İnsan ve
İnsan bir yolu yürür. Bir yol üzere olduğunu görmesi, yolun başka yollara eklemleneceğini bilmesi, yolda karşılaştıklarının bir anlamının olduğunu fark etmesi beklenir. İnsan bilincinin yahut varoluşunun anahtarı konumundaki yol; kapının ötesinde olan’ı, erinçli bir yaşam için yürüyor olma’yı yani bir oluş’u imler. İnsan yaşam yolunu yürüyen bir gezgin, avare, yolcu olarak her adımda bir önceki adımından -hatalara düşse yahut kaybolsa da- daha ileridedir.
"Ich kann nicht träumen Niemand träumt."(1)
Thomas Bernhard, In Hora Mortis
Rüya
İnsan bir rüyanın içine uyanır. Bir rüya içre olduğunu anlaması, rüyanın başka rüyalara açımlanacağını bilmesi, görünümlerin (vision) bir anlamının olduğunu fark etmesi beklenir. “İnsanın bu kocaman çuvaldaki, evrenin bu göbeğindeki, bu gelecek şeylerin rahmi ve geçmiş şeylerin kabrindeki, bu bitmeyen hikayedeki bütün diğer her şeyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu tanımlamaya çalışmanın bir yolu”(2) olarak kurgu, yani hikaye; rüya bilincini, asıl hikayeyi görebilme yetisini insana hatırlatacaktır. Daha doğrusu hatırlatmalıdır. Aykut Ertuğrul, “modernlik öncesi dünyanın rüyalarla aynı maddeden” yapıldığını söyler. Fakat modernizmle birlikte insan, kolektif bilinçten kopmuş, kendi benliğine bulanmış, toplumdan ve toplumsallıktan kaçan kusurlu rüyalar görmeye başlamıştır.”(3) Büyülü olan insandan çekilip alındığında, Yaradan ile insan arasında bir haberci olarak rüya atı sahihliğini yitirip kurumuş bir deriye döndüğünde, hikaye geçmiş zamanın ruhunu ve bilge insanın nefesini getirmediğinde insan aynasına, yani rüyasına bakar fakat ne gördüğünü anlamaz.
Hatta hatırlamaz bile. “Rüya dilinin evrensel bir dil olduğunu” söyleyen Erich Fromm, bu evrensel dilin tarihin akışı içinde oluşan tüm kültürler için aynı olduğunu savunur. Ona göre “mitlerin, masalların ve rüyaların dilini anlayabilmek için bu sembol dilini çözmek gerekmektedir.”(4) İnsan da içine doğduğu rüyayı, içinde kendini oluşturup bozduğu rüyayı sözlü yahut yazılı dilin duvarlarına çarpa çarpa anlatmaya, anlamaya, tabir yerindeyse “okunmamış bu mektubu yorumlamaya” çalışır. Fakat “derya içre olup deryayı bilmemesi” bir yandan, deryayı her anlattığında onu yeniden yaratması bir yandan, deryayı anlatacak çalgı aletlerinden yoksun olması bir yandan, deryayı anlayacak kalpten uzaklaşması bir yandan.
İnsanlar kavrayamıyorlar onu/ Duymadan önce de/ Bir kez duyduktan sonra da. Ötekilerse/Bilmiyorlar yaptıklarını uyanıkken/ Uykudayken yaptıklarını/ Unuttukları gibi. (5)
Yol
İnsan bir yolu yürür. Bir yol üzere olduğunu görmesi, yolun başka yollara eklemleneceğini bilmesi, yolda karşılaştıklarının bir anlamının olduğunu fark etmesi beklenir. İnsan bilincinin yahut varoluşunun anahtarı konumundaki yol; kapının ötesinde olan’ı, erinçli bir yaşam için yürüyor olma’yı yani bir oluş’u imler. İnsan yaşam yolunu yürüyen bir gezgin, avare, yolcu olarak her adımda bir önceki adımından -hatalara düşse yahut kaybolsa da- daha ileridedir. Çünkü ilerlemek, ilerlediği halde gerilere düşmek insan olmanın, insanca yürümenin bir göstergesidir. İnsan bir yol üzere olduğunu fark edince yol da yürünmek üzere olduğunu fark edip kendini, kendi dilini insana açacaktır. Daha doğrusu açmalıdır. Peki, yol öncesi? Nerede başlar bir yol ve nerede biter? Adorno, “Ev yoktur” der, “Dönmek için de, kaçmak için de.”
İnsan “ev bilinci”ne sahip midir, bir başlangıç noktasına, yoldan önceki yuva olarak eve yahut mekâna? “Ev bilinci” yolu yürümeyi farklı kılabilir mi, ev’den çıkmak yahut ev’e dönmek bağlamında. Bir hikaye anlatarak yaşadığımız, yaşayarak anlattığımız o yolu kendimizce yürüdüğümüz düşüncesi zamansal, uzamsal ve dilsel ayrımlar getirdiğinden her hikayenin biricik oluşu ile karşı karşıya kalırız. Peki, bu yol, insan bağlamında ortak paydada nasıl birleşir?
Gezginlik ile hakikat arasındaki ilişki, Oysseus’un "Gezgin adamlar aldatıcı şeyler söylemezler, hakikati söylemeyi isterler." sözüyle Homerosçu şiirde kendini gösterir. (6) Kapı kapı açılan bir sır ancak beklemekle, adım adım genişleyen yol ancak yürümekle gerçekleşir. Bernhard’ın “Artık dışarı açılan bir sokak bilmiyorum” demesi yolun, “Sabahın veya da akşamın artık ne olduğunu bilmiyorum”(7) demesi yol ile birlikte bilincin de yitebileceğine işaret eder.
Sonu
Le Guin, “Everest” adlı şirinde geçmiş ile şimdinin farkını dil ile anlatır. Böylece rüyayı, yolu ve insanı aynı toprakta birleştirir:
Değişti kayaların dili, bilirdim bir zamanlar ne dediklerini.
İnsan; asıl hikayeyi görmekle kadim bir rüyaya gebe olduğunu, zaman kadar eski bu yolu ev bilincine sahip bir biçimde yürümekle güzelleşeceğini anlar. Bundan sonra yapacağı tek eylem, “güzel bir şeyi uzaya fırlatıp sonra da onun yanarak düşmesini seyretmek” 8 olacaktır.
- 1 Rüya göremiyorum / Hiç kimse rüya görmüyor.
- 2 Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Ursula K. Le Guin, Metis Yay., 2011.
- 3 Kusurlu Rüya, Aykut Ertuğrul, Ketebe Yay. 2019.
- 4 Rüyalar, Masallar, Mitler. Erich Fromm, Say Yay., 2017.
- 5 Kırık Taşlar, Herakleitos, Bordo Siyah Yay. 2003.
- 6 Arkaik Yunan’da Adlandırma ve Hakikat, Erman Gören, 2015.
- 7 In Hora Mortis, Thomas Bernhard, Edebi Şeyler Yay., 2017.
- 8 Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Ursula K. Le Guin, Metis Yay., 2011.