İlahi ilham altındaki sanatçıya dair okumalar

Mahmut Erol Kılıç, şiiri metafiziğin bir dili olarak görür.
Mahmut Erol Kılıç, şiiri metafiziğin bir dili olarak görür.

Şiirin tasavvufla ilişkisini de hem şeyh şairler olarak adlandırdığı şiirle uğraşan mutasavvıflar hem de şiirlerin tema, konu ve estetik bütünlüklerinin tasavvufla irtibatı üzerinden konumlandırır. Klasik dünyada edebiyatın ilahiyatla, sanatçının da ilahi ilhamla bağlantı noktalarını görmek isteyenler için Sufi ve Şiir bulunmaz nimet.

1. Sufi ve Şiir - Mahmut Erol Kılıç

Klasik dünyada edebiyatın ilahiyatla, sanatçının da ilahi ilhamla bağlantı noktalarını görmek isteyenler için Sufi ve Şiir bulunmaz nimet.
Klasik dünyada edebiyatın ilahiyatla, sanatçının da ilahi ilhamla bağlantı noktalarını görmek isteyenler için Sufi ve Şiir bulunmaz nimet.

“Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası” alt başlıklı bu eserde Mahmut Erol Kılıç, klasik edebiyatın tamamının sufi bir karakterde olduğunun söylenemeyeceğini şerh olarak düştükten sonra, Osmanlı şiirine ruhunu verenin tasavvuf olduğunu iddia eder.

Şiirin tasavvufla ilişkisini de hem şeyh şairler olarak adlandırdığı şiirle uğraşan mutasavvıflar hem de şiirlerin tema, konu ve estetik bütünlüklerinin tasavvufla irtibatı üzerinden konumlandırır.

Bu bağlamda gül ve bülbül edebiyatı olarak tahkir edilen klasik dünyanın yüksek sanatı olan şiiri, Kılıç’ın metafiziğin bir dili olarak gördüğünü söylemekle işe başlamakta fayda var.

Bu diller arasındaki üslup ve tavır farklarını ise İbn Arabi, Mevlana ve Yunus Emre ekolleri üzerinden temellendirir. Klasik dünyada edebiyatın ilahiyatla, sanatçının da ilahi ilhamla bağlantı noktalarını görmek isteyenler için Sufi ve Şiir bulunmaz nimet.

2. Şair Sufiler - Ekrem Demirli

Ekrem Demirli, bu eserinde tasavvufun nazari boyutunun edebiyat üzerinden nasıl işlendiğini analiz ediyor.
Ekrem Demirli, bu eserinde tasavvufun nazari boyutunun edebiyat üzerinden nasıl işlendiğini analiz ediyor.

Daha ziyade tasavvuf tarihi ve İslam metafiziği alanındaki eserleriyle tanınan Ekrem Demirli, bu eserinde tasavvufun nazari boyutunun edebiyat üzerinden nasıl işlendiğini analiz ediyor.

Şair ve Sûfiler’de iddia edildiği üzere şiiri metafiziğin bir dili olarak görerek, bu dilin kendine has imkanlarının İslam metafiziğine dair meseleleri, tavırları ve yorumları şair sufilerin nasıl ifade ettiklerini araştırıp şerh etme yoluna gidiyor Ekrem Demirli. Örneğin, Yunus Emre’nin şiirlerinde ayan-ı sabite anlayışı ile vahdet-i vücudun izlerini sürüyor.

“Hak Bir Gönül Verdi Bana” nutk-u şerifini şerh ederek hem ruh-beden ilişkisi ile tasavvufta kalbe dair görüşleri analiz ediyor hem de insanın hal ve makamlarının bu nutukta nasıl işlendiğini biz okurlara gösteriyor.

Haliyle bu kitabın temel tezi şairlerin tasavvufi temalara da yer verdiğini göstermek değil, bilakis nutuk sahiplerinin metafiziğe dair hakikatleri şiir gibi estetik bir form vasıtasıyla ifade etmeyi tercih ettiklerini söylemek.

3. Çalabım Bir Şar Yaratmış - Suat Ak

Hacı Bayram Veli Hazretleri gönlünü hak etmeyi şiir söylemeye tercih edenlerden olsa da, elimizde ona ait olduğunu bildiğimiz birkaç nutk-u şerif bulunmaktadır. Bunlardan en meşhuru da “Çalabım bir şar yaratmış iki cihan aresinde” mısraıyla başlayan şiiridir.

Tasavvuf tarihçileri, mutasavvıfların böyle kapalı sözler söylemelerini, kendilerini anlaşılması güç şiir ve sözlerle ifade etmelerini bir koruma ve korunma refleksi olarak yorumluyorlar. Mananın kıymetinden ötürü, onu anlamayacak ve bundan dolayı kafası karışıp düşmanlık edeceklerin hışmından korunma eğiliminin bu tarz bir literatür oluşturduğunu düşünüyorlar.

Hazret de öyle demiyor mu: “Bu sözü arifler anlar, cahiller bilmeyip tanlar.” Haliyle de bu nutukların şifrelerini çözüp bize tane tane anlatacak büyüklere ihtiyacımız doğuyor. İsmail Hakkı Bursevî hazretleri burada da imdada yetişiyor, “Şerh-i Rumuzat-ı Hacı Bayram Velî” adlı risalesinde “Çalabım Bir Şar Yaratmış” nutkunu bizlere şerh ediyor. Ne yapalım, dudağımızı o tasa değdirmeyelim mi?

4. Çıktım Erik Dalına - Suat Ak

Bir dolu’dan içerek ilahi ilhama mazhar olmanın, kendi nefsinden söylemeyip söyletilmenin bizdeki en meşhur örneği Yunus Emre’dir herhalde.

Yunus Emre Hazretleri’nin menakıbında şeyhi Tapduk Emre’nin “Söyle Yunusum” emriyle nutuk söylemeye başladığı anlatılır. “Çıktım Erik Dalına” nam kasidesi de kapalılığı ile meşhur olmuş, üzerine şerhler yazılmıştır.

Bu eserde de bu kaside üzerine Şeyhzade’nin, Niyazi Mısrî’nin ve İsmail Hakkı Bursevî’nin yaptıkları şerhler derlenerek okura sunulmuş. İlk okunduğunda anlamsız bir çocuk tekerlemesi gibi görünen bu kasidenin erenlerin ilgisine ve iltifatına mazhar olmasına şaşırmayı bırakalım, hazretlerin şerhlerinin derinliği karşısında hayret etmeye bakalım.

5. Kerpiç Koydum Kazana - Mustafa Tatcı

  • Yunus bir söz söylemiş
  • Hiçbir söze benzemez
  • Münafıklar elinden
  • Örter mâ’na yüzünü

Erenlerin nutukları da bereketli oluyor elbette. Bir önceki kitaptaki şerhlere ek olarak, 18. yüzyılın Halveti-Şabani dervişlerinden İbrahim Has Hazretleri de Yunus Emre’nin bu şathiyesi üzerine müstakil bir risale kaleme alıyor. İbrahim Has’ın şerhini bahsedilen diğer risalelerden ayıran önemli bir özellik var.

İbrahim Has, bu şathiyeyi yorumlarken kendi seyr-i sülukundan bahsederek yaşadığı tecrübeler, geçirdiği hal ve makamlar ile irtibatlar kuruyor.

Mustafa Tatcı da bu eseri hazırlarken hem İbrahim Has’ın biyografisini ve eserlerini bize tanıtıyor hem de bu şerhi klasik ve modern dönemdeki diğer şerhlerle farklarını ortaya koyuyor. Ne diyelim, manalar bizden örtmesin yüzünü.

İlham: Sanatçının yaratıcı gücü nereden kaynaklanmaktadır? Yaratıcılık doğuştan gelen bir yetenek midir yoksa ona dışarıdan, sonradan verilen bir şey mi? Bu sorulara bugün vereceğimiz yanıtlar değişmiş, dönüşmüş ve derinleşmiş olsa da, temelde klasik dünyanın ilham kavrayışını devam ettiriyoruz.

Tarihsel bir meseleye dair cevaplar vermeye Yunanlardan başlamak gibi bir adet vardır, biz de onu bozmayalım. Atinalı komşularımız sanatçının, özelde de şairin “muse” adlı dokuz tanrısal kız kardeşten ilham aldığını düşünüyordu. Bizim ilham perisi olarak adlandırdığımız bu hanım kızlar bugün güzel sanatlar olarak adlandırılan disiplinlerin hamisi olarak görülüyordu. Örneğin Hesiodos MÖ 8. yüzyılda şiir yazmadan önce bu ilham perilerine yalvarıp yakarır, güzel sözleri onun kulağına fısıldamalarını rica ederdi.

  • İlham perilerine ek olarak bir de “daemon”lar var ki, onlar yerle gök arasında gidip gelebilmekte, biz ölümlülere haberler getirebilmekteler. Sokrates’in şahsi daemonu da felsefe tarihinin meşhurları arasındadır. Sokrates’i ömrü boyunca koruyan, ona erdemli olmasını salık veren bu daemonu Hristiyanlar kimi zaman koruyucu melekle kimi zamansa insanı delirten cinlerle ilişkilendirmiştir. Yine de, insana dışarıdan, tanrısal bir kaynaktan bir vasıta aracılığıyla gelen ilham fikri uzun süre gündemde kalmıştır.

Akdeniz havzasında işler böyleyken Maveraünnehir’de pek de farklı değildir. Örneğin eski Araplarda şairlerin, kendilerine şiir melekesi verdiklerine ve yine kendilerine şiir ilham ettiklerine inandıkları cinleri, şeytanları mevcuttu. Böylece şair ilham kaynağını, irtibat halinde bulunduğu bir cin ile, bu dünyanın ötesinde sihirli bir aleme bağlıyor, dolayısıyla kendisi de tabiat üstü bir kuvvetle mücehhez bulunuyordu. Hatta Cahiliye Dönemi şiirinde şairlerin cinlerinin adı sanı dahi bellidir. Gelgelelim Anadolu’da da işlerin biçimi pek değişmemiştir, yalnız cinler ve periler gitmiş yerine Allah vergisi bir yetenek gelmiştir. Onun lütfu ve ihsanı olmadan, kimsenin şiir söylemeye gücü yetmez. Bâkî’nin söz ülkesinin kendisine teslim edildiğini, kaside ve gazelin kendisine verildiğini; sözlerini gaybdan bir ilhâm perisinin telkîn ettiğini söylediği beyitlere bir bakalım:

  • Bu devr içinde benim pâdşâh-ı mülk-i suhan /
  • Bana sunuldu kasîde bana verildi gazel
  • Mülhim-i gayb gönül âyinesin karşu tutup /
  • Eyledi tûtî-i câna bu kelâmı telkin

Bâkî büyük şair elbet, ancak bu mısralar, bir edep göstergesi olarak okunabilirse dahi, şairliğinin ona verilen bir şey olduğunu, kendisinin pasif; ondan bağımsız dış bir kuvvet olan ilhamın aktif olduğunu söylüyor. Tek bir beyit üzerine fikir inşa ettiğimiz sanılmasın, Divan şiirinde buna benzer onlarca ifade bulmak mümkün.

Nitekim ilhamın hiyerarşik olarak insandan yukarıda olan bir makamdan alındığı fikri İslam felsefesi ve tasavvufta da yaygın olarak kabul edilir. Canınızı sıkmak istemem ancak keşif ve ilham bilgisi üzerine yapılan tartışmalardan oluşan literatür buradan Fizan’a yol olur. Kısaca söylemek gerekirse, ilham duyu ve akıl bilgisinden ayrılarak bilme sürecinin aracısız ve doğrudan oluşuyla bir çeşit ayrıcalıklı bilgi olarak görülmüş, hem bu süreç hem de kaynağının muğlaklığı bakımından İbn Teymiyyeci ekol tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Yine de ilhamı tasavvuf pratiğinde nefsi terbiye ederek kalbin saflaşması sonucu eylemlerini güzelleştiren bireyin bilgisinin türü ve içeriğinin de Allah tarafından değiştirilmesi olarak yorumlayanlar çoğunluktadır.

Moderniteye geldiğimizde ise dışarıdan bize müdahalede bulunan ilham perisi ya da cini ya da ilahi bir ilham kavrayışı yerini sanatçının bilinçaltına, psişik süreçlerine, bilinç akışına ve şahsi dehasına bıraktı. Yukarıdan ve dışarıdan değil içeriden ve aşağıdan kaynaklanan bir ilham kavrayışına geçildi. Sonraları ise sanatta akıl ve duygu çatışmasına vurgu yapılarak sanatın salt akılla üretilen ve bundan zevk almanın zekanıza bağlı olduğu günlere eriştik. Bakalım şimdi ne olacak, sanatçı ilhamını nereden alacak?