Sorun yok. Bu sadece bir rüya. Geri yat, yatağa geri yat. Yatıp uyursan her şey yoluna girecek. Benim için yap. Sadece uyu.
Clara
Öykü bir attır: Katetmesi gereken mesafeye bağlı olarak tırıs ya da dörtnala giden, kendine özgü bir gidişi olan bir taşıt aracıdır; ama sözünü ettiğimiz hız zihinsel bir hızdır.
Italo Calvino
Albert Einstein yıllar önce özel görelilik kuramını ortaya attığında bu, batı dünyası için öngörülmesi imkansız bir değişim anlamına geliyordu. Her şeyin belirlenebileceğine duyulan inanç sakatlanmıştı. Teknikten sanata kadar pek çok başlığı etkileyen kuram aslında beraberinde yeni bir sınırı da getirmişti. Zamanın mutlaklığından kurtulmak bir umut gibi görünse de bu kez enerjinin toplam değişmezliği kut haline getirilmişti.
Edebiyat yazısına Einstein’la başlamak belki pek çok okuru ürkütmüş olabilir. Temel olarak sanatı ve tekniği beynin iki ayrı bölümünün işlem listesine yüklüyoruz ama bunun modern bir alışkanlık olduğu aşikar durumda. Geleneksel toplumlarda bunların tamamı şamanlara aitti ve aynı zamanda tüm uğraşlar teoloji çatısının altındaydı. Günümüzde ise sanatçıdan şaman görevleri beklenmemektedir. Buna rağmen iyi bir öykücünün iyi bir fizikçi kadar sezgilerinin açık olması gerektiğine inanıyorum. Şamanlık gündelik hayat pratiğiyle göksel alanı çaba harcamaksızın birbirine bağlayabilen bir kurumdu. Zaten o dönemde böyle bir yarılma henüz icat edilmemişti. Şaman iyi bir fizikçi, sanatçı ve doktordu. Yani pek çok spekülasyonun kesişim noktası.
Einstein’ın sanata getirdiklerine dönecek olursak determinist buhrandan çıkış kapısını göstermiş olması sıralamada akla ilk gelenlerden. Zamanın, uzayın farklı yerlerinde değişebilen bir değer olarak kabul edilmesi ve ışık hızının sabitlenmesiyle elde edilen enerji denklemi kurmacaya inanılmaz alanlar sağladı. Ufuklara kat attı.
Batı dünyasında bu denli önemli olan gelişmelerin geleneksel toplumlarda aynı karşılığı bulamamasını neye bağlayabiliriz? Metin boyunca kabul edilmiş bir cevap olarak kullanacağım kavram: Anlatı. Bu yapı, coğrafyalardan hızla silinebilecek bir form değil ve yaşamını devam ettirme noktasında çok inatçı. İpuçlarını pratik hayatta da çok kolay yakalayabiliriz. Muhtemelen Avrupa’nın hiçbir ülkesindeki trafikte, Türkiye’deki kadar riskli (gerekli teknik bakımdan yoksun) araç bulunmuyordur. Bu anlatı geleneğiyle temasın yitiriliyor olmasından kaynaklı bir gösterge. Bir yandan teknik gelişime güveniyoruz diğer yandan tüm kontrolün bizde olmadığını da biliyoruz. Bu ilişki içinde dengeyi yitirmiş konumdayız.
En sağlam evi yapmak isterken mevcut evin ayakta kalabilmesini kaderle açıklıyoruz. Gerçeği ve gerçeküstünü aynı anda yaşamaya çalışıyoruz. Bireysel olarak bu çelişkiyi, geri dönüş için bir yol olarak öneriyorum. Doğru bağlantılar kurulduğunda belki trafik diye bir kavram dahi tartışılır olacaktır. Modern toplumlarda yaşanılan tanrıdışı gündelik hayat bizde tam karşılığını hiçbir zaman bulamadı. Aslında bakarsanız gerçek anlamda modern bireyin milyonlarca takıntısı yüzünden, kontrolü yitirdiği hiçbir durumda var olamaması gerekir. Sokağa çıkacak gücü kendinde bulamayan tüm psikolojik hastalıklar, ulaşılabilecek en bireyci noktadadırlar. Anlatı ise bunun aksi için bir fren ve denge vazifesini varlığından kazanmıştır. Toplum kaderine işler.
İşin can alıcı noktasına gelecek olursak Doğu’nun masallarının yanında Einstein en göreceli buluşları bile sabittir. Komiktir. Heyecan uyandıracak bir kıyas yapmak dahi güçtür. Zaman dediğimiz olgunun değişebilir olduğunu anladıktan sonra bunun metindeki karşılığını irdelemeye başlayabiliriz. İşte bu noktada denkleme yeni bir satır atıp “zaman = hız” eşitliğini dahil ediyorum. Zamanın varlığını hissedilebilir kılan ölçek hızdır. Teolojik kader problemleri böyle çözülebilir. Hızın olmadığı bir yerde geçmiş/gelecek kavramı sınırlandırıcı olmaktan uzaklaşır.
Konuyu hâlâ öyküye getirmediğimin farkındayım. Metnin ilerleyen bölümlerinde aklımızda tutmamız gereken bir konuya daha değinmem gerekiyor. İnsanın bedeninden ötürü sahip olduğu bir hız söz konusu. Doğal limitlerin getirdiği bir zaman makası var. Bunun dışına çıkmak geçmiş dönemde sezgisel boyutta olurken günümüz dünyasında tek taraflı bir teknikle aşılmaya çalışıyor. Yarış havasında süregelen bu ilerleyiş insanın bedensel bütünlüğü bozdu. Zamanımızı sakatladı.
Alfabe hıza sahip olmayan tek buluştur. Bununla birlikte sonsuz hızdadır savını da doğrulayabiliriz. Buradaki en akıllıca tespitleri Borges üstünden okumak mümkün. Sonsuz kütüphane, kum kitabı. Hızla zaman ilişkisini kurduktan sonra anlatıdaki karşılığından bahsedebiliriz. Zaman kavramında olduğu gibi hikayenin de bir akış çizgisi bulunur. Alacağı yol belli ve hatta okur tarafından önceden öngörülebilir olmasına rağmen (bu bir anlatıcı başarısıdır) çizginin başarısı hız ve hızlanma kavramlarıyla belirlenir. Anlatma eylemi hız/hızlanma ile birebir ilişkilidir ve kontrolün sağlandığı ölçüde başarılıdır. Bunun yanı sıra kurgu ve hız/hızlanma büyüsünü etkileyen birden fazla faktör sayılabilir. Bu başlıklar yazının birinci derecen alanına girmiyor.
Bir metni iyi yapan unsurun ilk olarak hız/hızlanma ile ilgili olduğunu düşünüyorum. İyi dediğimizde ortak noktası olmayan pek çok metin aklımıza rahatlıkla gelebilir. Klasik tanımından bahsederken ortak nokta bulamayacağımız pek çok yapıt var. Önerim yazıya devam etmeden önce bir iki dakika ayırmanız ve bu metinlerin hız/hızlanma biçimlerini birbiriyle karşılaştırmanız.
Modern edebiyatta bunu ilk fark eden ve bir teknik olarak işleyen kişinin Louis-Ferdinand Céline olduğunu küçük bir tartışmanın ardından kabul edebiliriz. Gecenin Sonuna Yolculuk’u büyük roman yapan etken unsur da budur. Céline, hız/hızlanma kontrolünü bir şaman geleneği olmaktan uzaklaştırarak tekniğe dönüştürdü. Hız/hızlanmayı yönetmek şamanın görevidir çünkü zamanı yönlendirmek anlamına gelir. Yani büyü. Céline’in söyleşi ve diğer metin öbeklerine göz atıldığında coşku olarak tanımladığı becerenin de hız/hızlanma yetisi olduğu rahatlıkla görülür. Burada zeka ve coşkuyu birlikte kullanarak büyülü bir kavram oluşturur.
Céline’den beslenen yazarlar ve kuşaklar (özellikle Amerika, haz/hız tanımlarıyla meşhur kuşak) incelendiğinde metinlerin ciddi bir hız sorunsalına işaret ettiği fark edilir. Bu bir rastlantı değil teknik yankıdır. Céline’den sonra da bu tekniği sürdüren pek çok isim bulunabilir. Özellikle Calvino, kurguyu baskın kullanarak gizlenme hususunda kimsenin yakalayamadığı bir noktaya erişmiştir. Céline’in kanıtlanamayan akrabasıdır. Öyküdeki örnekleri rahatlıkla Calvino’da bulunabilir. Tabii yazdıklarının öykü olduğu kabul edildiği sürece.
Hız ve hızlanma arasındaki farkı en basit şekilde belirtebilmek için futbol terimlerinden faydalanacağım. Defansif bir anlayışla ve kontra atağı benimsiyorsanız kanat oyuncularınızın hızlı olması gerekir. Uzun top tercih edeceksinizdir ve oyuncunuzun kırk-elli metrede rakibini topu kovalayarak geçmesi sizin işinizi görür. Hızlanma ise ofansif futbol oynarken kanat oyuncunuzun topla sekiz-on metre içindeki hareketini belirtir. Rakibinden hızlı olmak zorunda değildir ama daha iyi hızlanmak zorundadır ve böylelikle karşılayan oyuncuyu düşürür. Her iki hususun iyileri, göze hoş gelen futbolun değişmezleridir.
Hızlanmayı örneklendirmek adına Arda Arel’in “Kemıl Soft” öyküsünden iki bölüm seçtim:
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım