Günümüzde Yankılanan Bir Ses: “Oğuz Atay”
Atay’ın en önemli eseri diyebileceğimiz Tutunamayanlar’ı 1973’te ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar izler. Öykülerinin toplandığı Korkuyu Beklerken ve tiyatro eseri olsa da kurmacanın sınırlarında dolaşan Oyunlarla Yaşayanlar bu çalışmanın temel kaynaklarını oluşturmuştur.
Bu çalışmada Oğuz Atay’ın kurmacaya dayalı anlatılarından hareketle oyun, öykü ve romanlarının belli başlı özellikleri tespit edilecek, bu ortak özelliklerin günümüz edebiyatına uzantıları tartışılacak ve kendi çağının çok ötesine seslenmiş Atay’ın günümüzdeki yankıları üzerinde durulacaktır. Oğuz Atay’ı aforizmaların ötesine taşıyabilmek ve daha iyi anlayabilmek için öncelikle kendi eserlerinin dünyasına girebilmek gerekir. Atay’ın en önemli eseri diyebileceğimiz Tutunamayanlar’ı 1973’te ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar izler. Öykülerinin toplandığı Korkuyu Beklerken ve tiyatro eseri olsa da kurmacanın sınırlarında dolaşan Oyunlarla Yaşayanlar bu çalışmanın temel kaynaklarını oluşturmuştur.
BirBilim Adamının Romanı Atay’ın hocası Mustafa İnan’ın hayatını anlatan, aslında yazarın çok da içine sinmeyen, sürekli müdahalelere maruz kalan “ısmarlama” bir romandır; dolayısıyla Atay kurmacasından, dil ve anlatımından oldukça uzak olan bu kitap çalışmanın dışında tutulmuştur. Tamamlanmadığı için Eylembilim ve kurmaca olmadığı için Günlük de bu araştırmaya dâhil edilmemiştir. Çalışmanın sınırları gereğince incelemeye konu olan kitapların içeriğine değinilememiş ancak Atay’ın kitaplarındaki ortak eğilimleri tespit edebilmek ve bunları günümüz yazarlarında saptayabilmek için kurmacalarda ön plana çıkan özellikler şu şekilde maddelenmiştir:
Oğuz Atay’ın Kurmaca Dünyasında Ön Plana Çıkan Belli Başlı Özellikler
1. Yalnızlık, Yabancılaşma ve Varoluşsal Sorunlar:
Oğuz Atay’ın kurmacalarında ön plana çıkan konu ve temaların kaynağında varoluşsal sorunlar vardır. Bunların başında yalnızlık gelmekle birlikte, diğer birçok tema bunun ya sebebi ya da doğal bir sonucudur. Daha da derine gidildiğinde Oğuz Atay’ın eserlerine yayılan esas ses “var olma”nın kendisi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan ontolojik problemlerdir. Karakterler kendi benliklerini, kimliklerini aramakta ve “ben ol”maya çalışmaktadır. Bununla birlikte kaygı, korku, toplum tarafından dışlanma ve yabancılaşma, yalnızlık, anlamsızlık, belirsizlik, delilik, babadan sirayet eden zayıflık ve baba-oğul problemi, (ayrı bir madde olarak ele alınacak olan) intihar ve ölüm, benliğin bölünüşü ve üstben tasarımı vb. ilk sırada sayılabilecek ontolojik problemlerdir.
Tüm bunlarla birlikte anlatılar umutsuzluğa, karamsarlığa, kendi içinde kıstırılmışlığa düşen karakterlerin derin bir yalnızlığa kapılması, hayatı saçma ve anlamsız bulması, deliliğin sınırlarında dolaşması ve oyunu-düşleri-edebiyatı-ölümü bir kaçış olarak görmesiyle devam eder. Karakter ya yazarak yaşamaya çalışır ya da bu anlamsız mücadeleyi bırakıp intihar eder. Dolayısıyla aslında tüm bu yazılanlar bireyin dışarıdakilerden kaçıp kendi içinde, kendisiyle hesaplaşma sürecini ele alır; yani Atay’ın da dediği gibi1 “insan”ı anlatır.
2. İntihar ve Ölüm:
Oğuz Atay’ın bu çalışmaya konu olan kitaplarının tamamı intihar ve ölümden geçer. Tutunamayan’larda Selim ve Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet intihar ederek hayatlarına son verirler. Oyunlarla Yaşayanlar’da Coşkun her ne kadar intihar etmeyi düşünse de dünya sahnesinde hastalıktan ölür. Korkuyu Beklerken’de 8 hikâyenin yarısından fazlası ise ölüm ve intihar etrafında döner. Oğuz Atay’ın hikâye, oyun ve romanlarında intihar eden bireyin bu davranışı aslında bir tepkidir. Karakterler, hayatın anlamsızlığını, adaletsizliğini ve acılarını kaldıramayıp yalnızlaşırlar; kendileriyle hesaplaşmaya girip düşlere, oyuna ve yazıya sığınırlar; tüm bunlar da yetmeyince insanlarla ve dünyayla savaşmayı bırakarak kendi hayatlarına son verirler. Bu aslında sosyal bir mesajdır, toplumsal yapıya ve düzene başkaldırıdır ve intihar eden birey geride kalanları vicdanlarından yaralamak, topluma bir mesaj vermek ister.
3. Bir Sığınma ve Tutunma Aracı Olarak Oyun:
Oyun, Oğuz Atay’ın özellikle üç kitabında oldukça ön plana çıkan anahtar kavramlardan biridir. Atay, Tutunamayanlar’da Selim’in ağzından “Hayatım ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu” diyerek aslında oyun kavramının kendinde taşıdığı anlama işaret eder. Oyun, onun için gerçeklerden kaçıştır. Düşlere, bir anlamda rüyalara ve hayallere sığınarak, gerçeklik algısını kırarak başka bir zaman ve uzam yaratmaktır. Dolayısıyla Oğuz Atay aslında oyunlar aracılığıyla dışarıdaki dünyayla mutlu olamayan öz benliği için yeni bir dünya yaratır. Bunu da kurmacayla, oyunla yani edebiyatla yapar. Tutunamayanlar’da Selim’in en büyük merakı oyun oynamaktır ve oyundan kastı öyküler, biyografiler, önsözler yazmaktır; bu yönüyle oyun Selim’de “sanat”a tekabül eder.
Berna Moran’a göre “Postmodern romanda oyunla sanat arasında kurulan bağı Selim de kurar. Selim’in başlıca merakı oyun oynamaktır ve çok ciddiye aldığı bu oyunun bir anlamı şiir, öykü, biyografi gibi çeşitli türlerde yazı yazmaktır. Üniversite öğrenciliği yıllarında arkadaşlık ettiği Turgut ile Turgut’un biyografisini yazma oyunu, Esat ile öykü, şiir, önsöz yazma oyunları oynar.”2 Oyun fikri Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet’in dilinden şöyle dile getirilir: “Oyunlar gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır.”
Gerçeğin bir ifadesi olarak oyun kavramını ele alan, bir anlamda oyun içinde oyun oynayan yazarın Oyunlarla Yaşayanlar isimli eserinin odak noktası bizzat oyunun kendisidir. Karakterler, kendilerini ifade etmek, kendi varlık alanını oluşturmak, dış dünyadan kaçmak ve gerçeğin acısına dayanabilmek için kendi yarattıkları düşsel dünyalarda oyunlar oynarlar. Bir anlamda delirmemek ve direnmek için oyunlara tutunur, kendilerini bunlarla oyalarlar. Görüldüğü gibi oyun Atay’ın kurmacalarında sığınma, tutunma ve kaçış yeri olup edebiyata ve sanata işaret eder.
4. Benliğin Bölünüşü ve Üstben Tasarımı:
Oğuz Atay’ın kurmacalarında yer alan karakterler ontolojik anlamda varlık alanlarını belirleyememiş ya da kendilerini belli bir zamana ve mekâna sabitleyememiş kişilerden oluşur. Aidiyetsizlik, belirsizlik ve anlamsızlıkla birlikte hem bir sorgulama hem de bir yargılama sürecindedirler. Bu durum varoluşsal bir problem olarak eserlerin tamamına yayılır. Bu karakterler sadece bireysel değil toplumsal ve tarihsel alanda da dış gerçekliğe yabancılaştığı için kendi içlerindeki varlık alanına yönelirler. Burada deyim yerindeyse kendi cumhuriyetlerini kurarlar. Benlik, bölünmeye ve parçalanıp yok olmaya bununla birlikte yeni benlikler yaratmaya müsaittir. Yaratılan bu yeni “ben”ler bir anlamda asıl benliğin yol arkadaşıdır.
Tutunamayanlar’da Olric Turgut Özben’in parçalanmış benliğinden kopan bir üstben’dir ve Turgut’un mensubu olduğu yarı-aydınlara, bunların kurduğu krallığa ve yaptığı soytarılıklara tepki olarak ortaya çıkmıştır. Tehlikeli Oyunlar’da Hüsamettin Tambay ise benlik parçalanışından ziyade yalnızlıktan kurtulmak için tasarlanmış olgun, akıl hocası, yol gösterici bir üstben’dir. Hikmet zaten “Size ihtiyacım olduğu için yarattım albayım” diyerek bu zihinsel bölünme ve yaratma nedenini açıkça vurgular. Bu romanda asıl benlik parçalanışı ise “ben ol”maya çalışan Hikmet’in Hikmet I, Hikmet II, Hikmet III, Hikmet IV şeklinde çoğalmasıyla gerçekleşir.
5. Dil, Eleştiri ve İroni:
Dil, eleştiri ve ironi Oğuz Atay’ın en belirleyici edebi özelliklerindendir. Atay’ın dille, o dili konuşanlarla ve o dille yazılanlarla bir meselesi vardır. Edebi eserlerinin tümünde dilin kullanımına ayrı bir hassasiyet göstermiştir ve bu yönüyle yazarın üslubu “biricik”tir. Atay’da dil konusuna dair Nurdan Gürbilek’in tespitleri oldukça önemlidir:
“Atay’ın romanlarındaki dil, birbirine eklenmiş çeşitli seslerden, üst üste yığılmış çeşitli söylem katmanlarından oluşmuştur. Bu özellikle de Tutunamayanlar için geçerlidir. Bu topraklarda yaşayan insanları bir biçimde etkilemiş, belli bir kamusallık kazanmış çeşitli söylemlerin dışında değil, içinde var olabilmiştir Atay’ın dili. Popüler diyebileceğimiz çeşitli dillerin, örneğin acılı aşk romanlarının, abartılı melodramların, hüzünlü alaturka şarkıların, Türkçe tangoların, dokunaklı ölüm ilanlarının, duygulu hayat arkadaşı ilanlarının, yaralı gönül muhabbetlerinin dilini içinde barındırır. Bunun yanı sıra resmi bir söylemi; bayram nutuklarından, ortaokul ders kitaplarından alınmış hamasi cümleleri de içinde taşır. Batı taklitçiliğinden beslenmiş kalkınmacı bir bilimsel söylemi, her şeyi yalnız kavramların içine sıkıştıran ansiklopedik bir dili barındırır.”3
Özellikle Tutunamayanlar’daki dil, sivri bir zekâ ve iğneleyici bir tarzın birleşimiyle dışarıdaki dünya ile, hatta kendi kurduğu dünya ile bile alay eden bir dildir. Bu ironik dil, Atay’ın bu çalışmaya konu olan tüm eserlerinde görülen ortak söylem ve temel anlatım biçimidir. Atay hayatı, insanları ve özellikle gerçeği eleştirirken ironiye başvurur ve birçoklarınca kutsanan değerleri yıkan bir söylem tercih eder. Zaten onun en büyük özelliklerinden biri de kurmacayı yaparak değil “yıkarak” oluşturmasıdır, bu yıkımı da en iyi fikirle ve dille yapar. Romanlarında birey, yakın çevre, tarih ve toplum eleştirisi yaparken çeşitli alay teknikleri de kullanılmıştır.
Taklit, gülünç dönüştürme, resmi dilin abartılarak kullanılmasına dayanan parodi, ciddi olanla olmayanın yer değiştirmesi ya da ciddi olanın hafife alınması, kelime oyunlarından kaynaklanan hafifseme bunların başında gelir. Aynı şey öyküler için de geçerlidir. Necip Tosun, Korkuyu Beklerken’deki mevcut 8 öyküden hareketle Atay’ın öyküdeki ironik tutumunu ince alay, humor ve ironi şeklinde iç içe geçtiğini belirterek ve bazı öykülerden örnekler vererek şu isimlendirmeleri yapar: Yabancılaşma ironisi, bilim ironisi, aşk tanımına ilişkin ironi, sıradanlık eleştirisi, anlayış/eğitim eleştirisi, kendi hâline duyarsız insan ironisi.4
6. Bilinç Akımı:
Oğuz Atay’ın kullandığı en önemli anlatım tekniği bilinç akımıdır. Tutunamayanlar’da şiir, tiyatro, deneme, günlük, ansiklopedi, mektup, kutsal kitap anlatımı gibi birçok tür kullanılmış; iç monolog, iç-dış diyaloglarla anlatım zenginleştirilmiştir. Aynı durum Atay’ın diğer kurmacaları için de geçerlidir. Yazar, tabiri caizse hem kendisinin hem de karakterlerinin bilincini kâğıt üzerine yansıtır. Bunu yaparken de kelimelerin çağrışım gücünden sıklıkla faydalanır. Karakterlerin sadece zihinleri değil ruhsal durumları, psikolojik yapıları, iç ve dış çatışmaları ve gerilimleri de bu akışın içindedir.
7. Yazma Edimi ve Üstkurmaca:
Oğuz Atay’ın oyunu, öyküleri ve romanları “yazma edimi” çevresinde oluşturulmuştur. Tutunamayanlar, postmodern bir roman olarak klasik roman anlayışına tepkidir ve gerek Selim gerekse Turgut’un iç dökümleri yazarlığın, basmakalıp edebi anlayışın, edebiyat çevrelerinin ve Doğu-Batı edebiyatının eleştirisi mahiyetindedir. Aynı zamanda bu kitap üstkurmaca bir metindir. İç hikâye Selim’in, dış hikâye Turgut’un ve bunları da içine alan en geniş çerçeve ile Tutunamayanlar kitabının hikâyesi üstkurmaca bir metin olarak karşımıza çıkar. Zaten Atay, Yıldız Ecevit’in deyimiyle “Türk romanındaki ilk üstkurmaca yazarıdır, ilk metafiksiyonalisttir.”5 Tehlikeli Oyunlar’da bu geniş çerçeve biraz daha daralarak yazar olma sorunlarının ve yazarlığın bizzat kendisine yönelir. Bu kitapta gerçek-düş çatışması ön plana çıkartılarak yazma ve yaşama düzlemleri kesiştirilir.
Tehlikeli Oyunlar romanı da tıpkı Tutunamayanlar gibi bir edebiyat anlayışının manifestosu olarak ele alınabilir. Roman, “yazmak” fiili etrafında döner. Hikmet kurmaca gerçeklikle, düşlerle yapılan bir edebiyat arayışındayken Albay, romanda gerçekçi edebiyatı savunur ve onu temsil eder. “Ancak bu romandaki (Tutunamayanlar) üstkurmaca ögesi, yıllara yayılmış yoğun birikimini ilk edebiyat ürününe dökme çabası içindeki yazarın, metninde yaptığı sayısız biçim denemesinden biriyken, Tehlikeli Oyunlar’da bu öge metnin ana kurgu ilkesi durumuna gelmiştir. (...) Yaşama ve yazma edimlerinin eşzamanlılığı üzerine kurulmuş olan bu metin, Türk romanındaki en geniş kapsamlı ilk üstkurmaca örneklerinden biridir.”6 Oyunlarla Yaşayanlar’da ise yazmak, coşkun bir arzuyla yazmak, yaşama tutunmanın, hayata katlanmanın bir aracıdır. Hatta kimi zaman “oyun oynama” ve bu yolla “oyun yazma” edimi araçtan çıkarak amaca dönüşür.
8. İsim Sembolizasyonu:
Oğuz Atay’ın öykülerinde karakterlerin çoğu isimsiz olsa da romanları ve oyunundaki karakterlerin kendilerine has isimleri vardır. Bu isimler rastgele seçilmemiş olup anlatıdaki kişilerin karakteristik özelliklerine, fiziksel, ruhsal ya da başka bir yönüne işaret ederler. Tutunamayanlar’da Turgut Özben, “öz ben”liğini, gerçek kişiliğini arar. Selim Işık, hem Selim adıyla doğruluğu, temizliği ve zararsızlığı temsil eder hem Işık soyadıyla Turgut’un kendini arama yolculuğuna ışık tutar. Selim’in sevgilisi Günseli “gün ışığı, ışık seli” demektir ve bu da Selim Işık’la ilişkilidir. Romanda iç ses ya da üstben olarak ortaya çıkan Olric’in sembolize ettiği değerler ve taşıdığı anlamlar bir isimden ötedir (Hayli uzun olduğu için çalışma dışında tutulmuştur). Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet Benol, Hikmet adıyla bilgeliği ve “gizli sebep”i temsil eder. Hikmet’in “ben ol”ma yolunda, kendini arayışında karşısına çıkan iki kadından Sevgi ve Bilge’nin isimleri de anlam değerleri bakımından önemlidir.
Yazar bu isimlerle karakterine sadece bir isim vermekle kalmamış, aynı zamanda onlara kurmaca içinde belli bir anlam yüklemiş ve okura olayların seyrine dair ipucu vermiştir. Atay’ın isim sembolizasyonunu en fazla kullandığı kitaplardan Oyunlarla Yaşayanlar’da Coşkun ismini alan karakter, yazmaya ve oyunlar kurmaya coşku ve tutkuyla bağlıdır, coşkunluğu bundandır. Ermiş soyadıyla ise mensubu bulunduğu yarı-aydın takımından sıyrılarak yavaş yavaş ermesini yani aydınlanmasını temsil eder. Çocuğu Ümit, çocukluğun ve gelecekten beklenen ümidin sembolüdür. Coşkun’un elde etmeye çalıştığı, arzu ettiği kadının adı ise Emel’dir. Ana karakterler böyle olmakla birlikte bunların dışında kalan diğer isimlerin de taşıdığı anlamlar, sembolize ettiği değerler ve işaret ettiği kavramlar Atay’ın kurmacasında kurguyu destekleyen bir kullanım olarak dikkat çekmektedir.
7. Postmodernizmin Diğer Unsurları:
Yukarıda ele alınan maddelerin neredeyse tamamı postmodernizmle ve postmodern edebiyatla yakından ilgilidir. Bunların dışında kalan ve postmodernizmle bağı olan zaman-mekân belirsizliği, anlamsızlık, kuralsızlık, çoğulculuk, parçalılık, cinsellik, felsefe ve tarih, geleneğin yıkımı ve başkaldırı, eski metinlere yönelim ve bunların yapısı değiştirerek yeniden kullanım, parodi, pastiş ve diğer belli başlı postmodern edebiyat unsurları Atay’ın kurmaca dünyasında sıkça karşımıza çıkar.
Oğuz Atay’ın Günümüzdeki Yankıları
Oğuz Atay, kendi döneminde anlaşılamamış olsa da günümüzde hem çok okunan hem kendinden sonraki kuşağı etkileyen hem üzerinde çokça araştırma yapılan hem de adına ödüller verilen edebi seyriyle tıpkı eserlerine yansıyan mizaç gibi ironik, hüzünlü ve zamanın ötesinde koşup kendine geç kalan bir kaderin temsilcisi olmuştur. Büyük edebiyat eserlerinin sıradışı yapısıyla kendi dönemini aşan, bununla birlikte tüm zaman ve mekânlara seslenen ortak bir ruhu vardır. Deyim yerindeyse edebiyat tarihinde yeni bir çağın temsilcisi olurlar. Oğuz Atay da kendi döneminin edebiyat anlayışını karşısına alarak postmodern edebiyatın ilk temsilcisi olmuş ve bununla birlikte kendinden sonraki dönemin edebi çizgisine yön vermiştir. Handan İnci “Oğuz Atay’ın Paltosu” isimli önemli yazısında Atay’ın günümüz edebiyatına etkilerini özellikle söyleşilerden yola çıkarak gündeme getirmiş ve birçok isim sıralamıştır.
Esasında ona göre yolu Oğuz Atay’dan geçmeyen pek az yazar vardır: “Şöyle genel bir bakış bile günümüzde yolu Oğuz Atay’dan geçmeyen pek az yazar olduğunu gösteriyor. Okuma sürecinin bir döneminde, ister anlattıklarına kapılsınlar, ister dilinden, kurgusundan büyülensinler, çağdaş yazarlarımızı en çok meşgul etmiş isimlerin başında geliyor Oğuz Atay.”7 Ayfer Tunç’un “Oğuz Atay bir tür DNA’dır. Yeni kuşaktaki has edebiyatın izleyicileri -ister okur olsun, ister yazar- bu DNA’yı taşır” sözüyle açılış yapan İnci, Orhan Pamuk, Perihan Mağden, Behçet Çelik, Hakan Günday, İbrahim Yıldırım, Cemil Kavukçu, Murat Gülsoy, Ali Teoman gibi isimlerin söyleşilerinden seçilmiş “Oğuz Atay etkisi”ni belirten cümlelerine yer verir. Ancak Handan İnci’nin de belirttiği gibi bu etki metin üzerinden tespit edilmelidir. Bununla birlikte “Oğuz Atay anısına” her yıl bir türde ödüller verilmiştir. Ödüller verilirken Oğuz Atay’ın etkisi gözetildiği için çalışmanın amacı gereğince bu isimleri anmakta fayda vardır:
Oğuz Atay Ödülleri
Çalışmanın devamında yazarın günümüz edebiyatına etkilerinin nasıl devam ettiği ve bunların hangi isimlere yansıdığını tespit edebilmek için kıstas olarak belirlenen “Oğuz Atay’ın Kurmaca Dünyasında Ön Plana Çıkan Belli Başlı Özellikler” günümüz metinlerinde aranmış, kişisel okuma serüveni ve araştırmalarından hareketle bazı isimlere-eserlere ulaşılmıştır. Oğuz Atay’ın kurmaca dünyasını oluşturan esas türün roman olduğu gerçeğinden hareketle, seçilen yazarların en az bir romanının olmasına dikkat edilmiş ve yazar seçimine çalışmanın sınırları gereğince yaş sınırı getirilmiştir.
1. Güray Süngü ve Düş Kesiği
Güray Süngü hem öyküleri hem de romanlarıyla Oğuz Atay’dan etkilenmiş; söyleşilerinde bunu sıklıkla dile getirmiş ve sadece kurgu, tema, dil, anlatım olarak değil metinlerarası göndermeler ve söylemlerle de bu etkiyi göstermiş bir yazardır. Süngü’nün bütün kurmaca anlatılarında yalnızlık, yabancılaşma ve varoluşsal sorunlar, intihar ve ölüm başat temalardandır. Bununla birlikte benliğin bölünüşü, kimlik arayışı, bazı kurmacalarda üstben tasarımı yazarın “benlik” algısını Oğuz Atay’ınkine yaklaştırır. Oğuz Atay’ın vazgeçilmezlerinden olan eleştiri, ironik dil ve bilinç akımı Güray Süngü’nün de tüm eserlerinde görülen ortak özelliktir. Aynı zamanda hem birçok öyküsü hem de Düş Kesiği, Kış Bahçesi gibi romanları yazma edimi ve üstkurmaca ile ilişkilidir ve hem bu romanlar hem de İnsanın Acayip Kısa Tarihi hem de birçok öyküde görülen isim sembolizasyonu da belirgin bir özelliktir.
Süngü aynı zamanda postmodern tekniklerden parçalılık, metinlerarasılık, imgesel anlatım, parodi ve pastişi de sıklıkla kullanır. Yazarın özellikle Dördüncü Tekil Şahıs romanı konu ve tema bakımından Tutunamayanlar’a benzerliğiyle dikkat çeker. Zengin bir ailenin üyesi olan Mustafa Nihat, tıpkı Turgut gibi başına gelen olaylardan sonra kendi asıl benliğini aramaya ve “dönüşme”ye başlar. Ailesi dâhil herkesten ve her şeyden kaçan, yalnızlaşan, yabancılaşan, tutunamayan ve bir kaplumbağa gibi sürekli kendi içine çekilen Mustafa Nihat kabuğunun içinde okuyup araştırarak, düşünüp hayatı sorgulayarak deliliğin tuğlalarıyla kendine ait yeni bir dünya kurar. Gerek karakteristik özellikleri gerek yarı-aydın burjuva tipini çağrıştırması gerekse hayatı ironik bir tarzla sorgulayışıyla Turgut’a yaklaşır.
Ancak Süngü’nün sadece konu değil roman tekniği bakımından da Oğuz Atay’ın belli başlı özelliklerini taşıyan ve Oğuz Atay Roman Ödülü alan eseri Düş Kesiği’dir. Romanda, gördüğü rüyaların da etkisiyle gerçek ve düş arasında gidip gelen Gereksizyazar karakterinin kendine ve çevresindekilere yabancılaşarak düştüğü yalnızlık, var olma sancılarını ve bu süreçteki gerçek-kurmaca çatışması ele alınır. Roman “bir köpek öldürmek” gibi başkalarına sıradan gelen bir ölümle başlayarak “var olma”nın uçurumlarında dolaşır. İçteki romanın karakteri M, bir köpek öldüreceğinden korkarak psikoloğa gider. Aslında bu bir kurmacadır ve dışarıdaki çerçevede bu kurmacanın yazarı olan Gereksizyazar’ın hikâyesi vardır. Dolayısıyla roman, “kitap çevresi”nde kurulan ve “yazma edimi”yle oluşturulan yeni bir kurmaca, yani üstkurmacadır.
Burada karakter olan Gereksizyazar, karısını öldürdüğünü düşünmekte ve bu gerçekten kaçmaktadır. Aslında kurmaca metinde yapılan bir değişiklik sonucu yazarın gerçeklik algısı kırılmış, başkalarının gerçeği ile kendi gerçeği çatışmış ve bu esnada gördüğü düşlerin, geçmiş yaşantıların da etkisiyle zihni ona sürekli oyunlar oynamıştır. Romanda yalnızlık, yabancılaşma, varoluşsal sorunlar, intihar (Gereksizyazar bir bölümde hayatı sorgular ve intiharı düşünür) ve ölüm, yazma edimi ve üstkurmaca gibi Oğuz Atay’ın kurmaca dünyasında görülen belli başlı özellikler kendini bu şekilde gösterir. Bununla birlikte karakterin dışarıdaki gerçeklerden kaçarak bir konağa sığınması, burada kendi kimliğini araması, var olmaya çalışması konağa tıpkı Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ındaki gecekonduya benzer, metaforik bir anlam yüklemek; burayı bellek, bilinçaltı, geçmiş yaşantılar olarak yorumlamak mümkündür.
Zaten her iki karakter de kendini düşlere, anılara, bilinçaltına teslim ederek bu mekânlarda zihnin “oyun”larına kapılırlar. Kitap boyunca özellikle iç monologlar ve çağrışımlarla kullanılan bilinç akımı, yer yer mizah ve ironik dil ayrıca dikkat çeker. Ayrıca Süngü’nün kısmen de olsa isim sembolizasyonuna başvurduğu görülür. Çeşitli yollarla benliklerini kazanamamış ya da unutmuş yahut kimlikleri bir başkası tarafından silinmiş bu karakterler M, Z, Gereksizyazar gibi isimlerle anılırlar. Kitabın en dikkat çekici sembol ismi ise Melek’tir.
Yazar “Melek isminde olup olmadığını bilmediğimiz ama Gereksizyazar tarafından Melek diye imgelenmiş bir sevgilisi vardı” diyerek aslında onun yazar tarafından verilmiş, melek gibi saf, temiz ve koruyucu özelliklerinden dolayı sembolik bir değer taşıdığını kendi ağzından ima ederek bir anlamda isim sembolizasyonuna işaret eder. Süngü, bunun yanı sıra postmodern edebiyatın birçok özelliğinden beslenmiştir. Çalışmaya konu olan kitapta parçalılık, metinlerarasılık, çoğulculuk, parodi bunların başında gelirken tarih ve cinsellik neredeyse hiç yoktur.
2. Murat Gülsoy ve Baba Oğul ve Kutsal Roman
Hem söyleşilerinde hem de metinlerarası göndermelerinde Oğuz Atay etkisinden sıklıkla bahseden yazarlardan biri de Murat Gülsoy’dur ve bu etkiyi yazarın kitaplarında görmek mümkündür. Öykü kitaplarından Bu Kitabı Çalın, romanlarından ise Baba Oğul ve Kutsal Roman Oğuz Atay etkisini ön plana çıkardığı eserlerindendir. İnsanın bu dünyada görünmez bir çarmıhta sürekli işkenceye maruz kalması ve ölmemesinden mülhem Tutunamayanlar’da Selim’in İsa’ya olan sevgisi ve Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet’in İsa’yla özdeşlik kurması, Baba Oğul ve Kutsal Roman adının çağrıştırdığı anlamlar ile birlikte düşünülebilir. Ortaya nasıl bir sonucun çıkacağı ise derin bir araştırma ile mümkündür.
Romanda babasından kalma ölüm korkusuyla (ki babadan kalan zayıflık ve korku Oğuz Atay kurmacalarında da oldukça ön plandadır) sürekli delirmenin eşiğinde olan, düş ve gerçeklik arasında gidip gelen bir üniversite hocası-yazarın rüyalarla ve kitaplarla hayata tutunması, var olmaya çalışması anlatılır. “Amaç, gerçeklikle ilişkisini sarsmak” diyen yazar, bu misyonu romanın geneline yayarak karakterin dış dünya ile bağlantılarını koparır, onu dışarıdaki insanların gerçeklerinden ayırarak yabancılaştırır. Karakter rüyadan rüyaya, zamandan zamana, hikâyeden hikâyeye geçerken bir nevi kendine oyunlar oynar, kendi içine düşer ve bu “düşüşler sert olur.” Bir yanda yılların unutturamadığı Asena, diğer yanda sırf elinde Nabokov tuttuğu için anlatıcı tarafından “ilham meleği” olarak da görülen Merve vardır.
Bu iki kadınla yazar arasındaki ilişki Hikmet’in Sevgi ve Bilge’si gibi karakterin iki ayrı kadının dünyasında kendini arayışını çağrıştırır. Romanın dünyası ise bir “kitap çevresi”nde kurulmuştur. Yaşananların aslında bir kurmaca olması, yazarın bir karakter olarak kendi metninde yer alması gibi unsurlar yazma edimiyle ilgilidir. “Bir hikâyenin içindeyiz bunun farkında değil misin?” diye sık sık bir kurmacanın içinde olduğunu vurgulayan yazar-karakter aynı zamanda yazma sürecini de kurguya dâhil ederek üstkurmacanın çatısını oluşturur. Bir diğer Oğuz Atay özelliği olarak, romanda özellikle cinsellikle ilgili bölümlerde devreye giren Gollum-Olric karışımı iç ses aslında üstben tasarımından ziyade id’in temsilcisidir. Yazarın şu göndermesiyle içsesin kimliği belli edilir: “Ve tabii ki Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı. (İçinizden konuşma alışkanlığı da o zamandan mı kalma efendimissss?) Sus Gollum, sus, sen Olric değilsin, sen pis bir Golum’sun.” Bununla birlikte romandaki bilinç akımı dikkat çekicidir, Gülsoy bunu en iyi düşlerle, çağrışımlarla ve cinselliğin kullanımıyla yapar.
Roman boyunca ironik bir dil kullanan yazar, bazı tarihsel ve toplumsal sorunları, dini şeklen yaşayanları ve yazarlık meselesini eleştirir. Romanda kimi zaman “projeci yazarlar” eleştirisiyle “iyi bir edebiyat nasıl olmalıdır” sorusunun cevapları aranır ki mevcut edebiyata başkaldırı Oğuz Atay’ın önemli sorunsalıdır. Kitapta isim sembolizasyonu da oldukça dikkat çekicidir. Karakter-yazar köpeğine Kıtmir adını verir, Kıtmir aynı zamanda Yedi Uyurlar’ın (ki bu kıssa hem rüya hem zamanla ilgilidir) köpeğidir. Romandaki isim sembolizasyonunu yazar şu cümlelerle açıklar: “Gençliğimi, aslında sadece gençliğimi değil tüm hayatımı zehirleyen kadın! A-se-na, yutan, yok eden, parçalayan dişi kurt. Adı üstünde, kurt. Neden hep emzireceğini düşünürüz ki kurdun, birilerini de yemesi gerekli ama, değil mi? Süt yapabilmek için... Teo’ları emzirebilmek için...” Romandaki Teo da, Asena’nın unutamadığı sevgilisi, gerçek aşkıdır.
Merve ise, yazarın da belirttiği gibi kutsal dağın adıdır ve Asena’ya âşık karakter aslında bu dağa kaçmak, orada yedi uyurlar gibi uykuya dalmak, unutmak, düşler görmek, ilham meleğinin etkisiyle yazmak ister. Gülsoy’un romanında bunların yanı sıra postmodern edebiyatın birçok özelliğini görmek mümkündür. Zamanın çokboyutluluğu, anların sıçrayarak ilerlemesi, geriye dönüşler ve bunlara bağlı olarak gelişen belirsizlik, anlamsızlık, netlik sorunu oldukça göze çarpar. Romanda dikkat çeken en belirgin özellik ise metinlerarasılıktır. Yazar göndermeler, anıştırmalar, çağrışımlar, parodiler ve pastişlerle metinlerarasılığın tüm imkânlarından faydalanır.
3. Ömer Faruk Dönmez ve Bir Kitap Bir Balta10 - Hep Aynı Hikâye
Bazı yönleriyle Oğuz Atay felsefesinden ayrılsa da Atay’ın kurmacalarında ön plana çıkan özelliklerin çoğunu eserlerinde taşıyan yazarlardan biri de Ömer Faruk Dönmez’dir. Modernizmin tamamen karşısında duran Dönmez, konu ve temalarını İslami duyarlılıkla seçer ve bunları ele alırken postmodern anlatı tekniklerini kullanır. Yazarın tüm eserlerinde ön plana çıkan özellikler başkaldırı, eleştiri, ironik dil ve iğneleyici üsluptur. Oğuz Atay’da din, tarih, gelenek vb. gibi birçok şeyi “yıkan” edebiyat anlayışı hâkimken, Ömer Faruk Dönmez’in eserlerinde Müslümanca düşünceyi ve geleneği “kuran” ama yine de özellikle üslup bakımından Atay’dan etkilenen bir atmosfer mevcuttur. Bu duruma özellikle Hamza ve Bir Yobazın Günlüğü’nde rastlanır.
Dönmez’in tüm eserlerinde yapmak istediği asıl şey İslam aracılığıyla insan ruhunu keşfetmek, hakikati aramak ve kimliğini bulmaktır; eserlerinin tamamında insanı kurtaracak tek şeyin İslam olduğu mesajını verir. Bu mesajı verirken tarihe-edebiyata sığınır ve aynı zamanda didaktik değil ironik bir üslup seçer. Onun eleştirileri daha çok tarihsel, siyasal, toplumsal olup başta Batı ve modernizm olmak üzere, İslam’a karşı olan her şeye dairdir. Ve bu eleştiri Oğuz Atay’ın “beni anlamadınız canım insanlar” deyişi gibi topluma küsüp kendi dünyasını kuran, kırılgan bir söylemle değil öfkeyle başkaldıran, topluma sert çıkan yüksek bir tonla yapılmaktadır. Bununla birlikte Dönmez’in birçok eseri yazma edimi etrafında dönmektedir.
Yazar okuru metne dâhil ederek ve hatta onu karşısına alarak, kimi zaman yazarları kimi zaman da edebiyatın bizzat kendisini eleştirerek içindeki öfkeyi kusar. “Ortaya Karışık” isimli öyküde “belki de her şey, şu yazı meselesinden oldu” diyerek “cümle âleme kafa tutuyorum” nidasıyla tüm insanlara karşı çıkar. Söyleşilerinde “Edebiyat ortamıyla bir bağım yok” ve “edebiyatın kuralları beni pek ilgilendirmiyor” diyen yazar, sadece bunlarla değil Ölü Bir Yazarın Anlattıkları, Dervişan, Bir Yobazın Günlüğü gibi eserleri aracılığıyla da yazarların edebi tutumunu ve edebiyat camiasını sık sık eleştirir.
Öyküler genellikle yalnızlık, mutsuzluk, kendini arayış, delilik, ölüm ve cinayet temalarıyla oluşturulur. Yazarın öykülerinde ölüm düşüncesi oldukça ön planda iken yaklaşım açısından Oğuz Atay’ınkinden farklıdır. Atay’ın karakterleri intihara meyyal insanlardır ve ölüm onlar için tüm bunalımların kördüğüm olduğu noktadır. Dönmez ise ölümü çoğu kez kendini unutan Müslümanı uyaran ses, modernizmin kıskacında kalan insanın kurtuluşu, öte dünyaya geçişin anahtarı ve yeniden diriliş kapısı olarak ele alır. Hikâyelerinden “Son Görev”de ölümün bizzat kendisi anlatıcıdır. “Sorular”da en anlamlı sorulardan biri “söyle bana neden / neden ölmeyi beceremez insan”dır. “Müsait Biyerde”nin sonu ise “müsait biyerde ölecek var”a bağlanır. “Tuhaf Ölüler”de insanların tümü ölmüştür fakat öldüklerinin farkında değillerdir.
“Formulation”da ise insanlar, solungaçlarını değiştirmeyen ölü balıklar üzerinden anlatılır; ölüm aslında yeni bir başlangıçtır. Bununla birlikte Oğuz Atay, metinlerarası göndermelerle Dönmez’in öykülerine sık sık misafir olur. “Bir Yanlışlık” hikâyesi “Oğuz Atay’ı anarak...” ithafıyla sunulur. Yine bu kitapta yer alan “Gömülen” isimli öyküde Tehlikeli Oyunlar’dan uzunca bir pasaj verilir. “Esaslı Adam” aşırı kaygılı, takıntılı buna rağmen kibar bir karakterin işlediği cinayetten sonra müfettişe ifade verişi etrafında oluşturulur ve hem karakterin özellikleri hem de öykü tekniği açısından Oğuz Atay’ın öykülerine fazlasıyla yaklaşmaktadır. “Bay Cezmi C.” öyküsünde karakter kendini tanıtırken “Bir sabah uyandığında, kim olduğunu ve bu dünyada ne aradığını hatırlamayan adam.” diyerek aslında kendi öykücülüğünün de tematik ipucunu verir.
Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam”ı ile Dönmez’in “Pantolon Giymeyi Unutan Adam” öyküleri kendini unutma ve topluma yabancılaşma açısından birlikte okunabilir. Dönmez’in bütün kitaplarının vazgeçilmezi olan bilinç akımı, çoğu kez çağrışımlarla, iç konuşmalarla, parantez içleriyle ve (/) işaretiyle bölünen cümlelerle gösterir. Bir Kitap Bir Balta’da bu duruma oldukça sık rastlanır. Dönmez’i Oğuz Atay öykücülüğüne yaklaştıran bir başka özellik ise isimlerdir. Dönmez’in karakterleri tıpkı Atay’ınkiler gibi isimsizdir ve isim alacaklarsa bile “Karımı Nasıl Öldürdüm”deki gibi S, “Sinek”teki gibi “Bay İ. ve Bayan İ.” ya da “Esaslı Adam”daki gibi Bay G, B, K gibi tek harften oluşurlar. Felsefe ve tarih, parçalılık, metinlerarasılık, gülünç dönüştürüm, parodi yazarın sıklıkla başvurduğu diğer postmodern unsurlardandır.
Çoğu öyküsünde zaman-mekân bellidir ancak bazı öykülerin fantastik ve bilimkurguya yakın olması bu özelliği kırar. Bununla birlikte Dönmez’in öykülerinde cinselliğe yer verilmemiştir. Yer yer kimlik bölünmesi ve aidiyet sorununa rastlansa da üstben tasarımı da görülmemiştir.
4. Orhan Pamuk ve Yeni Hayat
Oğuz Atay’a olan sevgisini ve ondan etkilenişini sıkça dile getiren yazarlardan biri de Orhan Pamuk’tur. Kitapları nitelik açısından birbirinden farklı özellikler gösterse de, genel olarak her kitabında postmodern edebiyatın birçok imkânından faydalanan yazarın tüm eserlerinde Oğuz Atay’ın etkisini gözlemlemek güçtür. Postmodern anlatının temel özelliklerini taşımasıyla Atay’a yaklaşan Pamuk, özellikle dil ve üslup bakımından ondan ayrılmaktadır. Pamuk’un oldukça ses getiren romanı Yeni Hayat, Oğuz Atay’ın başat temalarından yalnızlık ve yabancılaşmadan ziyade “kendini arama” ve “var olma”yı temel alır. Bir arayışın serüveni olan bu romanda kitaptan ve aşktan hareket ederek yolculuğa çıkan “kahraman”ın varlığı, yani yeni hayatı ölümlerle örülü yeni bir kitapla sağlanacaktır. Bu kitap Yeni Hayat’tır.
Yeni Hayat’ın karakteri Osman, okumayı çok seven, kendi hayatından çok kitapların dünyasında yaşayan üniversite öğrencisi bir karakterdir. Romanın başında adı dahi verilmeyen karakterin ismini, kimliğini, kişiliğini bulması bir kitap sayesinde olacaktır. Osman, bu kitabı ilk kez Canan’ın elinde görür ve ona âşık olur. Canan’la mutlu bir hayat geçirmek isteyen Osman, yine bir “kitap çevresi”nde gelişen olaylar neticesinde kendisini sevdiği kadınla büyülü bir yolculukta bulur. Çünkü Canan da o kitap aracılığıyla Mehmet’e âşık olmuştur. Osman bu yolculuklar esnasında kitabı okuyan ve kendisi gibi hayatı değişen Mehmet’i öldürerek evine döner, evlenir ve yıllar sonra kitabın gizemini çözmek için yeniden yollara düşer. Ancak bu kez bir kazada hayatını kaybeder. Yeni Hayat,Dante’den ödünç alınan bir başlığı kendi kitabına koyan Orhan Pamuk’un roman kişilerinden Rıfkı Hat’ın kitabının adıdır.
Oradan da kitabı yeniden yazarak yaşayan ana karakter Osman’ın kitabının adı olmuştur ve aynı kitabı Nahit/Mehmet/Osman (bu üçü aynı karakterde birleşir) yazmaktadır. Kurgu bu şekilde kurmaca içinde kurmacaya, sarmal bir yapıya ve bu yolla üstkurmacaya dönüşür. Metnin birçok yerinde vurgulanan yeniden yazmak fikri, yazılanı yaşamak ya da yaşanılanı yazmak düşüncesi “yazma edimi”ni Yeni Hayat’ta yeniden yazmaya dönüştürür. Kitapta birçok karakter bu yazma fiilinin içindedir okuma/yazma, yazma/yaratma, gerçek/kurmaca çiftleri ile oluşturulan “kitabın kendiliği” düşüncesi romanın temel sorunsalını oluşturur. Tam bir üstkurmaca metni olan Yeni Hayat’ta tıpkı Atay metinleri gibi gerçek ve kurmaca iç içe geçer. Tüm bu anlatılanların bir gerçek mi, hafızanın bir oyunu mu yahut bir düş mü olduğu gizemi kitap boyunca kendini korur.
“Birçok insan var kitabı okuyan, hepsi de bir yerlere doğru koşturuyorlar. Her şey karmakarışık ve kitabın insanlara ilham ettiği ışık ölüm gibi göz kamaştırıyor.” diyen anlatıcı bu kaosta kitabın tıpkı ölüm gibi düzenleyici bir ışığa, huzura çağırdığını ifade etmektedir. Anlatıcı “Ölüm her yerdeydi, en çok o yerde. O yer çünkü her yere yayılmıştı.” diyerek ölümü kitabın her yerine yayar. Kaza, cinayet gibi çeşitli yollarla ölümün varlığı sürekli hatırlatılır, kitap okumanın sonu ölüme dokunur ve bununla birlikte “yeni hayat” ancak başka bir kitapla olur. Bununla birlikte Yeni Hayat’ta metinlerarasılığın kullanımı aslında metnin kendi varlığını oluşturur. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabını yazması bir anlamda kurmacadaki Osman’ın Dante’ye ait olan Yeni Hayat kitabını okumasıyla ilişkilidir. Kitabın başka dünyalara çağıran, eski metinlere götüren, yer yer fantastik ve masalsı bir yapısı metinlerarasılığı besler.
Kitaplarında genellikle isim sembolizasyonunu kullanan Orhan Pamuk, bu kitabında fazla olmasa da “sevgili” anlamına gelen Canan’a bu misyonu yükler. Osman, Canan için de kimi zaman “melek” ifadesini kullanır: “UFO gözleyenler gibi, bir melek beklediğimi anlattım bir dedeye” ya da Canan’a hitap ederken “Melek, sonunda buldum seni” der ve “Melekler kötü oyunlar oynayabilir mi?” diye sorar. Buradaki oyun ise, tüm bu yaşananların ve yazılanların aslında bir meleğin başlattığı “oyun” olması ihtimalini düşündürür. Çünkü yazma edimini de özünde bir ilham meleğinin başlattığı “oyun”a benzetmek ve tüm bunları Orhan Pamuk’un oyunu olarak okumak mümkündür. Oğuz Atay’ın kurmaca anlatılarının olmazsa olmazı eleştiri ve ironi, Yeni Hayat’ta yok denecek kadar azdır. Bununla birlikte her ne kadar “ben anlatıcı” olsa da bilinç akımı sınırlıdır. Yazarın yahut anlatıcının zihni ile metin arasına perde çekilmiştir. Çağrışım sınırlıdır.
İroni de nadir görülmektedir ve bu nadir durumlardan biri yer adlarının, kurum isimleri ve bazı markaların mizah katılarak değiştirilmesiyle oluşturulmuştur. Şehirler az çok belli olsa da yer isimlerinin bu şekilde değiştirilerek kullanılması mekân belirsizliğini oluşturur. Mekânla birlikte zaman da belirsizdir. Anlatıcının kitabı okuduğu “an”, uzun bir yolculuğa çıktığı zaman dilimi ve yıllar sonra bu kitabı açıp tekrar okuması gibi zamanlar karışıktır. “Zaman bir gürültüdür” görüşü ve zamana dair felsefi söylemler de oldukça dikkat çekicidir. Bunu hafıza ve rüyaya ilişkin söylemler takip eder. Özellikle Benim Adım Kırmızı’da ön plana çıkan çoğulculuk (özellikle anlatıcıda),Masumiyet Müzesi’nde cinsellik, Kara Kitap’ta aidiyetsizlik ve belirsizlik, Beyaz Kale’de-Cevdet Bey ve Oğulları’nda ön plana çıkan tarih gibi belli başlı özellikler Yeni Hayat’ta ya çok sınırlıdır ya da hiç yoktur. Oysa tüm bu özellikler Oğuz Atay’ın tüm eserlerine yayılmış vaziyettedir.
5. Ve diğerleri
Postmodern anlatının imkânlarını sonuna kadar kullanan ve Oğuz Atay roman ödülü alan İhsan Oktay Anar da anılması gereken isimlerdendir. Oğuz Atay’ın kurmaca anlatılarında ön plana çıkan belli başlı özellikleri İhsan Oktay Anar’ın eserlerinde görmek mümkündür. Ancak bazı önemli farklar da mevcuttur. “Yeni tarihselcilik kuramı”yla bakıldığında onun kurgu dünyası insandan ziyade zamandan hareket eder. Oğuz Atay’ın eski metinlere dönme ve onları kimi zaman yıkarak yeniden inşa etme düşüncesi Anar’da bu metinlere dönme ve orada yeni bir “kurma”ca oluşturmayla ilişkilidir. Anar, metnin dünyasını çokça fantastik ve büyülü gerçekçilikle geçmişe inşa eder. Aynı zamanda anlatım olarak Osmanlıcadan beslenir ve buradan seçilmiş kelimelerle oluşan dil oyunlarıyla, ironi ve mizahla anlatımını destekler.
Bununla birlikte her ne kadar postmodern edebiyatın özelliklerinden beslense ve Oğuz Atay ödülü alsa da Şule Gürbüz özellikle felsefeye çokça yer veren, kimi zaman kurgudan uzaklaşan ve böylelikle kendine özgü anlatı dünyası oluşturan bir yazardır. Zamanın Farkında isimli eserinde tıpkı Oğuz Atay gibi tarih, toplum, din vb. kurumlara önemli eleştiriler getirir, yalnızlık ve yabancılaşmayı işler ve ironiden beslenen bir anlatım tercih eder. Müberra Dinler “Oğuz Atay’ın Edebi Metinlerinde Ana İzlekler ve Yazarın Türk Edebiyatı İçindeki Yeri” isimli tezinde günümüz romancılarında Oğuz Atay’ın izlerinin varlığından bahsederek Selman Bayer’in Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi ve Hakan Günday’ın Az isimli romanlarına değinir. Ancak uzun bir döneme damga vurmuş ve edebiyatta postmodern dönemin ilk önemli temsilcisi olmuş Oğuz Atay’ın etkilerini iki ya da bu çalışmadaki gibi dört yazarla sınırlandırılabilmek mümkün değildir. Az ya da fazla, er ya da geç birçok yazarın yolu Oğuz Atay’dan geçmiştir, geçecektir.
- 1http://www.edebiyathaber.net/o... (erişim: 22 Mayıs 2017)
- 2 Moran, a.g.e., s. 270.
- 3 Nurdan Gürbilek, “Oyun ve Adalet”, Defter, S: 31, Sonbahar 1997, s.121-122.
- 4 Tosun, a.g.e., s. 242.
- 5 Ecevit, a.g.e., s. 87.
- 6 Ecevit, a.g.e., s. 101.
- 7 Handan İnci, “Oğuz Atay’ın Paltosu”, Notos, S: 28, Haziran 2011, s. 25.
- 8 Güray Süngü, Düş Kesiği, İstanbul: Okur Kitaplığı, 4. Baskı 2015.
- 9 Murat Gülsoy, Baba Oğul ve Kutsal Roman, İstanbul: Can Yayınları, 3. Baskı 2015.
- 10 Ömer Faruk Dönmez, Bir Kitap Bir Balta, İstanbul: İz Yayıncılık, 3. Baskı 2011.
- 11 Dönmez, Hep Aynı Hikâye, Ankara: Hece Yayınları, 2. Baskı 2012.
- 12 Orhan Pamuk, Yeni Hayat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı 2016.
- Sosyal medyada yazmıştım buraya da yazacağım; yayınevlerinin herhangi bir yazarı okura takdim ederken “Kafka’sı” tanımlamasını kullanmasına tahammül edemiyorum. Afrika’nın Kafka’sı, Türkiye’nin Kafka’sı, Yozgat’ın Kafka’sı, Kastamanu’nun Kafka’sı, Beypazarı’nın Kafka’sı! Ne lan bu böyle? Franz Kafka mı, Franchise Kafka mı belli değil, adına sürekli bayi dağıtılıyor. (AE)