Gerçeklik Algısı ve Görsellik
Sadece hikâyenin değil romanımıza, şiirimize, çocuk edebiyatına aslında tüm türlerimize bir şeyler kattığı söylenebilir sinemanın. Sinema filminden etkilenip şiir yazanlar, şiir adını film ismi koyanlar, kitap isimlerini film adı koyanlar, sinemadaki görselliğin büyüsüne kapılıp o duyguyu kendi yaratım sürecine taşıyanlar oldu.
Sinemanın fin de siecle’de, çağın sonunda çıkması, apayrı bir kurmaca boyutu olarak (gerçeklik boyutu olarak da) edebiyatı etkilemiştir. Natüralist dönem edebiyatına karşıt empresyonizm, ekspresyonizm, dadaizm, fütürizm gibi birçok akımın da görülmeye başlandığı bu dönemde Lumiere kardeşlerin bir sinemada hareketli im/ge/leri, resimleri canlandırdığı gerçeği görmezden gelinemez. Sinemada, kara perdede, o büyük ekranda kitleye doğru gelen trenden koltuklarından kalkıp kaçan izlerçevre düşünülürse izlerçevrenin bu kurmacaya kendilerini kaptırdıkları, kurmacaya inandıkları teziyle de açıklanabilir. Kendi gerçekliğimize bir kurmaca olarak müdahale eden sinemanın insanı sinema salonlarından kaçışması bize apayrı bir kurmaca gerçeklik alanını açacağı ortadadır. Gelişen, büyüyen, sanayileşen, globalleşen sinema ve maddi getirileri bu gerçekliği imkanları dâhilinde yaydı. Sessiz sinemadan siyah beyaza, daha sonra renkli sinemaya, yeşil ekran görselliğinin eklemlendiği maddi imkânları geniş sinemalara kadar bu gerçeklik alanı büyüdü.
Elbette natüralist dönemde sinemanın, sinemadan önce de fotoğrafın edebiyata, yazma sürecine bir kuma, bir alternatif oluşturacağı endişesi insanlarda hep olmuştu. O zamana dek yazma ve yayınlar, edebi-felsefi platformun değişmez ilkesi iken sonra bu yeni gerçeklik algıları edebiyata ve yazma sürecine ket mi vuracaktı? Ama bugün aradan bir asır geçmesine rağmen edebiyatın sinema ve fotoğrafla birlikte yürümesi, yürüyebilmesi tüm bu disiplinlerin sevenlerini bulacağını, bulduğunu da bizlere gösterdi. Zamanla bu disiplinler etkileşime girip edebiyat filmi uyarlamaları yapıldı. Filmi edebi okumaların olduğu da gözden kaçmadı. Edebiyatla uğraşanlar filmi bir dinlenme aracı, filmi kendine şiar edinecek kişi de edebiyatı bir hobi olarak gördü. İki disiplinin ortaklaşa bir dünyaya girmesini kendine zevk edinen, ikisinden de hoşlananlar, ikisinin de etkisiyle mutlu bir yaşantı sürdürenler de elbette oldu.
Sinema bu bağlamda yazıyı, yazınımızı da dönüştürdü. Kendine ait senaryo yazım tarzı ve görselliği ile bir dili de olduğundan edebiyata kavramlar kattı. “Flashback” yani “geriye dönüş”, “flashforward” “ileriye sıçrayış” böylesi kavramlardandır. Sinemada görsel dilin edebi dili, dilimize eklemlenmesi, sinematografik anlatımın edebi metinlere eklemlenmesi bunlar arasında söylenebilir. Sadece hikâyenin değil romanımıza, şiirimize, çocuk edebiyatına aslında tüm türlerimize bir şeyler kattığı söylenebilir sinemanın. Sinema filminden etkilenip şiir yazanlar, şiir adını film ismi koyanlar, kitap isimlerini film adı koyanlar, sinemadaki görselliğin büyüsüne kapılıp o duyguyu kendi yaratım sürecine taşıyanlar oldu.
Hikâyemizin en erken metinleri, Türkiye’de sinemanın tarihi bir o kadar eskilere dayandığından, başlangıcından günümüze sinemadan etkilendiği şeklinde yorumlanabilir. Sait Faik’in, Sabahattin Ali’nin, Selim İleri’nin, Adalet Ağaoğlu’nun sinemadan etkilenmediğini, sinemayı etkilemediğini kim söyleyebilir? Sinematografik bakışın bir senaryo mantığı olarak edebi eserleri üzerine etkisi iyi bir yüksek lisans ya da doktora tezi olarak araştırılabilir.