Postmodern zamanlarda büyük çatışmaların çözüldüğünü; ikilikleri keskinleştiren iktidar yapılarının gevşemesiyle birlikte onların da silikleşip müphemleştiklerini biliyoruz. İkilikler evrensel ve tarafsız görünümlerini giderek yitirmeye başladı. Postmodernlerin iddialarına göre ikilikler hiyerarşikti ayrıca evrensel ve tarafsız görünümleri eşitsizlikleri ve şiddeti meşrulaştırıyordu. Yeni durumda ikiliklerin yerini toplumsal cinsiyet, mikro kimlik, ekoloji, yerellik, azınlık, çokluk, göç gibi tekillikler almaya başlamıştır. Adı üzerinde tekillikler, ancak bireyin kendinde başlayıp yine kendinde biten çatışmaları yaratabilir. Birey yaşadığı acıklı, can yakıcı durumlarının, derin bunalımlarının, krizlerinin, açmazlarının kaynağını dönüp kendinde arar ve bu arayış genellikle çocukluğa kadar uzanan derin bir kazıyı gerektirir. Bu durumda modernitenin canlı tuttuğu ikilikler giderek silikleşip müphemleştiği hatta biçimsizleştiği için birey yaşadığı krizi genellikle büyük bütünlüklere bağlayamaz.
Onun yolunu aydınlatan, ufuk çizen, umut veren büyük bütünlükler olmadığı için kendi içine döner, kendinden başka yolu yoktur. Bu bağlamda Alain Touraine’de uzun bir alıntı yapmak anlamlı olacaktır: “Toplumun artık birliği yoktur, dolayısıyla da hiçbir kahraman, hiçbir toplumsal kategori, hiçbir söylem anlamın tekelini elinde tutmaz. Bu da bizi pek çok yapıtın savunduğu çokkültürcülüğe götürür. Bir başka düzeyde, üretim, tüketim ve siyasal yaşama ilişkin tutumların birbirinden ayrılması, dolayısıyla da Batı düşüncesinin kavradığı biçimiyle toplumun yok oluşu karşısında duyulan ve daha önce değindiğimiz kaygı, tarihsel öznelerin yitimine ilişkin bilince yeniden kavuşur. Buna koşut olarak, bireysel özne giderek çözülür ve sonunda Erwing Goffman tarafından eylem yönelimleri ve projelerle değil de bağlamları, etkileşimleriyle tanımlanan bir Kendi’nin takdimleri silsilesine indirgenir -ki bu da Kendi’yi (Self) büyük bir zaafa indirger.”3
Postmodern kahramanlar artık toplumsal değildir, yeni kahraman bankacıdır, borsacıdır, stratejisttir ve modern toplumsal normların kaynağı ikiliklere de bağlı olmadığı için kendi tekilliği içinde kendini inşa eder; yukarıda saydığımız tekilliklere uygun olarak mikro-politikalara eklemlenir. Bu durum da çokça dile getirildiği gibi toplumsal-sonrasının inşası demektir. Artık toplumsal çatışmaların yerini kültür savaşlarının aldığı yeni bir rejimle karşı karşıya kalmışız demektir.4
Tekilliklerin, postmodernin yassı zemininde yan yana durmalarında herhangi bir sıralama, öncelik-sonralık, neden ya da yasa yoktur; onlar nedensizce, öylesine yan yana durmaktadırlar. Bu durum modernliğin ilerleme fikrinin ardardalığının yerini eşzamanlılığa bırakması demektir. Neden-sonuç, amaç-araç arasındaki zincir kopunca yarına dair bir çıkarımda bulunmak, umut etmek, hayal kurmak da zorlaşır. Çünkü kurulan hayale, canlandırılan umuda gidilecek bir yol, bir strateji planlamak da zorlaşır.
Postmodernliğin başarısı, kendisinin büyük bir bütünlük kurmadığı, böylece toplumsal hayatı hiyerarşik ikiliklerle düzenlemek ve giderek elinin yettiği yerlere kadar dünyaya nizamat vermek gibi bir derdinin olmadığı sanısını uyandırmaktır. Zaten kendi kriziyle kendince baş etmeye çalışan postmodern birey de postmodernliğin kurduğu büyük bütünlüklerin toplumsal hayatı düzenlemeye devam ettiğini gözünden kaçırır. Burada düzenlenen toplumsal hayat ulus devletle sınırlı değildir. Postmodernlik evrenselleştirdiği demokrasi, tüketim, özgürlük gibi büyük bütünlüklerini batı-dışı toplumlara cebren dayatır.
Dahası mutlaklaştırdığı tekillikler kendi içinde bir şiddet taşır; cinsel kimlik politikaları, etnisite, ekoloji, azınlık, göç gibi mikro-politikaları kendi rengine boyayarak toplumsal-sonrası zemine dayatır. Bu dayatma iki yanlı çalışır; bir yandan mikro-politikalara eklemlenen orta-sınıfın vicdanını rahatlatır, diğer yandan ulusların değer ve normlarını alt-üst ederek kaosa yol açar. Etrafındaki kaosu ancak kartel medyanın ürettiği söyleme boyun eğerek anlamaya çalışan bugünün insanı neye savaş neye terör diyeceğini dahi bilemez. Beslendiği büyük anlatılar da çözüldüğü için olayları ve olguları değerlendirebilecek kodları, nirengi noktalarını bulamayınca sonunda kendi tekilliğine sarılır.
Bugün fabrikaların şehir hatta ülke-aşırı yerlere taşınmaları somut emeği buharlaştırıyor, görünmez kılıyor. Ayrıca üretmenin yerini tüketmenin alması, üretimin sadece tüketmeye koşullandıklarımızın üretilmesi olarak anlaşılması, hizmet sektörünün yaygınlaşıp geleneksel üretim alanlarını kapatması, ekonomik refah ölçümlerinin ücret artışı, bireysel refah olarak değerlendirilmeyip büyüme, enflasyon, kur, borsa, bitcoin göstergeleriyle ölçülmesi sözünü ettiğimiz ikilikleri aşındırıyor, biçimsizleştiriyor elbette. Ekonomik büyüme merkezi değer haline geldiği için bir dönemin merkezi sorunlarının başında gelen toplu iş görüşmeleri, grevler, lokavtlar bugün ülkenin gelişimine ket vuran eylemler olarak anlaşılıp kınanıyor. Dolayısıyla fabrika bacalarından çıkan kara dumanlar, vardiya sirenleri, işçi, emek, yoksulluk gibi olgular hayattan çekiliyor, dahası gösteren ve gösterilenini yitirmiş boş göstergelere dönüşüyor.
Gündelik hayat içinde geçim kaygılarının, diğer insanlarla kurulan ilişkinin ahlaki boyutunun, işsizlik, sosyal güvence gibi insanın canını yakan sorunların, dijital ekranlarda akan bir takım verilerin altında buharlaşması; bir dönemin toplumu düzenleyen ikiliklerinin gözden düşürülüp dudak bükülmesi postmodern kurmacanın doğduğu atmosferi gösterir. Postmodern kurmacanın bilinen niteliklerini burada anmanın bir anlamı yok, önemli olan bu nitelikleri doğuran atmosfer. Kendini tekillikler etrafında inşa eden postmodern bireyin toplumsal sorunlara bakışını da zorunlu olarak bu tekillikler şekillendirecektir. Emeğin soyutlaşması, işgal, sömürü, dinsel ve etnik ayrılıkların kaşınması, tüketimin kutsallaştırılması, ekolojik duyarlılığın ya da cinsel kimlik politikalarının toplumsal çelişkilerin yerine ikame edilmesi gibi olguların arasında herhangi bir bağlılaşım olmadığı, kendi tekilliklerini koruyarak yan yana durdukları şeklindeki bir algı bireyin bakışını da biçimlendirir, örgütler.
Her şeyin çözülüp biçimsizleştiği postmodernlikte toplum idesi bireydir. Aşkın olanın yine birey olması, aslında posmodernliğin yassılttığı zeminde aşkınsal olandan söz edilemez olmasının farklı yoludur. Aşkın olan da yassı zeminde tekilliklerle yan yanadır. Bu dönemde üretilen kurmaca bireysel ve toplumsal sorunları temalaştırsa da göndermeleri, imaları, eleştirileri metnin kendisine dönüktür. Kurmaca eserler ikiliklerin oluşturduğu bağlama atıf yapmadıkları, oradan kaynaklanmadıkları için bağlamını metinlerarasılıkta kurar.
Daha önemlisi toplumun tek tek bireylerden oluştuğu algısı nedeniyle toplumsallık bir türlü inşa edilemez, bunun için dönemin kurmacası sadece kişisel deneyim ve dilden ibaret kalır. Bireyin hayat içinde çarptığı olay, olgu ve durumların onda yarattığı ruh halleri anlatıların merkezini oluşturur. Her şey bireyde olup bitmektedir; hep o yaralanır, hep o yalnızdır, hep o mutsuzdur, hep o sahicidir, hep o tek gerçektir. Hep’lerin o’nda toplanması nedeniyle anlatılar da tekilliklerin belirlediği daracık ortak paydada kümelenir. Alanın daracık olması nedeniyle anlatılar nerdeyse aynı kalemden çıkmış izlenimini oluşturur. Bu noktada yazma motivasyonu, yazma nedeni ‘bir de ben yazdım’, ‘ben böyle yazdım’dan ibarettir; bu durum da ben’i anlatının bahanesine dönüştürür.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım