Geri Dön Her Şey Berbat Edildi

Geri Dön Her Şey Berbat Edildi - Onurhan Ersoy
Geri Dön Her Şey Berbat Edildi - Onurhan Ersoy

Bana kalırsa kitabın durduğu yer; Google haritalardan herhangi bir Türkiye, dahası, güzel Türkiye'nin herhangi bir sokağı, graffitilerle boyanmış sokaklardan biri yahut bu sokaklardan geçerken Farazi V Kayra dinleyen herhangi bir gencin Spotify listesi, belki de Twitter anasayfası, şarkıyı değiştirirken yahut sayfayı yenilerken beklediği otobüs durakları, yüzündeki umudu ahmakça bulanların başını kaldırıp koca bir şantiyeye dönmüş Beyoğlu ile göz göze geldiği yer olabilir.

Mustafa Aplay: Merhaba Gülşen. Bu sayıda enteresan bir öykü kitabı hakkında konuşacağız. Onurhan Ersoy'un ilk öykü kitabı bu sefer önümüzde. Süper bir kapağa ve güzel bir isme sahip ama bunlar gündemimizde değil. Kitap hakkında söyleyecek iyi ve kötü şeylerimiz vardır elbette ama öncelikle kitabın durduğu noktayı anlamaya çalışalım. Kimlerden etkilenmiş yazar, yeni bir şey yapmış mı? Onurhan Ersoy hiç yazmasaydı bir şey eksik olur muydu Türk edebiyatında? Aslında bu sorular ilk kitabı henüz çıkmış bir yazar için çok merhametli sorular değil. Ama benim cevabım bir ölçüde de olsa olumlu olduğu için bunları konuşmak istiyorum.

Gülşen Funda: Merhaba Mustafa. Dediğin gibi, soruların merhametli değil ama hakiki soruların merhametli olduğuna rastlamadım zaten. Bana kalırsa kitabın durduğu yer; Google haritalardan herhangi bir Türkiye, dahası, güzel Türkiye'nin herhangi bir sokağı, graffitilerle boyanmış sokaklardan biri yahut bu sokaklardan geçerken Farazi V Kayra dinleyen herhangi bir gencin Spotify listesi, belki de Twitter anasayfası, şarkıyı değiştirirken yahut sayfayı yenilerken beklediği otobüs durakları, yüzündeki umudu ahmakça bulanların başını kaldırıp koca bir şantiyeye dönmüş Beyoğlu ile göz göze geldiği yer olabilir. İnsanların zihninde çakılı "gündem listesi"nin her gün karışık çalması gibi, Onurhan'ın da zihni, koskoca Türkiye ile dolu; öfkesi pasif agresif, esprileri yaşadığı dünya için birer savunma mekanizması, anlattığı da bu dünyada yaşayanların olduğu kadar yaşayamayanların da hikâyesi. Bu yüzden, yazmasaydı, belki katılmıyor olabilir Onurhan ama, olmazdı sanki. En azından, büyük hikâye ırmağında, sakince güldürürken bir anda sol direk, sol kroşe, sağ aparkat vuruyor olması, güldürürken üzmesi kesinlikle ilgi çekici. Güray Süngü okurken başıma geliyor, gülerken üzülmek ama Güray abi duysa, üzülür bence. Üzerini çiziyorum ya, inşallah görmez.

Mustafa: Güray Süngü etkisinden söz etmeliyiz bence de. Bana kalırsa Süngü, Onurhan'ın metnini doğrudan etkileyen iki yazardan biri. Diğerinin de Murat Menteş olduğunu düşünüyorum. Tabii Menteş etkisi aynı zamanda Vonnegut etkisi de demek ve bir kitabın doğum haritasını çıkarmak çok kolay değil. Ama daha birincil etkileri düşünürsek Güray Süngü ve Murat Menteş arasında bir yere yerleştirebiliriz bence Onurhan'ın öyküsünü. Bu etkileri net biçimde görmemizi de olumsuz bir durum olarak görmüyorum. Vasquez'in "zimmetine geçirme" dediği şey başarıyla gerçekleştiğinde bu tesirler metne zarar vermez. Güray Süngü'ye benzeyen yönü çok yumuşak üsluba ve keskin zekâya sahip olması.

Monologlar yoluyla bir adım geri, iki adım ileri gidiyoruz. Zihnimiz dağılabilir, kafamız karışabilir ama asla sıkılmayız böyle metinlerde. Yazar eğer birazcık sığ düşünmeye meylederse elimizde sadece köpükler kalır. Ama hikâyenin kalbine indiğinde (Tamam, bu ifadeyi senin bulduğunu kabul ediyorum ama neden zimmetime geçirmeyeyim ki?), harika metinlerle de karşılaşabiliriz. İkisinin de üslubu hızlı, kolay yazmalarını kolaylaştıracak yumuşaklıkta ve bir yönüyle de tehlikeli. Bu tuzağa düşüp düşmediklerini ya da ne sıklıkla düştüklerini göstermek için metinleri biraz daha yakından incelemek gerek ama bütüne baktığımızda bu işi kotardıkları kesin. Menteş ve Vonnegut etkisi ise daha açık görülebilir kitapta. Aforizmalar, mizah, karnaval. "Karpatların Vonnegut"u diyorum ben Onurhan'a. Bağcılar'ın Murat Menteş'i de denebilir ama bu, o kadar havalı olmayabilir tabii.

Gülşen: Biraz daha yakınlaşıp öykülere bakalım o zaman. Bir adım geri, iki adım ileri dedin ya, o bazen bir adım ileri iki adım geri oluyor sanki. Yazarın sesinin bu denli ileri kuvvetli olması, bizim yerimize de düşündüğünü hissettirmesi, yazdığı klişe cümleden sonra "klişe" demesi yahut öykünün girişindeki -bana kalırsa, o paragraf çıkarılsa öykünün sıhhatine bir şey olmaz- oyunun, ilerleyen sayfalarda izah edileceğinin söylenmesi, "Günler geçti. Her detayı da vermeyelim." cümleleri örneğin, beni hikâyeden uzaklaştırıp, yazarın zihnine doğru ilerleyip genişleyen bir yolu müjdeledi. Kitaptaki birçok öykünün, Onurhan'ın sesiyle gölgelenmesi ise kimi zaman Onurhan'la muhabbet ediyor gibi hissettirse de, yalnızca iyi bir öykü okumak isteyen -iyi öykü yazmıyor demek istemiyorum burada, yalnızca hikâyeye odaklanmak isteyen- okuru yorabilir.

En son aylar önce gördüğün biriyle parkta oturup garip, tekinsiz ve uzun sessizlikte kaybolurken, bir anda, ötede, bir ağacın altında oturan insanların Instagram #keşfet'inden video sesi geliyor gibi sanki, öyle bir his. Yazarın sesinin metni inşa etmedeki öneminin farkındayım ancak bu sesin bazen yahut durduk yere artması dikkat çekici ve bana kalırsa yorucu. Hatta, tüm haftayı düşündüğümde mesela, en çok Onurhan'ın kitabını okurken gülmüşümdür, istatistikleri zorlayan bu tespitle sözü sana bırakmadan, senin için okuyup kahkaha attığım, seninse sadece yüzüme baktığın kitaptaki o espriler, ne bileyim, belki de tümü yabancılaşma gülüşüdür; bizi bir şekilde hayatta tutmaya çalışan, zavallı savunma mekanizmalarından yalnızca biridir.

Mustafa: Ben en büyük kahkahalarımı sessizce, içimden atarım. Böylesi daha eğlenceli. Evet, dediğine bir ölçüde katılıyorum. Onurhan'ın zihni hemen her öyküde ön plana çıkıyor, kendini belli ediyor. Hatta sıklıkla diyaloglar bile Onurhan'ın zihninden yankılanıyor. Bu aşılması gereken bir şey bence. Ama şunu da söyleyeyim. Onurhan'ın zihninde gezinmek bana büyük bir haz veriyor. Bu çağda yaşayan, biraz olsun çağı yakalayan herkes için de bu yolculuk keyifli geçecektir diye düşünüyorum. Kendi mührünü vuruyor yani öykülere. Menteş'i, Süngü'yü, Farazi V Kayra'yı, Da Poet'i, Podolski'yi ve kendi dünyasına ait birçok elementi zimmetine geçiriyor ve onları kendi özgün, eğlenceli, kaotik zihin dünyasında yanlış okuyor. Kitabın en büyük başarısı yaşadığı çağın sesini güçlü şekilde duyurması ve bence yalnızca bu sebeple bile çok önemli bir ilk kitap. Anlatıcının sesinin fazla çıkması ve hikâyenin biraz dağılması da güçlü zihin dünyasının bir dezavantajı olarak görülebilir belki. Roman yazdığında bu durum işine bile yarayabilir. Zaten Onurhan'ın kaleminin romana kaydığını düşünüyorum.

Gülşen Funda: Çağının sesini duyması ve onun parçası olduğunun bilinciyle yazdığı gerçekten de doğru. Makarna markası olan değil, Komünist Manifesto'nun yazarı Piyale Murat'ın yaşam hikâyesi örneğin. Önce rapçi olmak istiyor, sonra influencer; poscast yapıyor, Youtube'a video çekmeyi deniyor, ardından Twitch yayınları, tutmayınca Wattpad kitapları derken sonunda manifesto yazmaya karar veriyor. Dijital dünya, sosyal medya, yabancı diziler; öykülerde her zamanki yerini sessizce alıyor ama anlatılan yine insanın hikâyesi, yaşadığı dünyayla durmadan çatışması, büyük ya da küçük hesaplaşması, bazen yenilip çimlerde yuvarlanması, gülerken ağlaması, dayanamayıp radyoyu dışarı fırlatması. Hatırlarsın, "Öteki Öte"de, "Nasıl ya, rapçiler ünlü mü olacak gerçekten? Yani ne bileyim, olanlar olur da Gazapizm'den beklemezdim mesela ünlü olmasını." cümleleri, bana kalırsa pek çok insanın şaşırdığı ama pek duymadığı cümlelerden.

Pek çok bağlamda, kitabın, eğlenceli, bir anlamda civcivli olmasına ve çağının kalbinden konuşmasına bu vesileyle ben de katılayım. "Üzerine konuşulamayan şeyler hakkında susmalı," cümlelerine cevap olarak, bizzat gerçekliğin getirdiği soğuğa karşı, Columbia montuyla, onurlu bir duruş, diyeceğim ama şaka tabii. Çünkü Onurhan'ın öykülerinde insanlar Adidas giyemiyor, ekonomik sebeplerden dolayı. Bir de, öyküde, komşusunu Žižek'e benzetmesi bir kenara, beyninden vurulmuş İbrahim Tatlıses'e benzemek, "ne kadar da Türkiye" dedirtiyor; trajik olana daima gülünen reels videoları gibi.

Mustafa: Kitabın en sevdiğin öyküsü hangisi? Ben yine bu konuda ritmi önemsiyor ve "Gitmedim Ama İçinden Geçtim" adlı öyküyü işaret ediyorum. Soru cümleleriyle sağlanmış bu ritim ve duygusu yüksek. Onurhan'ın zihin dünyasıyla bu birleşince bence ortaya harika bir öykü çıkmış. Belki bu ritim olayını da düşünebilir Onurhan. Bu Çapraz Okumalar'daki aşırı yorum yapma hakkımı şimdi kullanacak olursam Aykut Ertuğrul ile Güray Süngü'nün ikiye ayırdığı yoldan ritmin tarafına değil, o bir geri iki ileri diye tanımladığımız üsluba gitmiş diyebiliriz Onurhan için. Romana kayacağını düşünmemin bir sebebi de bu. Bunu belki ayrıca konuşmalıyız ama ben yeni ritimci dalgaya mensup olduğum için ritmi yüksek öyküleri daha çok seviyorum. Kitaba bir bütün olarak bakınca da sevmediğim bir öykü yok sanırım. Senin var mı?

Gülşen: "Gitmedim Ama İçinden Geçtim"i ben de işaretliyorum. Ardından "Deniz Üstü Köpürür" hakkında konuşmak isterim, ki kitaba alırken değiştirmiş biraz sanırım, ama hikâyenin kalbi sapasağlam, sıhhatli ve kesinlikle hikâyesiyle ve ritmiyle öne çıkan öykülerinden. Colomb'un sek rüya dolu gemilerini de, çocukların gözlerini de, göz köpüklerini ve ömürlerini de, mirası ve rüyaları da, ölenleri, çocukları, ölen çocukları da kesinlikle unutamıyorum. "Kaplanların Sigara İçtiği Zamanlarda"da mesela, çember labirent içinde kırmızı kaplan gözüyle karşılaşmak bir kenara; "Hakiki Hüzün Hakkı"nda, Shakespeare (Parantez içine "Google'a bakmadan yazdım," yazarken Mustafa "Yanlış yazsan daha komik olur," dedi.) ile İngilizce konuşmaya çalışan yazar Onurhan Ersoy'u hatırlayalım. Dahası Shakespeare'in "Evladım İngilizce konuşmana gerek yok," diye öyküye Türkçe giriş yapması, çıkarken Ebubekir Atlas'ın Shakespeare'e ne yazdığını sorması, Macbeth, cevabını alınca da, "Siz onu yazmadınız mı?" diye şaşırması, Shakespeare'in de Barthesçı cevabı. Üç nokta.

Mustafa: Bundan sonra ne yapacağı ile ilgili bir tahminde bulundum aslında. Tabii biraz hileli bir tahmin oldu bu çünkü edebiyat kamusu roman yazma girişimleri olduğundan haberdar. O daima bir Times New Roman1 (Yeni roman yazma zamanı) anında yaşıyor. Kolayca da yakabiliyor onları. Yazmak kadar silmek de önemlidir biliyorsun. Bakalım neler olacak? Bir öykücü için iyi bir ilk kitaptan sonra yola devam etmek, bir şeyleri aşmak zor olabilir.

Gülşen: Evet, yazmak kadar silmek de önemli ancak gerekenden fazla silersek ortada pek bir şey kalmıyor, haliyle roman da. Ama, yine de Onurhan'ın yazacağı ümidiyle, kalemlerimizi biledik, bekliyoruz. Ama sanırım pek yazmıyor şu aralar. Editörlüğe kendini çok kaptırmasa bari. Tweet atıyor mu onu da bilmiyorum, iki üç ay önce sessize almıştım. Evet, benim söyleyeceklerim bu kadar, kapatalım istersen. Feyyaz Kayacan'ın ifadesiyle, "en mübarek içtenliklerimle" diyerek sözlerime son vereyim. Bir sonraki Çapraz Okumalar'da görüşmek üzere.

Mustafa: Ben yine çok keyif aldım. Görüşmek üzere. (Sessizlik)

Gülşen: Son Marmaray da Halkalı'ya sessizce gitmemiştir, değil mi?

Mustafa: Üç nokta.

1 https://twitter.com/onurhaners...