İlahi Rövanş ya da Hikâyenin Aslına Rücuu
Kitap Cehennem, Araf ve Cennet adlı üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm olan Cehennem, Sırat köprüsünden geçmekte olan Selman’a bir meleğin eşlik etmesiyle başlar. İkinci bölüm olan Araf; Elif, Lam, Mim, Sad adlı birbiriyle yapısal bütünlük oluşturan öykülerden oluşur. Bu kısımdan sonra öykü Araf’tan manzaralar eşliğinde devam eder.
İlk kitabı Düşeş’le dikkat çeken Güzide Ertürk’ün yeni kitabı Öbür Dünya Öyküleri Şule Yayınları’ndan çıktı. Kitabın ismindeki Öbür Dünya ibaresi imgesel bir anlam içermesi için değil anlatılan olaylar halk arasında öbür dünya diye tabir edilen âlemlerde cereyan ettiği için bu ismi almış. Kitap Cehennem, Araf ve Cennet adlı üç bölümden oluşuyor. Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden “n’olacak işte, Dante’nin İlahi Komedyası’na özenmiş” diyenler olabilir. Ancak bunun böyle olmadığını açıklayacağız.
Birinci bölüm olan Cehennem, Sırat köprüsünden geçmekte olan Selman’a bir meleğin eşlik etmesiyle başlar. Sırat köprüsü kâh daralır, kâh genişler. Gotik edebiyatı anımsatan tasvirler, insanın içine ürperti salar: “Cehennemin yedi kapısından geçip yedi katını dolaşan nehir kan rengiydi. Fokur fokur kaynıyor, kirli ve pis kokulu bir buhar yayıyordu. Çatık kaşları, kıvırcık sakallarıyla bir Zeus heykeli yüzüyordu içinde. Bir zamanlar bembeyaz olan mermer kapkara bir kömür parçasına dönüşmüş, alev alev yanıyordu.”
Bu sırada Cehennem meleği Kaim, Selman’ı hemen geçmesi için uyarır. Zira onların nuru cehennem ateşini söndürmektedir. Kaim ise buradaki günahkâr Müslümanlardan sorumludur. O sırada İhsan isminde günahkâr bir Müslüman belirir Kaim’in yanında. Selman’ın yanına gidebilmek için Kaim’den izin ister, yalvarır. İzin alamayınca kaçmaya karar verir ama Kaim’in kırbacı İhsan’ın omzunda şaklar. İhsan acı içinde yere düşer ve nehre yuvarlanır ancak batmaz. Nehirde kapıdan kapıya, âlemden eleme sürüklenir.
Kaim, başta Malik olmak üzere tüm cehennem meleklerine İhsan’ın kaybolduğunu haber verir. İhsan ise pişmandır. Derdi birken bin olmuştur. Burada cehennemin birçok yerini dolaşır. Firavun, Ebu Leheb ve İblis’le karşılaşır. Sohbet eder. Yaşarken kibirlendikleri için Allah’ın karınca kadar küçülttüğü insanlarla karşılaşır. Bu insanlardan kimi dünyadayken sultan, kimi mal mülk sahibi, kimi de yazardır. İşte bu insanlardan biri de İlahi Komedya yazarı Dante’dir. Bir anlamda yazar, İlahi Komedya’sında Hz. Muhammed’e hakaret eden Dante’den intikam almıştır. Hatta bununla da kalmaz, Dante’nin peşine kana susamış bir aslan takarak iç organlarına varıncaya dek parçalatır.
Yazar Dante’den intikam alırken alabildiğine soğukkanlı ve duygusallıktan uzaktır. Yazı disiplininden de kopmamaktadır.
Ayrıca burada Dante’nin İlahi Komedyasında Miraç anlatısını kopya ettiği iddiasına da değinmek gerekir. Bu iddiadan Türk okuyucuları ilk kez Hilmi Ziya Ülken’in 1946 yılında İstanbul Dergisinde yayınlanan Dante ve Miraç: Divina Comedia’nın İslami Kaynakları adlı makalesiyle haberdar olmuştu. Son olarak bu iddia İspanyol oryantalist Miguel Asin Palacios’un dilimize yeni çevrilen Dante ve İslam adlı eserinde gündeme geldi. Bu bilgileri köşesine taşıyan Beşir Ayvazoğlu ise konuyu şu şekilde dile getirir:
- “Palacios Dante’nin ünlü eseri İlahi Komedyanın sanıldığı gibi Ortaçağ çöllerinde münzevi bir abide olmadığını fark eder ve çalışmaya başlar. Çalışmasının sonuçlarını açıkladığı La Escatologia Musulmane en la Divina Comedia (1919) adlı eseriyle Avrupa çevrelerinde tam bir şok tesiri yaratır ve günümüzde de devam eden büyük bir tartışmaya yol açar. Öyle ki Dante araştırmalarına büyük bir ivme kazandıran eleştiriler ve öfkeli itirazlar yağmur gibi yağmaktadır.”(¹)
Eğer bu iddia doğru ise bize ait bir hikâye, Dante eliyle tüm Batı Edebiyatına yön vermiş demektir. Buradan, Güzide Ertürk bu kitabıyla Dante’nin bir anlamda çarpıtarak yazdığı bu hadiseyi asli şekline uyarlayarak yazdığı sonucunu çıkarabiliriz.
İkinci bölüm olan Araf; Elif, Lam, Mim, Sad adlı birbiriyle yapısal bütünlük oluşturan öykülerden oluşur. Elif öyküsü diğer öykülerde olduğu gibi hattatın kalemini hokkasına batırıp aharlı kâğıda elif çekmesiyle başlar. Bu harf diğer öykülerde lam, mim ve sad olur. Ancak yazar burada ustaca bir manevra yaparak bu elifi Sırat köprüsüyle ilişkilendirir. Nasıl mı yapar bunu? Şöyle:
- “Kara ve uzun bir elifti kâğıttaki. Hiç bu kadar muazzam, hiç bu kadar haşmetli bir elifi olmamıştı hattatın. Bir uçtan bakıldığında karşı tarafın ucu gözükmüyor, kara elifin nerede başlayıp nerede bittiği anlaşılmıyordu. İki yamacın arasında sessizce sallanıyordu kara elif. Alevli bir ip gibi kıvrılan nehir, elifin altından akmaya başladı. Uzak ve inceydi ateş nehri. Alevler zararsız ve soğuk görünüyor, hattatın kâğıdı sakin ve yavaşça yanıyordu.”
Bu kısımdan sonra öykü Araf’tan manzaralar eşliğinde devam eder. “Cennetten istediğiniz gibi bahsedin. Nasıl olsa o, sizin yapabileceğiniz tasvirlerden daha üstündür” dipnotuyla başlayan Cennet bölümü ise Hicap, Irmağın Sahibi, Yangın ve Kayboluş, Annelerin Yurdu, Peşimdeki Kâbe, Selam adlı cennetten hayali manzaralar sunan bölümlerden oluşur.
Kitaptaki hikâyeleri bu şekilde tanıttıktan sonra genel olarak kitap hakkında şu değerlendirmeleri yapabiliriz: Hikâyeler gücünü, hayal gücünden almasına rağmen Yüzüklerin Efendisi veya Harry Potter’da olduğu gibi serazat bir hayal gücü değil, sınırları ayet ve hadislerle çizilip tefekkürle güçlendirilmiş hayal gücünden almaktadır. Üstelik tam da fantastiğin tanımına uygun olarak okuyucunun zihninde “gerçek(miş) gibi” izlenimi uyandırmayı başarabilmiştir.
Olaylar farklı boyutlarda cereyan ettiği için yazar, bu fantastik unsurlara istediği gibi kolaylıkla şekil vermiştir. Ayrıca yazar her iddiasını belli bir ayet, hadis veya ansiklopedik bilgiye dayandırarak temellendirmiş, yaş tahtaya basmamıştır. Yani karşımızda sadece bir hikâye kitabı değil, entelektüel bir birikimin ürünü bir eser de durmaktadır.
Kısaca yazarın diline de değinecek olursak hikâyelerin yapısına uygun olarak gayet sade, fazlalıktan arındırılmış, yer yer imgelerle zenginleştirilmiş bir dil kullandığını söyleyebiliriz.
İlgili olanlar bilir. Bu tip proje öyküleri yazmak bir hayli zordur. Hele ki konusu din gibi sınırları kalın çizgilerle çizilmiş bir alana giriyorsa bu zorluk bir kat daha artacaktır. Bu yüzden diyebiliriz ki Güzide Ertürk, ağır bir yükün altına girmiş ancak bu yükün altından alnının akıyla çıkmayı başarmıştır.