Her dolunay çıktığında aya bakın
“Aya bakın kardeşlerim, aya bakın, dolunay olduğunda, her dolunay çıktığında aya bakın. Ben tüm kalbimle orda olacağım, her dolunayda aya bakan herkesin gözlerinde duracağım, aya bakın kardeşlerim, aya bakın, çünkü her dolunay kalplerimizi kavuşturan serin ırmaklarıdır gökyüzünün!"
Bir Kılıcın Islığında Şamil’in Son Uykusu
Kafkasya dağlarında özgürce uçmaya yemin etmiş soylu bir kartalın son sözleridir; “Dağlılarım! Bu çıplak, bu yabanıl dağları sevin. Size pek az dünya nimeti sundu bu dağlar ama bu dağlar olmasa, sizin toprağınız sizin toprağınıza benzemezdi ve toprak olmadı mı, siz yoksul dağlılar için özgürlük de olmazdı. Çarpışın bu dağlar için, savunun onları. Kılıçlarınızın ıslıklarını duyayım ve rahat uyuyayım son uykumda.”
Dolunay’ın Kalbine Asılmış Sır
Kızıl Çayır, bir asırdır devam eden Kafkas-Rus savaşlarının bittiğini ilan eden meşum bir askeri törene ev sahipliği yapıyordu. Mağlupların diyecek bir sözü yoktu. Tarih bir kez daha ekâbirlerin o soğuk, kirli ve acımasız hançerinden akan kanla yazılıyordu işte. Bir kez daha dağlıların ateş ve kılıçla sınanan sabırlarından damlayan kin çoğalıyordu. Geride yüz binlerce ceset, talan edilmiş bir yurt ve sürgün edilmeye hazır soylu bir halkın sessizliği kalmıştı. Kurt boğazından bozma bu sarp, zorlu ve çatallı coğrafyada önce Osmanlı orduları yenilmişti, ardından 1859’da Kafkas dağlarında bir kartal gibi süzülen efsanevi lider Şeyh Şamil esir düşmüştü Ruslara. Çerkesya’daki soylu direniş 21 Mayıs 1864’te sona erdiğinde, üzerlerine ölüm yağdırılan dağlıların tüm köyleri ateşe verilecekti. Rus atlıları bahçelerini, çiçeklerini ve ekinlerini çiğneyerek ilerlerken, Çerkes kadınlarının ağıtları ay ışığına çarpıp göğün en derinine doğru sırlanıyordu.
“Sivillerin cellâdı” lakaplı kalbi çizmesi kadar kara General Yermolov, “Eğ başını ey karlı Kafkaslar / Boyun Eğ / Gelen Yermolov’dur!” diyerek varlığını sitayişe selamlayan Puşkinler’den aldığı cüretle Çerkes obalarını kılıçtan geçirmekten çekinmemişti. Bir asırdır işgale yiğitçe direnen Adige boylarının, kara bir örtü gibi üzerlerine savrulan Kızılordu’nun ağır tahakkümüne dayanacak nefesleri yoktu artık. Ve 21 Mayıs 1864. Nefesler önce darlanır ve tükenirdi sonra. Çerkesya, yırtıcı bir hayvanın pençesinde o mağrur sükunetine tutunarak bekliyor; kalbi sökülmüş ve kanı çekilmiş. Bekliyor. Asaletini canıyla taçlandıran bir halk, Tuapse, Soçi ve Sohum limanlarına demirlemiş derme çatma teknelere bindirilerek öz bahçesinden koparılan çiçekler gibi anayurtlarından sürgün edileceklerdir. Karar verilmiştir.
Soçi Limanı. Hava serin. Rüzgâr sürgünlerin gözlerine saldırıyor. Bebek ağlamaları, Rus askerlerinin acımasız komutlarına karışıyor. Barut kokusu, kan kokusu, deniz kokusu. Osmanlı topraklarına sürülmek üzere Karadeniz’in hırçın dalgalarına emanet edilen bir tekneye dipçik zoruyla bindirilen uzun saçlı genç bir Çerkes kızı, dilini bilmediği Rus askerlerine çığlık çığlığa yalvarıyor. İnsan, sevdiklerinden ayrı düştüğünü en az yirmi dilde anlatabilir çünkü. Ailesinden koparılarak zorla bindirildiği tekneden inmesine izin verilmeyen genç kız, tekne yavaş yavaş limandan ayrılırken sıradaki tekneye binmek üzere kıyıda çaresiz bir öfkeyle bekleyen kalabalığa gözyaşları içinde bu kara geceyi mühürleyen dolunayı işaret ederek, avazı yırtılana kadar şu sözlerle bağıracaktır; “Aya bakın kardeşlerim, aya bakın, dolunay olduğunda, her dolunay çıktığında aya bakın. Ben tüm kalbimle orda olacağım, her dolunayda aya bakan herkesin gözlerinde duracağım, aya bakın kardeşlerim, aya bakın, çünkü her dolunay kalplerimizi kavuşturan serin ırmaklarıdır gökyüzünün!’’
Ürdün’den Amerika’ya, Balkanlar’dan Afrika’ya değin dünyanın dört bir yanına tespih taneleri gibi dağılan Çerkes sürgünler, her dolunayda uzun bir özlemle aya bakarak sevdiklerini düşünürler. Ki ortak bir bağa tutunarak, kalpten kalbe uzanan bir yolla birbirlerini hatırlamanın çiçeğidir bu. Kanlı bir çiçek, bir ömür göğüslerinde taşıdıkları kanlı ve yaslı bir çiçek. Çerkes kadınlarının ağıtları ay ışığına çarpıp göğün en derinine doğru sıralanıyordu çünkü o gece. Çünkü o gece dünyanın bu en unutulmuş sürgününde Karadeniz’e saçılan bedenlerinden taşarak dolunaya tırmandı bütün sürgünler. Çerkesler aya bakar, ay Çerkeslere bir merdiven uzatır. Çerkesler aya bakar, gök başını öne eğer. Her dolunay bir vuslattır baktıkça içine doğru durmadan kırılan. Dolunay çıktığında Soçi limanındaki o dipçik sesleri bir an için unutulur, özgürce at koşturdukları Terk ve Kuban nehirlerinin serin sesleri duyulur doyasıya... Eğme başını ey karlı Kafkaslar! Eğme! Ve Ayşenur Kolivar’ın Yistambilako / İstanbul Yolu şarkısı, her seferinde kanlı ağıtlar sızdıracaktır bu yaslı dolunaylara.