Karabatak, Artistik Bellek ve Natama Dergileri
Günümüz öykücülerinin “duygu aktarımı nasıl başarıya ulaşır” konusuna eğilmeleri gerekiyor, acilen! Neden acilen diye merak ediliyorsa birazdan okuyacağınız öykülerin ekseriyeti dertli bir üslupla dem vurduğumuz bu hususa örnek teşkil ediyor. Yani öyküye dönüşememiş, münferit tecrübelere yaslanmış hissi uyandıran anlatılar.
Durum öyküleri için yapılan klasik tanımdan hareketle “hikayenin geri planda olduğu, daha çok duygu durumlarının ön plana çıkartıldığı” metinleri bir kenara koyarsak, hikayesiz metinler gerçekten öyküye dönüşemiyor. Yazarın kaleminin maharetsizliğinden kaynaklı değil bu dönüşememe durumu, daha çok aktarılmaya çalışılan duygu durumlarının münferit tecrübelere yaslanmasından ya da duygu durumunun tam olarak anlaşılamamasından kaynaklanıyor. Yani anlatıcı-yazar için pek kıymetli görünen “buhran, amaçsızlık, boşunalık ve kaybedenlerden olma” durumu okur için de bir şey ifade etmeli. Dergilerde gördüğümüz bu tür öykülerin “daraltı” halinin okura aktarımı noktasında başarılı olduğundan bahsetmek maalesef mümkün değil.
Bu yolu seçen günümüz öykücülerinin “duygu aktarımı nasıl başarıya ulaşır” konusuna eğilmeleri gerekiyor, acilen! Neden acilen diye merak ediliyorsa birazdan okuyacağınız öykülerin ekseriyeti dertli bir üslupla dem vurduğumuz bu hususa örnek teşkil ediyor. Yani öyküye dönüşememiş, münferit tecrübelere yaslanmış hissi uyandıran anlatılar. Öykücü, örneğin şöyle bir soru sormalı kendine; ben binlerce, belki de milyonlarca kaybedenden sadece bir tanesini yazacağım ama bu yazacağım neden bir başkası için bir şey ifade etsin? Ya da ben şahsi bir tecrübemden hareketle yaşadığım sıkıntılı ruh halimi anlatacağım ve benim gibi binlercesi bunu anlayacak diyorsa bir kez daha düşünmeli.
Münferit tecrübeler aslına bakarsanız sanıldığı kadar herkes tarafından anlaşılabilir şeyler değil, buradan hareketle de şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki; “maharetli kalemlere” bu tarz öykülerde çok daha fazla ihtiyaç var. Karabatak, Artistik Bellek ve Natama dergilerindeki öyküler bu sayının değerlendirilen metinleri oldular. Yeni yıl ve sayıyla beraber altı sayıdır devam eden bu bölümde değişikliğe gideceğimiz haberini vererek sevgili okuru öykü değerlendirmeleri ile baş başa bırakıyoruz.
Karabatak – Sayı 21 – Temmuz/Ağustos 2015
“Rüyada Ölü Görmek Hikayesi” Bünyamin Demirci
Hastaneye yatan bir çocuğun gözünden anlatılan hikaye, yoğun kullanılan rüya atmosferinin etkisiyle örtük kalmış. Bu örtük anlatım anlaşılması zor bir metin olmasına neden olmuş. Bunun yanında akıcılığın da yakalanamaması okurun metne sadık kalarak sona ulaşmasını engelleyen bir durum olmuş. Aslında rüya tabirleri üzerinden öykü kurgulamak parlak bir fikir. Ama maalesef bu parlak fikir biraz dile, biraz da anlatım üslübuna kurban gitmiş görünüyor.
“Asansör” Arzu Kadumi
Yıkım kararı verilmiş bir binanın on beşinci katından atlayarak intihar etmeyi amaçlayan bir muhasebecinin binanın asansöründe mahsur kalışının hikayesi anlatılmış. Zekice kurulmuş ironik bir yapıdan söz etmek mümkün. Akıcı üslup ironik dil ile birleşince sona ulaşmak zor olmuyor. Sunulan tabloların güncel olması, canlı bir öykü çıkarmış karşımıza Anlatıcı-karakterin asansördeki dönerci ilanına bakıp aklından geçenler bahsettiğimiz bu canlılığın bir ürünü ve metni zenginleştiren bir durum. Okurda, öykünün sonuna dair farklı beklentiler oluşabiliyor bu da bir zenginlik, içinde hayal kırıklığı da barındırabilecek bir zenginlik. Buna rağmen başarılı bir öykü diyerek geçiyoruz.
“Kör Orman” Fatma Akdağ
Baştan sona kapalı bir anlatım tercih edilmiş. Bir kızın öfke duyduğu annesini terk ediş hikayesi diye özetlenebilir. Duygu aktarımı için fazlaca benzetme kullanılmış ama bu benzetmeler hikayeye dahil olmamıza yardımcı olmuyor. Muhtemelen tercihlerden ötürü. Kısa olmasına rağmen gerek kapalı yapısı gerekse benzetmeler üzerinden ilerleyişi öykünün okunmasını zorlaştırıyor. Tek ritim halinde ilerleyen öyküde, düşüş ya da yükselme durumu yok. Beklenen, sürpriz olmayan bir son pek sorun teşkil etmiyor, bunun sebebi anlatıcı-karakterin iç döküşünün bir şey vaat etmeyişinden ötürü.
“Prenses” İlknur Demirci
Kısa vurucu ve hazin bir hikaye. Sıkıcı durmayan betimleme ve tasvirleriyle akan bir öykü olmuş. Gerçeklik algısı ise güçlü verilmiş. Çocuk karakter yazımı aslında içinde bir risk barındırır. Çocuk zihninin farklı işleyişinden kaynaklı bir risktir bu. Zarife karakterinin zihni de erken olgunlaşmış bir çocuk zihni. Yazar da bunu başarıyla aktarabilmiş. Ajitasyona düşülmemiş olması ise başka riskli alandan başarıyla geçtiğinin göstergesi.
“Pantolon Binalar” Mehmet Babalıoğlu
İmge yüklü resimlerinin altında yatan manasını anlayamayan öğretmeni ile ayrı uğraşan, değişmesini tekrarlayan babasıyla ayrı uğraşayan bir çocuğun hikayesi. Karşı koyabilme gücü bulamayan bir çocuk olmasından hareketle gerçeklik algısı güçlü verilmiş diyebiliriz. Öğretmeninin davranışlarının “ezber dışına çıkamama” durumundan kaynaklı bir tavırdan kaynaklı olduğu metinde açıkça veriliyor ama babasının davranışlarının bir açıklaması yok. Bu öykünün en zayıf noktası. Derdini sözü uzatmadan anlatabilmiş olması ve sonundaki imge yüklemesi de öykünün en güçlü yanı.
Artistik Bellek – Sayı 5 – Temmuz/Ağustos 2015
Hikayesi olmayan bir öykü “Islak Kül”. Sevim karakterinin bir kaybeden olarak yalnızlığı anlatılmış. Kısa olması okunurluğunu olumlu yönde etkilemiş lakin bu tür buhranlı durum öyküleri artık pek muteber değil. Sıradan cümlelerle başlayan “Islak Kül” klişe bir son ile okura pek bir şey veremeden sonlanıyor.
“Sarhoş Uçurtma” Berk Cömert
Çimlere uzanıp gökyüzünü izleyen karakterimizin görüş alanına bir uçurtma girer. Gökyüzüne dair klişe cümleler daha başta metne dair beklentileri düşüren bir durum. Sonra düşer o uçurtma. Düşen ve zarar gören uçurtmayı onarır karakterimiz. Sonrasına dair pek anlatılacak bir şey yok. Yine bir iç döküş hikayesi. Aklından geçenleri kurgulayarak anlatmış yazarın dili özgünlük de barındırmayınca vasatı aşamayan bir öykü çıkmış karşımıza.
“Kanepe” Kadir Kurtak
Kötü bir anının tam orta yerinde duran bir kanepe üzerinden anlatılmış hikaye. Zorlama bir olay ile de dramatize edilmeye çalışılmış olması göze batan bir diğer zayıflık. Netice itibariyle gözler önüne serdiği tablo ile başarılı sayılabilirse de değindiğimiz zayıf noktalar nedeniyle vasatı aşamayan bir öykü olmuş.
“Barmen” Mert Kara
Bir bar taburesinde başlayıp sonlanan bir öykü. Hiçbir şey anlatmıyor. Onca cümle sırf son cümle hatırına kuruluyorsa o son cümle gerçekten iyi olmalı. Karakterin, barmen hakkındaki bazı çıkarımlarının karşılığının metinde olmaması ise ciddi kurgusal bir hata. Son ana kadar barmenin “gözlem gücü” hakkında hiçbir şey sezdirilmeyen metnin finalinin mana kazanması için karakterin ağzından barmenin bu özelliğinin vurgulanması zayıf metni daha da zayıflatmış.
Natama – Sayı 11 – Temmuz/Ağustos/Eylül 2015
Askerde intihar eden arkadaşının ardından içinde uyanan huzursuzluğu aktarıyor anlatıcı-karakter. Kısa bir öykü ve kendince tutturduğu eleştirel dil başarılı. Çizilen tablo, oluşturulan atmosfer bir diğer başarısı. Yüksek sesli bir serzeniş değil belki ama sakince kurulmuş “dokunan” cümleler barındırıyor.
“Ordan İyi Çalar” Hakan Kıran
Hikayesi olmayan anekdotlar toplamı bir öykü. Anlatıcının, anlattığı sırada sarhoş olduğu etkisini vermek için hususi yaptığını düşündüğümüz anlatım bozuklukları ile bezeli bir metin. Ne duygu aktarımında başarılı ne de atmosfer oluşturmada. Ara ara şiirsel bir üsluba kayma gayretleri dikkat çekse de pek başarılı sonuçlar doğuramamış olduğu ortada.
“Yokuş” Levent Pişkin
Kocasından ve kaynanasından çok çekmiş bir annenin yetiştirdiği oğlunun anlatıcı olarak dönüşümünü görüyoruz öyküde. Kurgusal açıdan başarılı lakin imge yükleme noktasında bir hassa sonundaki gayretle vasatın altında kalmış. Gerçeklik algısı ise kuvvetli ve çizilen tablo bunu destekliyor. Her daim galip gelen hayatın acı yanı gözler önüne seriliyor. Asıl anlatılmak istenenin ise bir döngüsellik hissi olduğu fikri oluşuyor okurda. Daha akıcı bir üslup daha güçlü imgeler metni bambaşka bir noktaya taşıyabilirmiş.
“Boşuna…lık” Tarhan Gürhan
“Boşuna…lık” ismindeki bu öyküyü okuyup bitirdiğinizde belki hayata karşı değil ama bu metni boşuna okuduğunuza dair bir hisse kapılıyorsunuz. Acaba gerçekten amaç bu muydu?