Işık nereden gelir?

BOZDÜNYA - HÜSEYIN AHMET ÇELIK - KETEBE YAYINLARI
BOZDÜNYA - HÜSEYIN AHMET ÇELIK - KETEBE YAYINLARI

Hüseyin Ahmet Çelik, huzursuz ve acı çeken insanların hayatını puslu bir atmosferde, bireylerin itilmesi, ötekileşmesi, ezilmesini anlatıyor. Aslında mazlum insanları ezenlere karşı toplumsal eleştiri yaparken kaçınılmaz gerçeklerle yüzleştiriyor okuru.

Bir yazar anlattığı öyküye ne kadar sadık kalabilir? Ya da öykü, yazarının anlatmak istediğine ne kadar sadık kalabilir? Ya da böyle bir şeye gerek var mı? Eğer yazılan öykü çocukların acı tatlı anılarını, toprağı göğe yükselen, göğü yere inen diyarları anlatıyorsa yazar tahkiyesinin hakkaniyetli olması için öyküsüne sadık kalmalı gibi. Kişi, mekân ya da olaylar da gerçeği hakiki bir şekilde gösterme, sunma noktasında yazara sadık kalmalı sanki. Bozdünya1 eserinde Hüseyin Ahmet Çelik'in bu dengeyi sağlama gayretinde olduğu kendi cümleleri arasında yakalanabiliyor: "Bir insanın hayatına ışık tuttuğumuzda, kelimeler bilinenleri değil gizlenenleri karşılar. Öykü, anlatmanın değil gizli olanı vuzuha kavuşturmanın peşinde koşar."2

Çelik'in öykülerinde birbirinden farklı temalar tespit etmek mümkün değil. Bu dezavantaj olarak görülmemeli, bilakis yazar bilinçli bir şekilde belli temalar etrafında kurgularını döndürmüş. Özelikle çocuk, yoksulluk, savaş olguları öne çıkıyor. Duygu çeşitlilikleri de bu temaların etrafında şekilleniyor. Yoksulluğu, savaşı; aslında savaştan mağdur olan insanları anlatırken asıl öyküye sadık kalıyor ve yoksul kendisine ayrılan sayfalar da dahi "Yazık ki öyküsünde bile yoksul"3 oluyor. Savaştan kaçmaya çalışan insanlarında yoksu(l)(n)luğu göz önüne serilirken dikkat çeken şey: Yazarın iç parçalayacak anlatıları ajitasyon yapmadan yazması.

Hüzünlü kulvarlarda dolaşan yazarın yapmaya çalıştığı şey yine kendi cümleleri ile belirtilebilir: "... -öyküler kötü başlıyor, onları iyileştireceksin.- -Öyküleri iyileştirmek de ne oluyor?-"4 Yazar kahramanlarının öykülerini iyileştiremiyor ama onları ifade ederken ki dili ve üslubu, ağlak sahneleri acı da olsa tebessümle okutan cinsten: "Biz köylülerin, yoksulluğumuzdan ve cehaletimizden başka kaybedecek neyimiz var; ..."5 Çünkü yazarın kahramanları yaşadıkları hayatı kabullenmişler. İçinde bulundukları durumu açık yüreklilikle karşılarındakilere söyleyebilme gücündeler: "Onlar çıban değil efendim, çatlaklar. Neyse ne işte, siz yoksullara yıkanmayı öğretemedik gitti."6 Kendilerini açıkça ifade ettikten sonra karşı karşıya kaldıkları hakaretamiz sözlere karşı dik durabilecekleri dirayetteler.

Çünkü sadece kendileri için değil, ailesi için yaşayan, mücadelen eden kahramanları barındıran öyküler kitaptakiler. Refah seviyesinin düşmesi, gelirlerin azalması, insanların sürüklendiği kötü ve zor şartlar bir arada ilerliyor. "Üstü başı dağınık vaziyette merdivenlerden iner fakat basamaklar bitmek bilmez. Halbuki evde hasta karısı ve çocukları olmayan bahtiyar insanlar için o basamaklardan inmek, ne kolaydır."7 cümlesi geçiyor bir öyküde. Emeğinin karşılığını isteyen kahramana patronu tarafından para yerine bir top kumaş veriliyor. İşime yaramayacak bir top kumaş için mi çalıştım sorgulamasını yapan kahraman içten içe, eşim, çoluğum çocuğum olmasa neden bu kadar uğraşayım diyor gibidir aslında.

Öykülerde sadece maddi yoksulluk değil, duygusal yoksulluk da anlatılıyor. Duygular, insanların bağlanma algısının gelişmesi ile ortaya çıkıyor ve kişiler arası ilişki kurabilmenin yollarını; yakınlık ve ait olma hissini içinde barındırıyor. Koşullar ne olursa olsun insanın maddi olarak yoksulluk çektiği sırada bir de duygusal yoksu(l)(n)luk ile uğraşması zordur. Çünkü yalnızlık kendisini belirginleştiren ilk duygudur. Birinin hele de çocuklar için ebeveynleri tarafından bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde buna sürüklenmesi eksiklik duygusunu peşi sıra getirir. "Kimseyi gerektiği kadar sevemeden yaşadı babam. Beni bile!"8 diyor bir kahramanının dilinden yazar. Kahramanının bu noktadaki deneyimini aktarırken düşünceleri ya da hisleriyle konuşturmuyor, onun hayata dikiş tutturamamasından ve hayal kırıklıkları üzerinden objektif bir gözlemle yaşadıklarını sunuyor.

Öykülerde yoksu(l)(n)luğu en çok yaşayan kahramanlar çocuklar. İnsanın aklına mağdur olan neden çocuklar diye sormak geliyor ama durduruyor düşüncelerini. Çünkü büyüklerin yaptığı her şeyin sefasını da cefasını da çocuklar çekiyor. Çocuklar anlatılarda hem gerçek hayatlarında hem de rüyalarında hep huzursuz. "Düşünde kurşunkalemle bir kuşu yaralayan çocuğun, sıcak yatağından kalkıp pencerenin camına harfler çizmesinden saniyeler sonra bir vardiya işçisi, bisikletiyle eve dönerken sara nöbetine tutulup gürültüyle yere yığıldı."9 Asgari düzeyde olan yaşama şartları, sağlık ihtiyaçlarında yoksunluk gibi daha başka okumalar da yapılabilir burada. Ama çocuk. Çocuk hem maddi hem de manevi yoksu(l)(n)luğu hissetmekte her zaman zorlanır. Fakat karşılaştığı duruma her zaman sessiz sedasız teslim olur. Hırçınlığı ya da kızgınlığı talepkar olmasındandır. Çünkü çocuk ister: "Rüya gören bir ufaklıkken, yorganın altında ne için dua etmiştin?"10

Kitapta öne çıkan bir husus daha: Rüya bahsi. Bilim insanları rüyaların insanlara gerçek hayatta karşılaştıkları ama çözümleyemedikleri sorunları halletmesinde yardımcı olduğunu söylüyor. Freud, rüyalardaki gizli anlamların, uyanıkken yaşanan deneyimlerin analizi ile anlaşılabileceğini belirtiyor. Rüyaların modern analizinde ise kişinin hayatının başka bölümleriyle ilişkili olabilecek sembol, metafor, karakter ve yapılar irdeleniyor ve rüyalar ile bağlantısı kuruluyor. "Gece olup ışıklar sönünce, ev halkı uykuya henüz dalmışken, ilk rüyalar gizli saklı heveslere doğru kanatlanır kanatlanmaz, çocuk korkuyla uyanıyordu."11 Cümleye bakınca gayet normal satırlar ama Çelik öyküsünde savaşın getirdiği bir ürpermeyi ifade ediyor aslında. Bir çocuğun korkularına sebep olabilecek çok şey var. En şiddetli şey gece yatağında bir bomba sesiyle uyanmak ve her gece bombanın düştüğü o ilk anı tekrar yaşayacak duygusuyla uykuda ürpermek galiba.

Öykülerde çocukların sesleri kimi zaman dualarla duyuluyor. Ses demişken. Ses bazen bir arayışın adı olarak beliriyor öykülerde, sessizlik ise korku. "Herkesi benim çölüme düşüren bu müthiş sessizlik, kimseyi Allah'la buluşturmaya yetmiyor. Allah'tan mı yoksa jetlerden mi olduğunu itiraf edemediğimiz bir korku gizli bu sessizlikte."12 Ses bazen umut oluyor çünkü onu izleyerek ışığı görüyorsun ve kurtuluşa eriyorsun. Çünkü ilk emir "Oku" dediğinde bile sesi işittin, ışığa götürecek sesi. İnsanın sesini duyurabilmesi büyük nimet. İyi ya da kötü, mutlu ya da mutsuz derdini anlatabildiğinin, mümkünde karşılık bulabileceğin bir yol. Sesini duyuramamak ise buhran. Çelik'in kahramanlarının zor şartlarda dahi iç ve dış seslerini duyabilmek mümkün. "Ama ses yok. Belki duyarım ümidiyle bağırdıklarını anlıyorum. Bağırma diyorum, bir faydası yok. Sesin bir sünger tarafından emilip yok oluyor gibi, anlasana. Anlıyor. Kahretsin, beni anlıyor. Beni duyuyor çünkü. Sesim var, bunu biliyorum."13

Hüseyin Ahmet Çelik, huzursuz ve acı çeken insanların hayatını puslu bir atmosferde, bireylerin itilmesi, ötekileşmesi, ezilmesini anlatıyor. Aslında mazlum insanları ezenlere karşı toplumsal eleştiri yaparken kaçınılmaz gerçeklerle yüzleştiriyor okuru.

  • 1 Bozdünya, Ketebe Yay., 2021, 83 s.
  • 2 a.g.e., "Polaroidin Ağzında", s. 72.
  • 3 a.g.e., "Feretza", s. 24.
  • 4 a.g.e., "İyileşmeyen Öyküler", s. 64.
  • 5 a.g.e., "Feretza", s. 23-24.
  • 6 a.g.e., "Feretza", s. 14.
  • 7 a.g.e., "Feretza", s. 22.
  • 8 a.g.e., "Feretza", s. 18.
  • 9 a.g.e., "Beyhude," s. 28-29.
  • 10 a.g.e., "İyileşmeyen Öyküler", s. 61.
  • 11 a.g.e., "Çocuk Korkuyordu", s. 43.
  • 12 a.g.e., "Yok, Ses Yok", s. 41.
  • 13 a.g.e., "Yok, Ses Yok", s. 39.