, üç buçuk ay önce ancak evlenebilmiştik. Haksız mıyım yani, onu düşünüyorsam; hem ne gerek var suçlu hissetmeye, değil mi? Belki kurtaracağız hepsini birazdan, kurtarabiliriz, kurtarmalıyız. Biz şimdi umudu kesersek, yarın da bizden umudu keserler. Sümeyye en son keser. Ama mecbur.
8 Şef
Onlara söylemiyorum. Söyleyemem. En azından üç kaza oldu bu madende, ikisinde ben de katıldım kurtarma ekiplerine. Kimseyi çıkaramadık. Canlı bir şekilde. Şef oldum olalı, uğraşıyorum, güvenlik odaları, LED göstergeleri istiyorum, bizim hesaplamalarımıza güvenmiyorlarsa işe bir mühendis almaları için resmen yalvarıyorum. Onlar ise asansörlerin yıllık kontrolünden bile tasarruf ediyorlar. En sonunda da mühendis yerine o yeni ustabaşını aldılar. Birinin damadı mıymış, amcası mıymış, eniştesi miymiş, artık ne haltmış. Çıkınca boğazına yapışacağım şerefsizin, alabiliyorlarsa alsınlar elimden. Ben böyle düşünürken, Ahmet gerilerken el arabasının içine düşüyor kıçüstü. “İyi misin Ahmet?”
9 Ahmet
Göremiyorum. Göremiyorum. Fazla karanlık. Aşırı karanlık. Küreği yere daldırıyorum, çıkardığımda üzeirnde bir şeyler var, ama ne var, nereden bileyim toprağın rengini? Belki yaklaşmışızdır, belki devrilen kocaman bir kaya pestilini çıkarmıştır diğerlerinin, kürek kürek onu yüklüyorumdur arabaya. Doğru değil tabi, biliyorum gerçek olmadığını, ama ellerimin titremesine engel değil bunu bilmem. Ayakta durmakta gitgide zorlanıyorum, dalgalanıyor etrafımdaki karanlık, seviyesi hafifçe yükselip gırtlağıma çıkıyor, dalgalandıkça beni de sürüklüyor, önce bu yana, sonra bu yana. “’İyi misin Ahmet’ dedim!”
10 Ali
Ahmet’in omuzlarından tuttum. “Yardım edeceğine ayağımıza dolanıyorsun,” dedim. Kenara çektim onu. “Otur şuraya, karanlıkta zaten zor çalışıyoruz, kazmayı yiyeceksin kafana.” Ellerimden kurtulmaya çalıştı. “Sen misin?” diye sordu bana. “Benim,” dedim. “Ne işin var burada?” dedi. Şaşakaldım. Ne diyeyim ki şimdi. “Hiç,” dedim.” Vardiyadaydım.” Elleriyle yüzümü yokladı, parmaklarını burnumda, yanağımda, çenemde gezdirdi. Parmaklarını dudağıma dokundurduğunda sabrım taştı. “Noluyor ulan?” dedim. Şef geldi. “Sakin ol,” dedi. Sakin olayım da, bu ne şimdi. Adam ayakta rüya görüyor, kimbilir kim sandı beni.
11 Ömer
vuruyorlarvuruyorlarkazıyoruzkürüyoruztaşıyorsaplıyorlarvuruyorlarkürüyoruzkürüyoruztaşıyorvuruyorlarterliyorlar ben de terliyorum ben de terliyorum ben de terliyorum ama görmüyoruz kokmuyoruz kokumuz yok sızımız yok izimiz yok eşeliyorlar eşeliyorum eşeliyor ama aynı yerdeyiz bence, değil miyiz aynı yerde bekliyoruz aslında naparsak yapalım gücümüz yok hareket etmiyor artık dünyamız. napacağıznapacağıznapacağız. ölürlerse Hasan’la Hüseyin, boğazlarına toprak dolarak. neden bu kadar yavaşız rabbimallahımtanrım. “Neden bu kadar yavaşız şef?” diye soruyorum, durup düşünüyor. “Sızıntı mı var acaba? Su filan taşkını mı var? Çamur mu toprak hafiften?”
12 Bekir
Yorulduk tabi, yorulmaz mıyız, kaç saattir vur babam vur, kaz babam kaz. Ahmet kendine geldi, kalktı, yoruldum diye bana geldi, kazmayı istiyor. Cesaret edemedim, yine kafası giderse diye, yoksa ona güvenmediğimden değil. Bozuldu, gitti küreğini buldu. Diğerlerini bilmem, ben iyice sabırsızlanmaya başladım. Hele aklıma kardeşlerimin orada can çekiştiği filan geldiğinde bayağı canım sıkılıyor. Uğraşıyoruz uğraşıyoruz bir gıdım ilerleyemiyoruz, öte tarafta belki bir kardeş bizim bu yavaşlığımız için son nefesini veriyor. Hamza’nın ağlaması geçti, Ahmet’in sayıklamaları da. Sadece çalışmamızın mekanik sesi şimdi. “Hızlanalım.” diyorum. “Daha hızlanmamız lazım. İlerlenmiyor nedense.”
13 Hamza
Sümeyye’yi ağlerken gördüm. Beni bilmemkaçıncı reddedişinde, bir gün cesedini topraktan çıkarmak istemiyorum, derken ağlamıştı. Görmesem daha iyiydi belki, neden bilmiyorum aklıma gelip duruyor ağladığı. O ağlayınca ben de bir şekil oluyorum. Gözlerim doluyor. Taşıyor, hıçkırıyorum. Çaktırmıyorum ama kimseye, içime içime akıtıyorum gözyaşlarımı. Benim Sümeyye’min korktuğu, başkalarının karılarının başına geliyor, olayı ilk öğrendiğimdeki ferahlama şimdi hepimiz için üzülmeye dönüşüyor, sıkıştırıyor içimi. Sümeyye’nin hıçkırma sesleri dolduruyor burayı. Kaçayım diyorum seslerden, var gücümle asılıyorum kazmaya. Ama. Nereye kaçacaksın. Değil mi ya?
14 Şef
Ne olduğunu anlayamadım. Hepsi de bana bakıyorlar yol göstereyim diye, ama böylesi ilk kez başıma geliyor. Vur babam vur, kaz babam kaz. Bir arpa boyu yol gideme. Akıl alır gibi değil. Hepsi kanter içinde, soluk soluğa. Şaşakaldım. Çamurdan dedim ya, değil, su tesisatı yok bu madenin. Yeraltı sularına da daha çok var. Karanlıkta göremiyoruz, ama granite filan denk gelmediğimize de eminim, seslerden anlaşılırdı. Hem araba araba taşıdığım ne, eğer kazamıyorsak. Bir şeyler ters gidiyor, acaba hafif hafif çöküntü devam ediyor da bizim buraya doğru toprak mı akıyor yavaştan? Bilmiyorum. Bilmemin yolu da yok.
15 Ahmet
Karanlık doluyor. Kürek kürek öte tarafa atıyorum, araba araba öte tarafa yığıyoruz. Hafif bir yanık kokusu, kömür kokusu, is kokusu. Hiçbiri bastıramıyor karanlığın kokusunu. Kulaklarımıza doluyor koku, yankılanıyor, önce ses, sonra doku kazanıyor. Boğulacağız, ama bilmiyorlar bunu, bir ben biliyorum. Ama söylemiyorum, napsınlar, korkarak beklesinler mi, karanlığın onları en sonunda alt etmesini? Hepsi koştur koştur uğraşırken ben de kenarda, kafamı ellerimin arasına alıp oturamam ya. Küreklenecekse kürekleyeceğiz, ne yapılacaksa o.
16 Ali
Kodumun çukuru genişlemiyor. Bana mısın demiyor. Kürek. Kürek. Kürek. “Yüklenin!” diyorum. Şef normalde kızar ben böyle emir verince, ses etmiyor. Daha bir hızlanıyoruz. Öbek öbek toprak yığıyoruz arkamızda, ama önümüzdeki duvarın değişeceği yok. Ellerimle yokluyorum, biçimi bile aynı. Hırslanıyorum. Daha fazla. Öfkeyle dolu içim, sanki bizi ekmek parası umudu değil de, bu topraklar buraya gömmüş, üzerimize kat kat kendileri gelmiş gibi sinirleniyorum, hâlâ durup durup gözlerini silen Hamza’nın elinden kazmasını alıp var gücümle indiriyorum indiriyorum indiriyorum Allah’ın belası toprağa, genişlesin, açılsın, kurtaralım kurtarmaya değer olanı.
17 Ömer
NAPACAĞIZ diye bağırıyor içimdeki ses yeniden. Ellerimle duvara dokunuyorum. Sarsılıyor mu? Algılarım mı yanıltıyor beni. NAPACAĞIZ. diyor içimdeki ses. İLERLEYEMİYORUZ. diye benim bildiğimi yüksek sesle tekrar ediyor. Elimle yokluyorum. BİR ŞEY OLUYOR diyor içimdeki ses yeniden. Şefe dönüyorum, “duvar sarsılıyor”, diyorum. Arabayı bırakıp yanıma geliyor şef. DEPREM diye bağırıyor içimdeki ses. Korkuyla devam ediyor. DEPREM! HEYELAN! TOPRAK KAYIYOR! NAPACAĞIZ! Korkmuyorum oysa ben. İçimde korkunun zerresi yok. En fazla ne olabilir, şu toprağın ardındaki diğerlerinin başına zaten gelmemiş ne gelebilir başımıza?
18 Bekir
Kardeşlerimiz... Onları kurtarmaya çalıştığımızı sanıyorduk. Görevimizdi tabi, böbürlenmek için değil yani. Onlar da bizim için aynısını yaparlardı elbette. Ama işin içinde iş varmış meğer. Ömer farketti ilk bir gariplik olduğunu, hepimiz gittik baktık, elledik toprağı. Sallanıyor. Sesler de duyduk, bizim çıkardıklarımıza benzer, hatta bizim çıkardıklarımızın aynısı. Toprak sarsıldı, döküldü, ufalandı. Açıldı sonra. Kardeşlerimiz. Bizi kurtarmaya gelmişler. Diğer türlüymüş yani, biz de olsak aynını yaparmışız. Kafam karıştı. Öylece bakakaldım. Yanlarında lamba da getirmişler, gözümü ışık aldı. Ahmet “Çok şükür yarabbim,” dedi. Şef şaşkın şaşkın kafasını kaşıdı. Öylece baktık gelenlere. Yanyana, ellerimizde kürekler, kazmalar. Hayalet görmüş gibiydik, sevinememiştik, Ahmet hariç. “Hoşgeldiniz, kardeşler,” dedim, başka ne deneceğini bilmediğim için. Duymadılar. Ya çıkmadı sesim. Ya da beni duymadılar. “Ölmüşler mi?” dedi içlerinden birisi. “Evet.”
“Hepsi mi?”
“Evet.”
- West World diye bir dizi var. Yeni. Bazen “Bunu bizim Emre de yazabilirdi hem daha güzel bile yazardı,” diyorum ama yine de izlenebilir. Hikâye anlatmak mefhumu üzerine de düşünülen diziyi bizim Emre yazsa daha iyi yazardı demiş miydim? (AE)