İnsanlar neler yapar? insanlara neler yapılır?
Yazar kahramanlarının hikayelerini anlatırken, onları çeşitli tarihsel anlatı öğeleri ile karşılaştırıyor. Habil ve Kabil'in zamanından bahsedilmesi, devrim yıllarının satırlar içerisine yerleştirilmesi, Milli Şef dönemine atıf yapılması, Lale Devri'nin bir cümlede kendini göstermesi, Fuzuli ve Dante gibi büyük şahsiyetlerin gelip geçivermesi söz konusu.
- "Bozulunca bağlaması insanın, türkü üzere düzen tutmuyor."
İçsel, ruhsal, duygusal hesaplaşmalar içindeki karakterleri anlatıyor Mustafa Şahin Gömleği Yalnız adlı öykü kitabında. Bu hesaplaşmaları anlatırken siyasi, tarihsel olaylara göndermeler de yapıyor. Çoğunlukla dünya ve Türk edebiyatında klasik olarak adlandırılan eserlere ve kimi zaman da bunların karakterlerini satır aralarına yerleştiriyor. Yani günceli, tarihsel olgu ve olayların içinde harmanlayarak okuyucuya sunuyor. Zaman, mekan, olgu ve olaylar bir akış içinde.
Tik ve tak, gir ve çık.
Zaman, mekana ihtiyaç duyar. Zamanın akış ve sürekliliğini gösterebilmesi için bir yere ve tabii ki de insana ihtiyacı var. Zamanın akışı içerisinde insan bir kimlik ediniyor, bu da devamlılık ve bir değişim içinde kendisini gösteriyor. Şahin'in öykülerinde zaman ve mekanın birbirine olan ihtiyacı ve ilişkisi haliyle insan faktörü üzerinden kendini gösteriyor. Yazar kahramanlarının hikayelerini anlatırken, onları çeşitli tarihsel anlatı öğeleri ile karşılaştırıyor. Habil ve Kabil'in zamanından bahsedilmesi, devrim yıllarının satırlar içerisine yerleştirilmesi, Milli Şef dönemine atıf yapılması, Lale Devri'nin bir cümlede kendini göstermesi, Fuzuli ve Dante gibi büyük şahsiyetlerin gelip geçivermesi söz konusu. Yağmurdan kaçan bir karakter bu gibi zaman ve mekan çokluğunu yaşayarak sanki doluya yakalanıyor, çoğu zaman. Yazarın bu yaşanmışlıklar üzerinden anlatmak istediği ne olabilir diye düşünülmeli.
Belki geçmişle kurulan bağlarda oluşan düğüm noktalarını çözmek istiyor. Bunu da öykülerinin arasına yerleştirdiğini, deneme havasını estiren satırlarını okurken hissedebiliyorsunuz. "Hiçbir Nisan" adlı öyküden şöyle bir alıntıyla bu noktaya yaklaşılabilir: "Meğer aşkın iğnesiyle dikilen dikiş kıyamete kadar sökülmez imiş. Ne karada ne denizde... buna inanmış. Bundan sebep mekan tutmamış, bu yüzden bir yere, birine ait olamamış." Bir yitimin anlatıldığı satırlarda, insanın hem bir yere ait olamaması hem de yaşamak telaşından kaçamadığı gösterilmek isteniyor. "Gömleği Yalnız"da buna benzer olarak bir yere ait olamadığını haykıran kahramanla karşılaşılıyor. Karakter yaşamaktan çok yorulduğu bir anda, zamanın durdurulmasını istediğini ama bunu söyleyemediğini dile getiriyor. Çünkü zaman bu, akıp giden, geçip giden, tutulamayan, kayan bir şey. Karakter de aslında zamanın durdurulamayacağını biliyor, ama ah o artık üstesinden gelemeyeceği maddi ve manevi yükler yok mu?
Gül ve ağla.
Böyle ikilikler insana ister istemez, ironi havasını barındıran öyküler okuduğu hissini yaşatıyor. Neydi ironi? Kabaca iki anlamın birbiriyle çatışması. Yazarın öykülerinde ele aldığı ironi, küçük düşürmekten uzak ama alaya alma konusuna yakın olduğu için güldürme sahnesine bitişik. Ama bu gülme çoğu zaman sinirli. Karakterler olgu ve olayı yaşarken okuyucular da bunu okurken, yüzlerinden sinirli bir gülümseme eksik olmuyor. "Kapandım"da sahnenin insanı dönüştüren bir yer olduğu, gerçeğin orası, gerisinin hikaye olduğu satırlara dökülüyor. Bu, dünyanın aslında oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu, asıl hayatın başka bir dünyada yaşanacağını, söyleyen kutsal satırları akla getiriyor. Öykülerde ironin çoğunlukla olaylardan değil de sözlerin yarattığı çatışma durumundan kaynaklı olduğunu söylemek mümkün. "Ülkede sokağa çıkma yasağının olduğu bir gündü. İnsanlar sayılıyordu o gün. Ben sayılmak, bir sayı olmak, kayıtlara girmek, sürüye dahil olmak istemiyordum. Sıra dışı bir gündü. Bir ihtilal günü değil de sayım günüydü." (s. 35) satırları ironiyi, kinaye üzerinden hatırlatıyor gibi, değil mi? Burada hem başta belirtilen zaman-mekan ikilisi fark edilebiliyor, hem de genel bir duruma uymamak için gösterilen bireysel direnç söz konusu.
Kal ve öl.
Yazarın öykü kahramanlarının her zaman direnç içinde olduğunu söylemek tabii ki mümkün değil. Yazarın karakterlerinin çoğunlukla bir yere bağlanmak isteyen, bir yere ait olmak isteyen, bunlara rağmen kalabalıkları sevmeyen, sıkılgan, bıkkın, uyumsuz ve tabii ki ironi gereği alaycı havaları var. "İnsanlardan sıkılırdım ama onlardan sıkıldığımı onlara hissettirmek yerine sıkılgan biri olarak algılanmaya razı gelirdim." diyor bir karakter "Refüj"de. Karakterin iki hâl durumunu kendisinde barındırması nedeniyle ironik bir havası var. Hem kalabalıkları sevmiyor hem de onlara katlanıyor. Ne kadar ahlaki bir tutum tartışılır ama insanın temel ihtiyacı olan bağlanma duygusunu, ne olursa olsun içinde barındırdığını gösteriyor. Unutmak, unutulmak ve bir yandan da kendisini ispat etmek isteyen karakterlerin kim olduklarını sorguladıkları cümlelerle karşılaşmak mümkün. İnsanın ben nedir ve ben ne değildir sorgulamasını yaptığı bir nokta ile bu hususa bakılabilir. "Beni yalan bir çünkü olarak da kabul etmeyin. Ben bir hüküm cümlesi değilim. Ben bir savunma cümlesi değilim.
Ben bir sanık ya da tanık cümlesi değilim. Tarihle bugün arasında ne idüğü belirsiz bir bağlaç değilim. Olmak istemiyorum.", "Gömleği Yalnız"da yer alan bu satırlar, karakterin uyumsuz halinin toplum tarafından belki dışlanması belki de fazla benimsenmesinin yaşattığı karın ağrısından dolayı yazıldı, bilinmez. İfrat ve tefrit, orta yolun bulunmaması hep sıkıntı işte. Zayıf halka silsileden ya koparılmaya çalışılıyor ya da acaba onu kuvvetlendirebilecek bir şey var mı diye bakılıyor. Ya da zayıf halka kendisi gibi olanların yanında yer almak için uğraşıyor. Çünkü ait olmak istenci her durumda söz konusu, değil mi? Bir yerde iğreti olmak çoğu zaman alayı getirmiyor mu, maalesef. "Düzelü" adlı öykü toplum içinde iğreti olmak, bir yere dikiş tutturmak için uğraşan karakterin verdiği mücadeleyi anlatıyor. Ya da belki karakter kendisini, kendisine tabiî olunması gerektiğini kabul ettirmeye çalışıyor. Çoklu anlamda okumak mümkün burada. Köylü ile dalga geçildiği zannedilirken, şehirli ile dalga geçildiğinin anlatısını ya da tam tersi durumu, sinsi bir neşenin yarattığı ironi havasında okumak mümkün.
Bir ve çok.
Toplum içinde birinin yalnızlığı diğerlerinin birlikteliğini mi getiriyor? Kitapta karakterler her zaman konumları ya da buna benzer farklı yanları yüzünden yalnız kalmış olmuyorlar. Öykülerdeki çoğu karakter yalnızlığı kendisi seçiyor ya da içine bırakıldıkları yalnızlığı kabulleniyorlar. Çünkü herkesin toplumun onu kabul edebileceği şekilde mükemmel olması beklenemez, herkes direnemez, herkesle aynı düşünülemez ve aynı dil konuşulamayabilir. Bu farklılıklar kimileri için ayrıcalık olabilirken kimileri için de kalabalıklar içindeki yalnızlık anlamına gelebilir. Anlatabilmek ve anlaşılabilmek de bu noktada önemli oluyor. "Hiçbir Nisan"daki şu satırlar son vurguyu açıklamak için: "Yaralarını pas geçerek kesintisiz konuşuyor ama bir şey anlatmıyor, anlatarak örtünüyor, konuşarak saklanıyor." Karakter, birliktelik duygusu yakalayamadığı zaman güç toplayıp bir noktaya odaklanamıyor. Haliyle bu gibi kaçışlar beraberliği oluşturacak birçok kişinin oturup, gülüp ağlamalarına engel oluyor. Çok olamadan yine bir kalınabiliyor.
Sonrası işte yalnızlık, ya seçiliyor ya da bunun içine itilmiş olunuyor. "Gömleği Yalnız"dan şu cümle, yalnızlığı seçmek zorunda kalan bir karakteri anlatan en vurucu satırlardan biri: "... güneşi uyandırmadan çıkmak istiyor buradan. ... İlk otobüsü beklerken güneşe yakalanıyor." İnsanı güneşten kaçmaya itecek kadar yaşanmak istenen yalnızlık. Nihayetinde, karakter olarak insanın neler yaptığı ve ona neler yaptırılabileceğinin çeşitli örnekleri okunuyor Şahin'in kitabında. Kimi zaman gerçek tecrübenin anlatıldığı hissedilen satırlar, kimi zaman tamamen kurgu gereği bir araya toplanmış kelimeler; genel itibariyle kararında bırakılmış, yani sonlandırılmış. Yazarın üslubu sakin bir ritimle ilerliyor, okuyucu ani iniş ve çıkışlar yaşamıyor. Kimi zaman temponun artması gerektiği hissedilen kısımlarla karşılaşılsa da üzerine düşünmeyi gerektirecek temaları barındıran öykülerle mesai geçiriyor olmak, bu noktanın verdiği açıklığı kapatıyor.