Işıltılı, parlak Papağan buluşmaları
Her perşembe Papağan Cafe’de, Mustafa Aydoğan, Hayriye Ünal, Dinçer Eşitgin toplanıyoruz. Oldukça verimli, üretken, birbirimizi besleyen oturumlar oluyor. Mustafa ile Hayriye’nin şair olması bana yeni açılımlar sağlıyor. Kuşkusuz bu tür uzun süreli buluşmalar uzun vadede cazibesini kaybediyor.
28.02.2006
Kırıkkale’de Cahit Yeşilyurt için düzenlenen anma gününe katıldık. Salon neredeyse hınca hınç doluydu. Rahmi Kaya nefis bir konuşma yaptı. Rahmi, Cahit Abi’nin en iyi dostuydu. Rahmi’nin edebiyata adım atmasında, yetişmesinde, yol bulmasında katkıları büyüktü. Tarihi, içli bir konuşma yaptı. Daha sonra belediye başkanı olan arkadaşımız Veli Korkmaz Cahit Abi’yle ilgili konuştu. Ama Veli’nin konuşmasının sonu sürprizdi: “Şimdi de Cahit Abi’nin en yakın arkadaşlarından biri olan Necip Tosun’u mikrofona davet ediyorum.” Hazırlıksız ve mikrofonu sevmeyen biri olarak Cahit Abi’yle ilgili bir anımı anlattım: “Gecenin bir vaktinde bir telefon çalar. Açarım. Ahizede soluma sesleri. Sonra o ses şiir okumaya başlar. Tok, güçlü, akışkan ses beni hemen yakalar. Bu Yeşilyurt’un son yazdığı şiirdir. Sonra da telefon ya ‘iyi geceler’ diye kapanır ya da ‘kusura bakma bu şiiri şimdi kiminle paylaşayım’ diye af diler. İşte benim için Cahit Yeşilyurt geceleri umulmadık bir vakitte şiirlerinin ilk dinleyicisi olduğum bir şairdir. Rahmet olsun.”
29.06.2006
Her perşembe Papağan Cafe’de, Mustafa Aydoğan, Hayriye Ünal, Dinçer Eşitgin toplanıyoruz. Oldukça verimli, üretken, birbirimizi besleyen oturumlar oluyor. Mustafa ile Hayriye’nin şair olması bana yeni açılımlar sağlıyor. Kuşkusuz bu tür uzun süreli buluşmalar uzun vadede cazibesini kaybediyor. Birbirlerini çok iyi tanıyan insanların, zamanla birbirlerinin bakış açılarını, kabiliyetlerini ve her olayda aşağı yukarı yaklaşımlarını tahmin etmesi bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Ardından da kişilik savaşına dönüşüyor. Ama küçük kırgınlıklar dışında ışıltılı, parlak Papağan buluşmaları gerçekleşiyor.
Temmuz 2006
İnsan bir sallantı, dağınıklık ve çarpılma anında ya büsbütün çöküyor ya da bu anlarda her şey ayan beyan ortaya çıkıyor, o an bir verime dönüşüyor, sıkışmışlıkla görülmeyen şeyler bu dağılma ve çöküntüyle birlikte açığa çıkıyor, böylece bu çöküntü bir keşfe dönüşüyor.
İnsan, zihninde öncelikle her sıkıştığında, dağıldığında başvuracağı temel bir amacı şifremeli ve yaşanan tüm olumsuzlukları o şifreye vurarak kendine gelmeli ve amacına doğru yürümeli. Bu şifre benim için “yazmak” ve “kitaplarım”. Başka insanların, başka uğraş ve eylemlerin gerilim ve saldırısını öncelikle bu şifreye havale ediyor ve bu olayları da en az yarayla aşmaya çalışıyorum. Yazma hedefim ve uzun vadeli projem beni bir şekilde ayakta tutuyor ve bir süre sonra yaşadığım olumsuzlukların intikamını yazarak alıyorum. Yazı benim için her durumda sığınak ve yeniden var olmak için bir zenginleşme, demlenme yeri. Eğer insanın böyle bir merkez gücü (şifre) olmazsa gündelik hayatta savrulup gitmesi işten bile değil.
29.12.2006
Edebiyat biraz da kişisel, egoya yaslı bir uğraş olduğundan, insanlar isimlerinin ve yazdıklarının peşinde koşar. Bu nedenle de kırıcı, sert ayrılıklar, kişilik çatışmaları olağan bir durum olarak ortaya çıkar. Ortak zorunluluklar, dergileri, insanları bir araya getirir. Ortamlar ortadan kalktığında ise ayrılıklar gerçekleşir. Papağan birlikteliği de aynı kaderi yaşıyor. Hiç kimse bunu birbirine söylemiyor ama bu doğal ayrılık hiçbir mazeretin ardına sığınmadan kabullenilmeli. Geçmiş yargılanmamalı. Dostluklar sürmeli. Her şeyin doğal akışı, serüveni ve sonucu kabullenilmeli. Bu süreç eleştirilmemeli, kazanımlar sahiplenilmeli. Ben memnunum ve geçmişi yargılamam.
10.05.2007
Yaşanılan süreçte aidiyet hissinin, ortak zeminin kaybolması, rüyaların bitmesi beraberinde derin bir yalnızlığı doğurdu. Kendine ait bir dünyası olmayan, dost dayanışmasıyla yaşayan “biz”ler için bu sonuç çok yaralayıcı oldu. “Ben” demenin şeytan işi kabul edildiği bir gelenekten geliyoruz. Bu nedenle bireyselleşme ile karşılaşan bizler, bir yaşama acemisi olarak şaşkınız. Çünkü birey olamadık hiçbir zaman. Sevgimiz, nefretimiz, davranışlarımız hep toplumsaldı. Dostlarımız her şeyden ve herkesten önemliydi. Hatta ailemizden bile. Şaşkınız çünkü bu vakte kadar ancak birbirimize yaslanarak var olabildik. Şimdi kendimizle baş başayız. Bu bizim için yeni bir tecrübe. Şimdi hayatımıza giren sözcükleri yeniden yorumluyoruz. Yalnızlıkla baş etmenin yollarını bulmaya çalışıyoruz. Bu ise bizim için çok önemli bir tecrübe. Çünkü hiç bilmediğimiz bir durum. Bu süreçte dağılmalar, kopmalar, kırılmalar normal. Şimdi kendimizi yeniden inşa etmenin mücadelesini veriyoruz. Çok daha zor bir dönem bekliyor bizi.
29.06. 2008, İstanbul
Bir toplantı için İstanbul’dayım. Heceöykü’de yayınlanmak üzere öykü üzerine bir açıkoturum yapacağız ama dinleyicileri olmayacak, sadece kayıt yapılacak. Taksim’de Gezi Pastanesi’nde buluşalım diye kararlaştırdık. Ben oldukça erken vakitlerde İstanbul’a geldim, buluşma yerimiz Taksim’de olduğu için Taksim civarında dolaştım. Hüseyin Su Ankara’dan, Necati Mert Sakarya’dan gelecek. Selim İleri, Nalan Barbarosoğlu, Ömer Lekesiz ise İstanbul’dan katılacaklar. Taksim’de genellikle Selim İleri’nin sıklıkla gidip geldiğini öğrendiğim Gezi Pastanesi’ne geliyorum. Hüseyin Su, Necati Mert, Ömer Lekesiz, Behçet Çelik oradalar. Bir süre sonra Nalan Barbarosoğlu da geliyor. Nalan Barbarosoğlu bir anlamda editörüm, birkaç yıldır yazışmamıza rağmen ilk kez karşılaşıyoruz. Kafe-lokanta diyebileceğimiz bir yer. Selim İleri ile görüşmeye gelen birine İleri, daha sonraki bir tarihe randevu veriyor. Belli ki ziyaretçisi İleri’nin buraya geldiğini biliyor. Duvarında büyük bir İstanbul fotoğrafının olduğu bölmede oturup öykü konuşmaya başladık. Üç saati aşan yoğun bir konuşmaydı. Yayınlandığında göreceğiz, oldukça verimli bir toplantı oldu. Bol bol sigara içildi, Ömer Lekesiz fotoğraflar çekti. Çıkışta Selim İleri ile birbirimizin telefonlarını aldık, İleri, “İstanbul’a geldiğinde mutlaka beni ara,” dedi.