İyi tweet atan kötü yazarlar vs kötü tweet atan iyi yazarlar

Sosyal medya artık yazar için hem bir edebiyat ortamı, hem de bir karakter inşa etme imkânı olarak bu kadar kritik mi?
Sosyal medya artık yazar için hem bir edebiyat ortamı, hem de bir karakter inşa etme imkânı olarak bu kadar kritik mi?

Bana, bu yazının başlığını çok önceden Twitter'da paylaşmama neden olacak refleksleri kazandıran mekanizmanın hepimize birçok şey kaybettirdiği açık. Benliğimizi ateşe vermesek de edebiyatın iyiliği için bunu sorgulamak ve onunla mücadele etmeyi göze almak durumundayız.

İşte bir yazı daha, yazılmasa da olurdu, okunmasa çok daha iyi olur. Hüseyin Cöntürk'ün bir yazısının girişinde kullandığı bu cümleyle başlama sebebim yapacağım şeyden pek emin olmayışım. Twitter'ın edebiyat ortamının içinde nasıl bir yer edindiği, bunun ne açılardan olumlu, ne açılardan olumsuz görülebileceği üzerine fikir yürüteceğim fakat kafamda bir soru işareti sürekli beni takip edecek. Edebiyat ortamını eleştirmek kimi rahatsız edebilir ve dolayısıyla neyi değiştirebilir ki? "Halkımız" ya da "bizim insanımız" diye başlayan cümleleri kimsenin üstüne alınmaması gibi, bu konu hakkında söylediklerim de havaya karışabilir ve beni biraz rahatlatmak dışında hiçbir işe yaramayabilir. Fakat hiç olmazsa, o meşhur karikatürdeki kurbağa gibi "Denedim." diyebilmek için bazı taşları yerinden oynatma girişiminde bulunmamız gerekiyor.

Üzerine çokça konuşulan bir yerden başlayalım: yazarın yaşamı ve metni arasındaki bağ. Geçtiğimiz günlerde Svetlana Boym'un "Yazarın Ölümü" adlı makalesini okurken, belki onu biraz da yanlış okuyarak yaşam ile metin arasındaki tuhaf ilişkiyi birçok bağlamda düşündüm. Bu konunun daha kapsamlı, politik yanları da var ama ben yalnızca yazarın kendi halindeki yaşamına eğilmek istiyorum şimdilik. Daha iyi bir ifadeyle, yazarın "ev içi yaşamı"na. Boym, bu meseleyi ele alırken Mallarme'nin otobiyografisinden faydalanıyor ve yazarın ev içi yaşamının en temel ögesi olarak "mobilya"yı örnek gösteriyor. Öyle ya, yaşamı anekdotlardan tamamen yoksun bir şair bile mobilyadan mahrum değildir, orada kurar kendi evrenini.

"Ailenin kol kanat gerdiği bir dairede, eski ve değerli birkaç parça mobilya ve de çoğunlukla boş kağıtlar arasında kalmayı her şeye yeğlediğimden pek çıkıp gezmem." diyor Mallarme. Mobilya, yazarın yaşamı demek aslında bu bağlamda. Yazarlığından kopmaktan, hayata karışmaktan çok korkan birinin bile sıyrılamayacağı kadar açık bir yaşam gerçeği. Hiç kimseyi görmeseniz, kalem ve kağıtla yapayalnız kalsanız bile mobilyalar var çevrenizde. Mobilyalarla aranızda kurduğunuz ilişki sayesinde kendi kendinize (epey sıkıcı da olsa) bir persona inşa ediyorsunuz. Yazarın yaşamla kurduğu asgari ünsiyetin bir timsali mobilya. Peki, bu günümüzde hâlâ böyle mi? Ben aniden hayattan soyutlanma ve kendimi yazıya verme kararı alsam mobilyalarımdan mı daha kolay vazgeçerim yoksa Twitter hesabımdan mı? Sosyal medya artık yazar için hem bir edebiyat ortamı, hem de bir karakter inşa etme imkânı olarak bu kadar kritik mi?

Twitter'ın hakkını, onu edebiyat ortamı bağlamında şeytanlaştırmadan önce teslim edelim. Twitter olmasa belki bu kadar çok kişiye ulaşmakta sıkıntı yaşayacak e-dergilerden, edebiyat portallarından, bloglardan Twitter sayesinde faydalanıyoruz. Ya da söz gelimi, ben sabaha karşı bir öyküye nokta koyduğumda muhakkak Twitter'da onu okumak isteyen birkaç kişiyi bulabiliyorum. Böylesine bir etkileşim, okur ile metnin bu kadar kolay buluşabilmesi harika. Fakat okurun, yalnızca metinle değil yazarla ilişki kurduğunu da hatırlatalım. Bunu istemiyor değilim, mütemadiyen aldığım "öykülerin yaşına göre çok iyi" yorumları beni keyiflendiriyor. Fakat yazarların sosyal medyada diğer yazarlarla ve okurlarla iletişime geçerken inşa ettiği personayı nereye koyacağız? Onu da edebiyata dahil edebilir miyiz?

Şu sözleri çok işittim: "X'in kitaplarını okumadım ama Twitter'dan tanıyorum. Seviyorum yani, okuyacağım en yakın zamanda."

Bu cümle oldukça normal görünüyor ve hatta normal. Neden anormal olsun ki? Ama Twitter ile edebiyat arasında hiç var olmaması gereken bir ilişkiyi de açık ediyormuş gibi geliyor bana. Bu sözü söyleyen kişi, yazarın sosyal medyada inşa ettiği personayı biliyor. Edebi portresini tanıdığını iddia ediyor yani yazarın. Geriye denk gelirse birkaç öyküsünü okumak kalıyor sadece. Yazarın attığı tweetle yazdığı öykünün bir bütün olarak görünmesi, ayrı düşünülememesi tehlikeli değil mi peki? Okuruna çiçek bırakan, onunla mesajlaşan, yazar arkadaşlarıyla iyi vakit geçiren, karşılıklı beğeni ve retweetleri eksik etmeyen bir öykücünün öykü yazmasına bile gerek yok belki de. Hatta aramızda dolaşan hayalet öykücüler de olabilir böyle. Twitter'da x dergide yazdığını söylemiş, kitabının çıktığını iddia etmiştir. Hepimiz toplanıp hayırlı olsun demişizdir, çiçekler atmışızdır ona. Halbuki yalandır hepsi, tek bir öykü bile yazmamıştır bu öykücü. İlginç bir oyun, buraya yazmasaydım belki hayali bir karakter inşa etmeyi deneyebilirdim ileride. Hiç öyküsü olmayan öykücü, karakteri eğlenceli bir arkadaş olabilirdi.

Bu abartılı ifadeleri bir kenara koyalım. Zamanın en büyük eleştirmen olduğunu kabul edelim. Twitter'ın ve bütün edebiyat ortamlarının gücü edebiyatın gücüne elbet bir gün yenilir. Bir ölçüde doğru, zamanın edebiyat bilgisi de tartışmalı gerçi ama en azından güncel edebiyat ortamının tesirinin yavaş yavaş silikleşeceğini tahmin etmek zor değil. Fakat söylemek istediğim şey günümüzle ilgili aslında. Geçmişin edebiyat ortamlarında bile personalar metinlerin önüne geçebilmişken (Cahit Zarifoğlu veya Ece Ayhan'ın metinlerine ne kadar temas edebildik?) personaların her gün yeniden inşa edildiği bu korkunç karnaval alanında edebiyatın nereye kaybolacağını nasıl kestirebiliriz?

Mallarmé'den alacağımız bir mobilyalı pasaj daha var ve bana kalırsa o, bu konuda bir ipucu veriyor bize: "Bir simyacının sabrıyla hep başka bir şeyi hayal ettim ve ona gayret ettim, her türlü gösteriş ve doyumu onun uğruna feda etmeye hazırdım, eski günlerde insanların Büyük Yapıt sobasını alevlendirmek için mobilyalarını ve çatı kirişlerini yakması gibi. O ne peki? Anlatması zor: bir kitap... Mimari yapıda ve önceden tasarlanmış bir kitap bu, ne kadar fevkalâde olursa olsun gelişigüzel esinlerden oluşan bir derleme değil... Daha ileri gidip söyleyeyim: Kitap." İlk alıntıda mobilyayı yazarın yaşamının en temel parçası olarak görmüştük. Bir rahatlıktı mobilya bizim için, yazdıklarımızdan ayrı bir yaşamanın da olduğunu hatırlatan huzur verici bir pasajdı hatta. Şimdiyse Kitap'ı (Le Livre) ortaya koyabilmek için mobilyaları yakmayı teklif ediyor Mallarmé. Yani yazar yaşamının son küçük parçasını, benliğini, personasını yok ediyor ve bu fedakârlık sonucunda Kitap'ı yazabiliyor. Bu korkunç bakış açısına kendimizi kaptırırsak yaşamımızın finalini Mallarmé gibi yapabiliriz.

Burada keselim ve çok daha basit sorular soralım kendimize: Ne yapacağız şimdi? Twitter'ın bir edebiyat ortamına dönüşmesinin sonuçlarını ele almaktan daha radikal seçenekler mevcut elbette. Profillerimizi kapatıp arkamızda bir yangın bırakarak yürüyebiliriz yazıya doğru. Geçmişe dönüş ve hayattan uzaklaşma edebi enerjiyi artırabilir pekâlâ. Hatta inşa etmek için o kadar uğraştığımız "benlik" yanarken, personalarımız alev alırken Twitter'ın bir edebiyat muhiti olmasının sonuçları hakkında da daha sağlıklı düşünebiliriz belki. Bunlar bir ihtimal, kesin olansa şu: Bana, bu yazının başlığını çok önceden Twitter'da paylaşmama neden olacak refleksleri kazandıran mekanizmanın hepimize birçok şey kaybettirdiği açık. Benliğimizi ateşe vermesek de edebiyatın iyiliği için bunu sorgulamak ve onunla mücadele etmeyi göze almak durumundayız.