Kahramanın Mutant Hâlinde Ölümü
Kahramanın ölüm ve dönüşümü irdelendiğinde iyi ve kötü kahraman, yol, akıl ve mekân temaları etrafında bir dizi alt başlığa temas etmek esasa ulaşmak için uygun gözüküyor. Çünkü kahraman beklendiğinden ötede başka bir varlığa dönüşmüştür.
Anlatma bir iç aydınlanmadır, arınmadır. Bu metafiziğe bağlı görünen içerik modernlikle birlikte seküler bir zihnin sonuçları bakımından ya boşluğa açılır ya da başkalaşır. Kahraman da bütün bu süreçleri çeşitli değerler, normlar üzerinden tecrübe ederek yol alır.
Campbell, büyük anonim biçimlerin dağılmasıyla insanların artık toplumda anlam bulamadıklarını ve kişinin nereye hareket edeceğini bilmediğini söylerken mazi, büyük anlatı ve modern insan ayrışmasını özetler: “İnsan ruhunun bilinçli ve bilinçdışı alanları arasındaki iletişim kesilmiştir ve bizler ikiye ayrılmış haldeyiz.” (Campbell, 2013: 421). Bölünen insanın kahramana ihtiyacı kalmadığı düşüncesi, artık bir çeşit onun ölümü diye tefsir edilebilir. Bunun Türk edebiyatındaki süreç ve gelişimini “Kahramanın Ölümü” başlıklı yazısı ile Ahmet Oktay, “küçük adam” ikonuna bağlamış ve edebiyatımızda hepsinin atası olarak Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ını göstermiştir (Oktay, 2005: 64). Daha birçok okuma, anlamlandırma çabası içinde ona bir konum atfedilebilir. Kahramanın ölüm ve dönüşümü irdelendiğinde iyi ve kötü kahraman, yol, akıl ve mekân temaları etrafında bir dizi alt başlığa temas etmek esasa ulaşmak için uygun gözüküyor. Çünkü kahraman beklendiğinden ötede başka bir varlığa dönüşmüştür.
Büyük bir yolculuğun sınavı olarak kahramanın ortaya çıkışı bir bakıma insanın akıl ve güç dengesinin nerede durduğunu sorgulamaktır. İyi kahramanları iyi yapan o yol sınavları, kötü kahramanları dönüştürmez örneğin. Oysa ikisi de yol üzerinde olabilirler. Aynı sınavın içinde karşılaşırlar ve birisi kötü olmak zorunda kalır. Kötüden kahraman olmaz genel anlatma kabulünde, ama Batılı anlatma bunu rahat bir şekilde geliştirir ve kahraman, kötü figür olabilir, düşüncesine varır. Bu bölünmeyi geride bırakan, adeta şeytani bir duruma ilerleyen bir kabuldür. Postmodern bunu daha da ileri götürür ve fantastik içerisinde iyi ve kötüyü her türlü zaman ve zeminde dolaştırmaya başlar.
Aklın esaret içinde oluşu kahraman için düşünülemez. O aklı daha doğru kullanandır. Gücünü de buradan alır. Kahraman aklını kullanarak iyiliği geliştirir. Kötü ise kendine bağımlı olarak aklını sınırlamış ve yolun ötesine geçmeyi başaramamış figürdür. Modernizm kendi aklıyla sınırlı ve bölünmüş insanı mekanik bir hayatın içinde çoğaltır, yaygınlaştırır. Mikrokozmos içinde bilinç sıçramaları, akışları ile uğraşan akıl,bir anlamda yolunu kaybetmiştir.
Kahraman bir mekânın ekonomi-politiğini kuracak iktidar potansiyeli taşır. Destan kahramanı, bir yol sınavında hem ait olduğu toplum için hem kendisini kahraman yapacak bir iş için bir olgunlaşma süreci yaşar. Yani sınırları bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkmak zorundadır. Tuhaf yerler görür, tuhaf yaratıklarla savaşır, ganimet elde eder, bir büyük problemi ortadan kaldırır. Onun kapitalist-marksist süreç içindeki yolculuğu daha edilgendir. Bir gücün eliyle var edilen figür olarak ekonomiyi temsil eder ve onu korur. Bu, toplumsal aidiyet üzerine kurulmayan, güce bitişik görünen bir düzenlemeye bağlılıktır. Roman kahramanı, şehre ait bir sınırda kalarak bazen fiziki, bazen psikolojik sınırlar içerisinde kendi sınıfından çıkmak ya da kendisini bulmak için dolaşır.
Bunları üst üste koyduğumuzda edebiyatın kahraman figürü, modernlik öncesi akıl ve güç üzerinden gelişen kahramanlığını modernlikle beraber yitirir. Araya giren seküler gelişim, onu nefsinin dışındaki acı ve sıkıntıdan uzaklaştırır. Marksist literatür tek tip kahramanı olan işçi ile kapitalist süreç yeryüzüne indirdiği orta gelirli bireyi ile etiğe ulaşmış bir kahramanı ortaya çıkartamaz. Örneğin Balzac, Rastignac’ı, arınmaya çabalayan bir kişi olarak tasarlamamışa benzer. Mutlu Moskova’nın gideceği bir yer olmadığı gibi Platonov’un da çıkışsız olacağını anlarız. Oysa romanın yerde yaşayan kişileri figürasyon olmamayı azıcık ihtiraslarına borçludurlar ve Lukacs gibi eleştirmenler, romanın ahlâkı yitirmiş toplumlara bir arınma getireceği düşüncesindedir. Salinger’ın olduğu yerin asla dışına çıkamayacak ergen Holden’i de aynı dayatma kültürünün bir başka seçenek sunmadığını ima eder.
Bilinen parçalanmış benlik ve modernizm ilişkisi, kahramanın o açık seçik aklını ortadan kaldırır. Gücünü de eğitimli ve çok bilir olma haliyle takas etmiş gibidir. Modern kahraman, kendisinin kurduğu bir ekonomi-coğrafyaya sahip olmayarak kendi kafasında devasa bir ressam zenginliği ile hayatı yığınla parçasına ayırarak mikro keşifler ve entelektüel doluşlar içerisinde kapitalin merkezinde aylak olarak yürür. Şehri dolaştıkça kendisine daha çok gömülen kahraman, düşeceğini bilmektedir. Nihayetinde yeraltına başka bir varlık olarak mutant hâlinde düşer. Düşüşün hem kapitalist hem Marksist modernlik için aynı olduğu açıktır. Henry Miller’ın dönencelerinde kapitalizme tiksinerek bakan ve fakat bir örümcek ağına yakalanmış gibi dışarı çıkamayan kişiler, Makanin’in mekanik Underground’ındaki bekçi,kendilerinin ürettiği bir bilincin kahramanı değildirler.
Modernlik sürecini tercüme üzerinden yaşayan anlatmalarda durum gecikmeli olarak sürer doğallıkla. Ancak bir başka ekonomi ve coğrafya perspektifinden kendisine dönük bir tarafı yedeğinde taşıyarak sürer. Bu açıdan Jameson’ın üçüncü dünya edebiyatları diye adlandırdığı “savunmacı reflekse” bağlı retoriğin, Batı romanının tükenen kahramanına rağmen daha ahlâki bir zemin yarattığı görülür. Bizim roman tarihimiz burada ilginç şekilde ahlâkını bulur. Namık Kemal’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Kemal Tahir’den Tarık Buğra’ya kadar roman kahramanları bunu doğrular. Ancak modern düşüncenin günah çıkartan kalıpları arasına sıkışarak parçalanmış benliğe yönelmek zorunda kalan metinlerin yazılmış olması da kaçınılmaz bir etkileşimdir.
Modernlik sonrası olduğu yerde durmadan parçalanan kahramanın yerine yeraltına düşen ya da başkalaşım geçirerek bir mutanthâline gelen figür aslında kapitalizmin ucuz metafiziği olan süper kahramanlara inat kendisine bir alan açar. Artık masum olmayacak, bağlarından uzaklaştığı dünyaya da dönemeyecek bir figür vardır ve bu mutant bir varlık olabilecektir. Batı roman veya anlatmasının kötülükle sınavının geldiği noktada bu, yürüyen ama zihni arınmayı da esas kaynağı da artık hatırlamayan bir varlıktır. Gideceği yeri bilmemektedir. Onu tanımlayan normal veya karanlık bir “fest” içinde bir yol bulmaktır.
Olmadığı yerde kendisi bir yol icat edecek ve hayatta kalabilmenin absürd tarafını bile hatırlamayacaktır. Bizim romanımızda bunu yansıması anlatmanın hazzı biçiminde belirir ve kişiler de neredeyse kayıptırlar. Çünkü çekilecekleri yeraltları, bireye tastamam bağlanmış yol temaları gelişmemiştir. Bu açıdan Jameson’ın bir anlamda üçüncü dünya romanını hafife aldığı tezin, tam tersten bir okuma ile bir insanlık geleneğini sürdürme çabası için tek seçenek olarak sürdüğünü söylememiz gerekir. Hatta romanın bireyi, metafiziksiz dünyasına olan borcunu ödemek için itiraf ede ede arınmasını bile hatırlamazken, insana ait birçok alanı kaybederken Batı dışındaki romancılar bize hâlâ yaşayan bir insan olduğunu anlatmayı sürdürdüler.
Anti-kahramana rol veremeyen romancılar, hâlâ iyinin bulunduğunu açık veya gizli biçimde anlatmayı sürdürürlerken, esas hikâyenin distopik dönüşümünü yazan Neil Gaiman veya China Miéville’in kurgularına düşmezler. Bundan sonrasında anlatma, kara bir dünyaya inerek tekrar esaslı bir kahraman çıkarmak zorunda kalacağa benzer. Çünkü bu kadar terör ve savaşın kol gezdiği coğrafyalar, kendi ekonomisi içinde bir kahraman üretmenin dışında bir tercihe sahip değildir.
- Kaynakça
- Campbell,Joseph (2013), Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
- Ahmet Oktay (2005), Kahramanın Ölümü, Alkım Yayınları, İstanbul.