Galaksi Rehberi sızmak üzereyken geliyor Adams’ın aklına

Douglas Adams
Douglas Adams

“En iyi konuşmamı 40 milyon yıl önce bir kahve makinesi ile yaptım”

Arda: Abi, Douglas Adams Doctor Who’nun 3 bölümünü yazmış ya.

Mahmut Sami: Bunu söyledin ve yine en başından kazandın.

Aykut: Başka? Ertuğrul sende de bir şey vardı.

Ertuğrul: Spor yaparken ölmüş abi.

Aykut: Aynı zamanda Otostopçunun Galaksi Rehberi fikri bir gece tarlada sarhoş, sızmak üzereyken geliyor Adams’ın aklına. Ayrıca bu fikrin, Ekşi’ye ve Vikipedi’ye de ilham olduğu söyleniyor. Ekşi’nin kurucusu SSG de bunu bir röportajında söylüyor.

Arda: Herhangi bir şeyi kurmadım ama fikir beni de çok etkiliyor. En azından çıkış noktası.

Aykut: Ne bu fikir?

Arda: Kamp yaptığı yerde bir otostopçu rehberi buluyor Douglas Adams ve gece yıldızları seyrederken bu kitabı yazma fikri geliyor aklına. Başka web bilgisi kaldı mı söylemediğimiz?

OTOSTOPÇUNUN GALAKSI REHBERI DOUGLAS ADAMS - ALFA YAYINLARIAykut: Fikir nedir hâlâ söylemedik. Bu, interaktif sözlük fikri. Herkesin maddeleri doldurabileceği, kendi kelimelerini yansıtıp katılımda bulunabileceği fikri ilk defa Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabıyla ortaya çıkmış. Herkesin ezberleyip geldiği şeyleri söyleme faslını bitirdiysek sohbete başlayabiliriz! Peki biz burada ne yapıyoruz? “Yeniden Okuyorum” diye bir bölüm açtık dergide. Biliyorsunuz; Calvino, insanların asla okumadığı ve şu sıralar “yeniden okuyorum” dediği kitaplara klasik denir, diyor. Biz de klasikleri veya en azından kendi belirlediğimiz klasikleri yeniden okuyacağız ve üzerine konuşmayı deneyeceğiz. Ben Aykut Ertuğrul, sağımda Arda Arel, sol çaprazımda Ertuğrul Emin, sağ çaprazımda Murat Murat ve nedense baş köşede oturan Mahmut Sami... Doktor olduğu için herhalde.

Arda: Doktor olduğu için Sami baş köşede oturuyor olabilir ama hasta olduğu için Remzi Şimşek aramıza katılamadı.

Ertuğrul: Bu kitabı ne zaman okudunuz? Ben bu toplantı vesilesiyle okudum.

Arda: Ben fantezi forumlarında görmüştüm; fantastik, frp vesaire takip eden arkadaşların önerisiyle okumuştum.

Ertuğrul: Romanın diline baktığımız zaman Vonnegut geldi hepimizin aklına ya da Holst.

Arda: Çok tuhaf gelecek ama Vonnegut, Calvino’nun Görünmez Kentler’ini yazmaya kalksaydı böyle bir şey çıkabilirdi. Bunu hissettim.

Aykut: İlginç. Vonnegut, Spencer Holst ve Douglas Adams; bu üçünde bizi kendisine meftun eden ortak şeyler neler?

Arda: Postmodern laubalilik.

Aykut: Çok iyi kavramsallaştırma. Keşke bunu ayrıca yazsan... Üçünün kitaplarındaki anlatıcılar da zeki, eğlenceli, ironik ve tanrısal... Hep, her şeyi bilen bir anlatıcı.

Arda: Ve alttan alta Batı ve zaman eleştirilerini seviyoruz.

Aykut: Bir eleştiri var mı? Evet. Bu yüzden mi sevdim, emin değilim.

Arda: O da hoşumuza gidiyor, seviyoruz.

Aykut: Spencer Holst ile bir ortak noktası var. Spencer Holst Kedilerin Dili’nde; “Dünyada insanlardan daha zeki bir tür var, o da kediler” diyor. Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde de şöyle bir fikir var; “Dünyada insanlar üçüncü en zeki tür. İkincisi yunuslar, birincisi de fareler. İnsanların dünyanın sahibiymiş gibi davranmasına izin veriyorlar. Acaba birbirlerinden etkilendiler mi yoksa birbirlerinden bağımsız mı bu fikirler? Sen “postmodern laubalilik” dedin ya tam da bu ikisini postmodern yapan şeye geliyoruz. Önce insanları ardından da dünyayı kurgunun ve dolayısıyla kainatı algılama teklifiyle düşüncenin merkezinden çıkarıyor iki kitap da. Hikâyeden insanı ve dünyayı neredeyse dışarı atan yazarlar bunlar. Romanın ilk sahnesinde dünya yok ediliyor. O kadar boş bir sebepten ki bu sebep ne? O sırada oradan bir yol geçeceği için. Vogonlar diye zabıtavari bir ırk geliyor ve dünyayı yok ediyorlar gereksiz bir şeymişçesine. Sıfır gerilim, sıfır aksiyon, safır kararsızlık, gelip düğmeye basıyorlar. Bir sineği ezer gibi.

Ertuğrul: Bunu da dünyanın var olma sebebinin sonuçlanmasına 5 dakika kala yapıyorlar. Bu adamlar, postmodern metin olarak baktığımız zaman öncüler. O dönem yaptıklarına bizim kadar teknik bir anlam yüklemiyorlar ama bu ortak tutum Dünya Savaşları, ekonomik krizler gibi travmaların etkisi. Bu adamların hiçbiri dünyayı ciddiye alamamış adamlar, yaşamlarında da öyle. Douglas Adams ise tüm seriyi yıllarca, zoraki bitirmiş. Para kazanmak için yazmış falan.

Arda: Postmodernizm dediğimiz şey bu zaten. Olay, ciddiye almamak. Çok alakasız olacak belki ama Şecaattin Tural’ın bir tabiri vardı: “Modern olan sazı alır, notalarına bakarak çalmaya çalışır. Modernist sazın tellerini bilerek bozmuştur ve tıngır mıngır bir şey çalar. Postmodern olan da o bozuk telli sazı alır çevirir ve darbuka yapıp çalmaya başlar.” Biz de metne böyle bakıyoruz. Aykut: Bugün bir tweet okudum, yazan arkadaş kimdi hatırlamıyorum, affetsin beni: “Interstellar’da Cooper’ın kara deliğe girerken Tars’ın ironi seviyesini köklediği gibi mizahtan başka tutunacak dalım kalmadı,” diyor. Müthiş. Yapacak başka bir şey kalmayınca şaka dozunu fullüyorsun, ne yapalım yani. Saydığımız bu üç yazarın ortak noktası bu galiba.

Arda: Önemli gördüğümüz dünyanın “uzay otoyolu geçecek” gibi çok absürt ve saçma bir sebeple 2 dakika içinde yok edilecek olması ve yanlış hatırlamıyorsam itiraz edeceklerdi de 50 ışık yılı uzakta bir yer vardı. Oraya neden başvurmadınız diye azarlıyorlardı dünyalıları. Bütün bunlar ciddiye aldığımız şeylerin o kadar da ciddiye alınmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyor.

Ertuğrul: Tamam da öyleyse biz bu adamların yazdıklarını ciddiye alabilir miyiz?

Aykut: Çok eğleniyoruz okurken. Cidden derin, büyük bir şeyle karşı karşıya olduğumuz hissine kapılmıyoruz. Hakkında bir yazı, makale yazılmış mı diye araştırdım ama bulamadım. Bir tarafıyla kült bir eser ama kitabı kimse de ciddiye almıyor gibi. Bu açıdan bilemiyorum. Aynı yerden vurulmuş dolayısıyla okur da ciddi bir eser muamelesi yapmamış. Çok zekice yazılmış cümleler var, çok güzel şakalar var ama ondan ibaret mi?

Ertuğrul: Kitabın beş cilt olmasının temel sebebi bu olabilir mi? Sorum da bu; sonu olmayan bir hikaye mi anlatıyor bize burada? Kitabın içinde de tutarlılık yok, zaten olasılıksız.

Aykut: Fantastik bir bilim kurgu dolayısıyla kaçış edebiyatının avantajı tam da bu aslında; anlatıcıyı bağlayan hiçbir şey yok, yaratıcı muhayyilenin önü açık. Neden bu türleri seçiyoruz, neden kaçış edebiyatı sorularının cevabı olabilir. Realite, yerçekimi kuralları, hiçbir şey anlatacak olduğum şeyi anlatmama engel değil. Yüzüklerin Efendisi, Yer Deniz, Kara Kule türün iyi örnekleri. İmgelere abanabiliyoruz, zihnimizdeki ve gönlümüzdeki şeyleri realist edebiyattan çok daha derin bir şekilde kavrayabiliyoruz. Ve sonunda yine de insanı/dünyayı anlatıyoruz üstelik onu çok derinden yakalayarak.

Ertuğrul: Fantastik aslında bir inanç meselesidir. Fantastikte kahraman bir şeye inanır. Bir kağıda, fantastik kitapları sıraladığım zaman onları toplayabildiğim tek ortak nokta bu oluyor; İnanç. Bir şeylerin beklenmedik ya da absürt olmasından değil ama inanarak devam ediyor yola, inandığı bir şey var. Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde kahramanın inandığı bir şey var mı?

Aykut: Bu bilimkurgu için değil ama Otostopçu için hatta Doctor Who için geçerli. Adams 3 bölüm senaryosunu yazdığı için okurken sürekli sizin de aklınıza geldi değil mi? Çok benzer bir evren gibi. Doktor da hiçbir şeye inanmıyor.

Arda: Tekrar oraya geliyoruz; çünkü sınırsızlık.

Ertuğrul: Bu kitapları bitirdiğimiz zaman bize zekice fikirler veriyor. Oradan yola çıkarak yeni metin, yeni öykü kurabiliriz. Besleyici bir metin. Bu 5 kitabı bitirmiş bir şekilde konuşsaydım, burada daha farklı bir şey söyleyebilir miydim?

Arda: Bitirmediğin için ona da bir şey diyemeyiz.

Aykut: Birbirine benzeyen 3 isimden bahsettik; Spencer Holst, Vonnegut ve bizim adamımız Douglas Adams. Aslında 3 farklı kuşaktan da bahsediyoruz. Vonnegut 2. Dünya Savaşı’nda asker, Spencer Holst bir sonraki kuşak. Bir sonraki kuşak da Douglas Adams. Aslında bu Arda’nın deyimiyle postmodern laubaliliğin süreklilik halinde devam ettiği anlamına geliyor.

Arda: Holst ve Vonnegut’un arasında çok bir yaş farkı yok ama Vonnegut daha erken bir dönemde, savaş öncesinde de eserler üretiyor. Holst’un peşine de Douglas Adams geliyor, eyvallah.

Ertuğrul: Holst biraz daha ayrı bir kategoride olabilir, metinlerinde biraz daha halk masalı havası var. Aşırı bir ironi yok.

Aykut: Ayrıca Holst için bilimkurgu yazarı diyemeyiz.

Ertuğrul: Vonnegut ve Adams’ın kitapta isimleri yazmasa -bazı bölümleri için konuşuyorum- Vonnegut’un metnine Adams’ın, Adams’ın metnine Vonnegut desek belki de ayırt etmek o kadar kolay olmayabilir.

Mahmut Sami: Aslında Holst ve Adams o kadar da ayrılmayabilir çünkü Holst da, Adams da radyo programı yapıyor. Holst biraz postmodern meddah...

Aykut: Çok doğru. 3 yazar da meddah dilini kullanıyor. Bir ciddiyet, bir inanç, bir ülkü yok. Spencer Holst, Playboy’a falan öykü yazan adam. Çok ciddi bir şey olarak da görmüyorlar edebiyatı.

Arda: Vonnegut’un Şampiyonların Kahvaltısı kitabında Kilgore Trout karakteri var ya o kadar çok Holst’un kendisine benziyor ki. En azından ben birçok özelliğini benzetiyorum. Aslında bu adam Kilgore Trout..

Ertuğrul: Türk edebiyatında bu anlamda bir inanç eksikliğiyle yazan var mı? Bu çok zor bir şey, adam metne inanmıyor, edebiyata inanmıyor ama biz okuyabiliyoruz sayfalarca ve eğleniyoruz. Türk edebiyatında bunun bir benzeri var mı? Feyyaz Kayacan’ın bazı metinleri biraz böyle midir?

Aykut: Feyyaz Kayacan benim de aklıma geldi. Gerçekten de bir üslup benzerliği var.

Arda: Anladığım kadarıyla inançsızlıktan kasıt meselesizlik. Bizde bir de meselesizliği linç etme kültürü var.

Ertuğrul: İşin sosyolojisiyle alakalı bir soru sorayım o halde. Vonnegut’un reklam işiyle uğraştığını biliyoruz. Bu adam da iletişimci, radyocu -döneminin kitle iletişim araçlarından biri- Bu adamlar aslında edebiyatçıdan önce belki de medyacılar. Acaba bu edebiyat dili ile medya dilinin arasındaki fark böyle mi? Reklam size bir şey anlatmaz.

Mahmut Sami: Ertuğrul şu an net bir şekilde konuyu iletişime çekmeye çalışıyor.

Ertuğrul: Hakikaten bu adamları konuşuyorsak bunları da konuşmamız lazım.

Aykut: Sen de itiraz etmezsen soruyu şöyle düzeltiyorum; Bu metinlerde edebiyat dili ile medya dilinin bir savaşı var mı?

Ertuğrul: Sormak istediğim yer o. Senin dediğinle hemen hemen aynı.

Aykut: Cevabı bilemiyorum fakat bu meselesizliği biraz fazla mı göklere çıkardık diye de bir endişem var şu an. Son tahlilde ben meselesiz bir edebiyat düşünemiyorum. “Meselesiz görünen” bir edayla bile gayet meseleli olunabilir. Vonnegut meselesiz bir roman mı yazdı? Holst meselesiz miydi?

Arda: Hayır, hatta Vonnegut’unkiler dönemin en iyi eleştirel romanları olarak kabul ediliyor. Şampiyonların Kahvaltısı da çok ciddi bir kapitalizm eleştirisi olarak geçiyor.

Aykut: Fantastik edebiyat, bilim kurgu edebiyatının kaçış edebiyatı oluşundan hareketle bu edanın meseleyi söylemek için güzel bir ortam hazırladığını hep konuşuyoruz.

Arda: Biz bu kitaba meselesizlik ithaf ettik de, aslında öyle değil.

Aykut: Peki mesele ne Arda?

Arda: Mesele yok abi. Aslında adamın meselesi, meselelerin aslında mesele olmaması. Dünyanın üstünden otoyol geçiyor. Sizin bu ciddiye aldığınız meseleler diyor, işte bu dünya ve bunun üzerinden uzay otoyolu geçiyor. Kısacası Adams’ın meselesi, zaten meselelerin mesele olmaması ya...

Aykut: Duydunuz mu? İlhami Algör’ün sesi geldi sanki? Son sorum Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde en sevdiğiniz karakter? Tek tek herkese soracağım.

Arda: Ford Prefect çünkü havlu normal şartlarda çok gereksiz ve taşıması çok lüzumsuz bir şey ama onun havluya muazzam bir ciddiyet ithaf etmesi. O karakteri oluşturmada yani bir otostopçuyu, havlunun her şeyin merkezinde oluşu...

Aykut: Bir otostopçu, bir otostopçuyu seçti. Murat?

Murat: İnanır mısın abi kelimesi kelimesine Arda’ya katılıyorum.

Aykut: Ertuğrul?

Ertuğrul: Zaphod Beeblebrox.

Arda: Yalnız tercihler çok isabetli gidiyor.

Aykut: Benimkini duyunca da aynı şeyi söyleyeceksin. Neden Ertuğrul?

Ertuğrul: Çünkü tamamen gereksiz aksiyon, kişisel tripleri, sürekli yemek yemeyi düşünmesi...

Aykut: Ertuğrul kendini anlattı. Evet Sami?

Mahmut Sami: Benimki çok kısa bir karakter.

Aykut: Yapma.

Mahmut Sami: Abi senin karakterin mi yoksa?

Aykut: Benim karakterimi söylersen seni döverim. Onu sen kitabı okumadan önce ben sana söyledim.

Mahmut Sami: Okuyunca da çok etkiliyor abi. Neden ilk başa dönüyoruz sürekli bilmiyorum ama... Yıkma içgüdüsü ve Vogonlara da benziyor... Kendince ironik bir şekilde alt metinde Cengiz Han’ın soyuna bağlaması...

Aykut: Kitabın başında Dünya yıkılmadan önce Arthur’un evini yıkmaya çalışıyorlardı. Başlarındaki zabıta şefi diyelim, Cengizhan’ın soyundan geliyor, bunu kendisi bile bilmiyor fakat içinde sürekli atlar koşuyor falan diye anlatıyor anlatıcı. Sami’ye kitabı anlatırken “böyle bir karakter var, çok iyi” ve “birkaç sayfada görünüyor ama çok güzel” demiştim. Kendisi de öyle anlatarak girdi. Birbirimizden çalmak huyumuzdur bizim ne diyelim.

Mahmut Sami: Bence öyle ve bana göre kitabın en vasıfsız karakteri Arthur Dent.

Murat: Ama öyle olur, öndeki karakter basit olur.

Aykut: Benim karakterim de Cengiz Han’ın soyundan gelen zabıta şefiydi fakat aklımda bir karakter daha var. Aslında Murat’ın karakterinin Marvin olacağını düşünmüştüm, aramızdaki bilim şeyi o olduğu için. Marvin, varoluşçu robot. Herşeyi biliyor ama çok sıkılıyor dünyadan ve onu sürekli iteliyorlar. Alıngan, huysuz ve bu haliyle çok tatlı.

Ertuğrul: Evrenin sonundaki restorandan 500 bin yıl sonra yanına geliyorlar, en iyi konuşmamı 40 milyon yıl önce bir kahve makinesi ile yaptım, diyor.

Aykut: Peki, bitirelim. Bir dahaki sayıda Güray Süngü'nün yeni romanı İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır’ı okuyup hakkında konuşmayı deneyeceğiz. Galiba bir sayı klasikler, bir sayı yeni çıkan kitaplar hakkında konuşmuş olacağız böylece. Beklerken dersine çalışmak isteyen okurlarımız için önceden haber vermiş olalım.