Hikayesi güçlü filmler

Le Samourai filmi
Le Samourai filmi

Listeyi oluştururken hikaye ustası addedebileceğimiz birçok yönetmen kadar sinema tarihinin kıyısında köşesinde kalmış filmleri dışarıda bıraktığımı söylemeliyim. Kendi adıma, iyi bir hikaye anlattığı için birçok kez seyrettiğim ve seyredebileceğim filmlerden bir seçki yaptım.

Güçlü bir hikayeden söz ederken aslında neden söz ediyoruz? Güçlü hikaye tanımının öznel bir yönü olduğu şüphesiz; burada sanat, özeldeyse edebiyat ve sinema tarihi boyunca tartışılagelen “gerçeklik mi, kurmaca mı?” sorusu da ister istemez devreye giriyor. Güçlü hikayenin, gerçekliğe temas ettiği kadar kurgudan ve -maalesef kurguyla sık sık karıştırılan- kurmacadan da payını aldığını söyleyebiliriz. Seyrettiğimizde bizi içine alan, kurmacasıyla yeni bir gerçeklik evreni yaratan, ancak gerçeklikten uzak tutar gibi görünse de gerçeklikle farklı bir temas kurmamıza sebep olan, kurgusuyla şaşırtan hikayelerden söz ettiğimi ifade edeyim. Son tahlilde, seçilen filmler öznel bir tercihi gösteriyor. Ayrıca bir listenin birçok başka seçeneği de dışarıda bıraktığı ortada. Listeyi oluştururken hikaye ustası addedebileceğimiz birçok yönetmen kadar sinema tarihinin kıyısında köşesinde kalmış filmleri dışarıda bıraktığımı söylemeliyim. Kendi adıma, iyi bir hikaye anlattığı için birçok kez seyrettiğim ve seyredebileceğim filmlerden bir seçki yaptım.

Martin Scorsese gibi “New York sokaklarını” anlatan bir yönetmenin Melville’den etkilenmesine şaşırmamak gerek.
Martin Scorsese gibi “New York sokaklarını” anlatan bir yönetmenin Melville’den etkilenmesine şaşırmamak gerek.

1. Le Samourai

Stilize anlattığı suç ve gerilim hikayeleriyle Fransız sinemasının en kendine özgü yönetmenlerinden biri Jean-Pierre Melville.Grumbach soyadını bırakıp Moby Dick’in yazarının soyadını almasıyla edebiyata da selam çakmayı unutmamış. Fransız Yeni Dalgası’nın haşarı çocuklarının ilham kaynağı olan Melville imzalı Le Samourai, başrolde oynayan Alain Delon’un “cool” ve melankolik bir kiralık katili canlandırmasının ötesinde, anlatım biçimiyle dikkat çekiyor. Ruh halini yansıtan gri bir odada, kendisi gibi içe kapanık gri bir kuşla yaşayan Costello, bir gece kulübünün sahibini öldürür ama geride tanıklar bırakır. Bunlardan biri de kulüpte piyano çalan Valerie isimli genç bir kadındır. Bir yandan işverenleriyle arası bozulan Costello’nun kendisinden şüphelenen polisle de başı derde girer ve kiralık katilimiz kendisini köşeye sıkışmış hisseder. Martin Scorsese gibi “New York sokaklarını” anlatan bir yönetmenin Melville’den etkilenmesine şaşırmamak gerek: Le Samourai, sıradışı bir kiralık katil hikayesi üzerinden karanlık, tekinsiz ve karamsar bir Paris tablosu çizmesiyle dikkati çekiyor.

Kaufman’ın “cins kafasından” çıkan acayipliklerle karşı karşıyayız.
Kaufman’ın “cins kafasından” çıkan acayipliklerle karşı karşıyayız.

2. Synedoche, New York

Being Jon Malkovich, Adaptation, Eternal Sunshine of a Spotless Mind gibi filmlerin senaristi Charlie Kaufman’ın hem senaryosunu yazdığı hem de yönetmenliğini yaptığı bir filmle, dolayısıyla Kaufman’ın “cins kafasından” çıkan acayipliklerle karşı karşıyayız. Bu acayipliklerin ortasındaysa gitgide kurmacayla gerçekliğin sınırlarını kaybeden bir tiyatro yönetmeni var: Caden Cotard. “Gerçekçi ve samimi” bir oyun sahnelemek için ailesini, dostlarını, parasal desteğini ve meslektaşlarını kaybetmeye başlayan Cotard’ın hikayesi, yaşadıklarını sahneye uyarlamak uğruna kendisinin, ailesiyle çevresinin ve yaşadığı şehrin bire bir kopyasını üretmeye kadar gitmesini anlatıyor. Elbette bir kopya sadece kopya olmakla kalmayıp Cotard’ın bütün hayatına musallat olan tekinsiz bir ikize dönüşüyor. Cotard hayatındaki “her şeyi” kopyalayıp kurmacanın emrine verdikçe elde etmek istediği gerçeklik sanatın cinleri tarafından ortadan kaldırılıyor. Sanat ve gerçeklik, kurmaca ve hayat, geçmiş ve hafıza gibi Kaufman’ın pek sevdiği meselelere değinen Synedoche, New York, yazarın diğer senaryolarına nispetle daha karanlık bir anlatım kullanıyor.

Güçlü hikayeler diye başlık atıp Coen Kardeşlerden söz etmemek mümkün olmasa gerek.
Güçlü hikayeler diye başlık atıp Coen Kardeşlerden söz etmemek mümkün olmasa gerek.

3. A Serious Man

Güçlü hikayeler diye başlık atıp Coen Kardeşlerden söz etmemek mümkün olmasa gerek. Fargo, Miller’s Crossing, Barton Fink gibi birçok iyi filme imza atmış kardeşlerin sinematografisi içinden film seçmekse epey zor. Ama söz konusu bir liste ise seçim yapmak da mecburi. Bu kişisel yakınmaları bir kenara bırakırsak, A Serious Man, her Coen filminde olduğu gibi gene kaybeden, kaybetmemek uğruna elinden geleni yaptıkça daha da dibe batan içe kapanık ve sakar bir kahramanın hikayesini anlatıyor. Film fizik hocası Larry Gopnik’i merkeze alıyor almasına ama filmi seyrettiğimizde görüyoruz ki Gopnik etrafındakiler tarafından çoktan dışarıya atılmış bile. Karısı Judy başka bir adamla birlikte yaşıyor, kızı Larry’nin biriktirdiği paraları çalıyor, oğlu esrar kullanıyor ve işe yaramaz kardeşi Arthur bütün gün kanepede pinekliyor. Üstelik Larry komşusuyla da arazi meselesi yüzünden kavgalı. Bu kötü gidişin sebebini öğrenmek isteyen Gopnik hayatın anlamını keşfetmek için çareyi yaşadığı cemaatin hahamlarına başvurmakta buluyor. En iyisi, filmin sürprizini kaçırmamak için Gopnik’in haham ziyaretlerine hiç değinmemek. Seyirciye hahamların cevapları kadar filmin girişindeki küçük hikayeye ve filmin sonuna dikkat etmelerini söylemekteyse bir sakınca yok.

Nuri Bilge Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da ile sağlam bir hikaye anlatmaya girişiyor ve bunu başarıyor.
Nuri Bilge Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da ile sağlam bir hikaye anlatmaya girişiyor ve bunu başarıyor.

4.Bir Zamanlar Anadolu’da

Bir cinayet, toprak altında bir ceset, cinayeti soruşturan savcı ve polis, onlarla birlikte gece boyu ceset peşinde giden bir doktor. Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu’ndan bir önceki filmi Bir Zamanlar Anadolu’da bütün hikayesini handiyse tek bir gecede ve bir avuç adamın etrafında örüyor. Daha önceki filmlerinde izlenim ve duygulara hitap eden Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da ile sağlam bir hikaye anlatmaya girişiyor ve bunu başarıyor. Ancak filmin tek başarısı, karakterler arasındaki diyaloglar ve güçlü oyunculuklar değil. Gecenin sonuna giden yolculuk boyunca hikayenin en önemli kahramanlarından biri de yağmuru, bozkırı, rüzgarı ve yuvarlanan elmalarıyla doğanın ta kendisi. Ceylan’ın hikayesi sağlam olmasına sağlam ama meşhur elma sahnesinde olduğu gibi yönetmen, biz faniler kendimizi büyük dertler çeker halde görsek de doğa bizi umursamadan binlerce yıllık döngüsünü devam ettiriyor diyor. Filmin kötümser, dahası kötücül olduğuna dair tartışmalar filmin güçlü olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

Yaşlı ve zengin bir adamla evli olan ve ona bakıcılık yapan, hayırsız evlatlarıyla zor bir hayat sürdüren Elena’nın hikayesi.
Yaşlı ve zengin bir adamla evli olan ve ona bakıcılık yapan, hayırsız evlatlarıyla zor bir hayat sürdüren Elena’nın hikayesi.

5. Elena

Dönüş ve Sürgün filmleriyle sinemaseverlerin dikkatini çeken ve sevgisini kazanan Andre Zvyagintsev’in son filmi Leviathan güçlü görsel dili, Rusya’nın siyasi gündemine getirdiği sert eleştirileri ve dinsel göndermeleriyle sevenlerini yeniden mutlu etti. Etti etmesine ama bu arada bir önceki filmi Elena fazla ilgi görmedi sanki. Bunun sebebi, Hıristiyanlığa atıflar, simgesel bir anlatım, ağır ve sessiz planlardan oluşan filmlerden sonra Elena’nın fazlasıyla “klasik” bir anlatımı kullanması olabilir mi? Ancak Elena’yı tam da güçlü bir film kılan nispeten sade, dolaysız bir hikaye anlatmasıydı. Yaşlı ve zengin bir adamla evli olan ve ona bakıcılık yapan, hayırsız evlatlarıyla zor bir hayat sürdüren Elena’nın hikayesi, Sosyalizm sonrası Rusyası’nda değişen mülkiyet ilişkilerine vurgu yapıyor. İnsan ilişkilerinin yozlaştığı, her şeyin maddiyatla ölçüldüğü bir Rusya’da çaresiz kalan Elena da filmin sonunda yapması “gereken” hamleyi yapıyor. Simgesel ve derin göndermeler seyirciyi cezbetse de Elena sağlam örgüsü ve sert eleştirisiyle Zvyagintsev sinemasında ayrı bir yerde durmakta.

Filmin en önemli alametifarikasıysa Farhadi’nin sıkı sıkıya ördüğü diyaloglardan oluşan senaryosu.
Filmin en önemli alametifarikasıysa Farhadi’nin sıkı sıkıya ördüğü diyaloglardan oluşan senaryosu.

6. Bir Ayrılık

Aşgar Ferhadi’nin yönettiği, Oscar’da En İyi Yabancı Film ödülünü kazanan Bir Ayrılık, Ferhadi’nin önce Elly Hakkında ve sonrasında Geçmiş ile devam ettiği aile, sadakat, yalan ve kişisel çıkar gibi temaları üst-orta sınıf bir ailenin etrafında hikaye ediyor. Nadir ve Simin isimli çift yurt dışında yaşayıp yaşamamak konusunda bir karar vermek zorundadır. Simin kızlarının geleceği için yurt dışına gitmek istese de Nadir, Alzheimer hastası babasını geride bırakmak zorunda kaldığı için itiraz eder. Simin boşanmak isteyip ailesinin yanına taşındığında Nadir, babasına bakması için birisini arar ve Raziye isimli yoksul bir kadınla anlaşır. Raziye’nin babasını evde bırakıp dışarı çıktığını öğrenen Nadir kadınla kavga eder ve kadını evden dışarı atınca kadın merdivenlerden düşer. Raziye’nin hamile olduğunun anlaşılması üzerine, her iki tarafın aile üyelerinin de dâhil olduğu bir çatışma başlar. Kendisi ve ailesi için yalan söyleme, gerçeklerle yüzleşme, sınıfsal çıkar, yoksulluk gibi konuların işlendiği filmin en önemli alametifarikasıysa Farhadi’nin sıkı sıkıya ördüğü diyaloglardan oluşan senaryosu.

Theo Angelopoulos ile anılan Yunan sinemasının genç kuşak yönetmenleri, son dönemde şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu kadar rahatsız edici filmlerle dikkat çekiyor.
Theo Angelopoulos ile anılan Yunan sinemasının genç kuşak yönetmenleri, son dönemde şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu kadar rahatsız edici filmlerle dikkat çekiyor.

7. Köpek Dişi

Theo Angelopoulos ile anılan Yunan sinemasının genç kuşak yönetmenleri, son dönemde şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu kadar rahatsız edici filmlerle dikkat çekiyor. Biçim ve içerik olarak klasik anlatımın dışında filmlere imza atan yönetmenlerin derdinin ülkenin yakın tarihiyle alakalı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Avrupa Birliği ile ilişkiler, ekonomik kriz, siyasi istikrarsızlık ve “görkemli geçmiş” arasında savrulan Yunanlı sanatçılar söz konusu başlıkları metaforik bir dille anlatmakla kalmayıp, düzene ait mevcut yapıları da tahrip etmeye çalışıyor. Köpek Dişi, aileleri tarafından dış dünyadan korunan gençlerin yaşadıkları baskıyı, baskıdan kurtulma çabalarını anlatıyor ve aile üzerinden suç, ceza ve şiddet meselelerine çarpıcı bir görsellikle temas ediyor. Senaryonun ve oyuncuların “yapaylığı” eleştirilse de söz konusu yapaylık bahsi geçen kavramların mutlak olmadığına vurgu yapıyor. Köpek Dişi, Haneke sinemasının izlerini taşısa da Avusturyalı yönetmenden daha şiddetli bir dil kullanıyor.

İspanyol sineması “zamanda yolculuk” temasına dokunduğunda da farklı tatlar yaratmayı biliyor.
İspanyol sineması “zamanda yolculuk” temasına dokunduğunda da farklı tatlar yaratmayı biliyor.

8. Los Cronocrimenes

Korku ve gerilim türlerinde Amerikan sinemasının önüne geçmeye başlayan İspanyol sineması “zamanda yolculuk” temasına dokunduğunda da farklı tatlar yaratmayı biliyor. “Kazara” bir zaman makinesiyle yolculuk eden ve bir saat öncesine giden kahramanımız Hector’u içinden çıkılmaz, karanlık ve grotesk bir macera bekliyor. Filmin sürprizini kaçırmak istemem ama işleri bozdukça düzeltmek amacıyla geçmişe giden Hector’un “kendi geçmişiyle” başının derde girmesi filmin en enteresan yönlerinden biri. Nacho Vigalondo imzalı bu eser, az mekan ve az oyuncuyla da iyi ve güçlü bir hikayenin anlatabileceğini ispat ediyor. (Listeye bir kaçak yapmak gerekirse: Los Cronocrimenes’in, ünlü bilim-kurgu yazarı Robert A. Heinlein’in “All You Zombies” isimli hikayesinden uyarlanan ve maalesef ülkemizde gösterime girmeyen Predestination filmiyle birlikte seyredilmesi tavsiye olunur.)

uçlular Aramızda, Erksan’ın seyirci tarafından pek tutulmamış bir eseri.
uçlular Aramızda, Erksan’ın seyirci tarafından pek tutulmamış bir eseri.

9. Suçlular Aramızda

Metin Erksan deyince akla şüphesiz Susuz Yaz, Yılanların Öcü ve elbette Sevmek Zamanı gelir. Suçlular Aramızda, Erksan’ın seyirci tarafından pek tutulmamış bir eseri. Oysa film Erksan’ın vazgeçilmez teması olan mülkiyet ve sınıf ilişkilerine baktığı kadar tuhaf karakterleri ve burjuvaziyi absürd bir biçimde yansıtmasıyla dikkat çekiyor. İş adamı Halis Bey’in evini soyan iki hırsız Halis Bey’in gelini Demet’e ait çok pahalı bir gerdanlığı ele geçirdikleri için kendilerini şanslı sayarlar. Ancak gerdanlığın fiyatını öğrenmek için gittikleri kuyumcu gerdanlığın sahte olduğunu söyleyince bütün iş değişir. Hırsızlar, Halis Bey’in “namussuzluğunu” yüzüne vurmak istediklerinde karşılarına Demet’in kocası Mümtaz çıkar. Mümtaz’ın tek derdi cemiyet içindeki “asaletlerini” korumak olsa da hikaye ilerledikçe, filmin fakir ama gururlu hırsızı Halil hariç, hemen herkesin derdinin gerdanlık üzerinden paraya konmak olduğu görülür. Buna Mümtaz’ın babası, Mümtaz’ın metresi ve metresinin sevgilisi de dâhil. Mümtaz rolünü oynayan Ekrem Bora’nın fetişist ve çocuksuluğu gaddarlıkla birleştiren oyunculuğu, Demet’i oynayan Belgin Doruk’un Yeşilçam masallarının dışında çıkarcı bir kadın karakteri canlandırması, Halis Bey’in uyanık iş adamı portresi yanında etrafıyla sürekli dalga geçip dans eden zenci Yahya karakteri filmin sürprizi. Suçlular Aramızda, Erksan’ın Yeşilçam’da film yapmak zorunda kalmasaydı sanatını nasıl konuşturabileceğine dair kimi artistik unsurlarıyla da dikkat çekici.