Flaş Bellek
Kolumda biraz ağrı olmasına rağmen son gücümle makineyi alıp gözüme getirdim ve flaşp flaşp! Etrafıma göz attım. Etrafımda onlarca insan başımın üstünde, ellerinde fotoğraf makineleriyle bana bakıyorlardı. Onları öyle görünce ilk anda devlet dairesinin göbeğine düştüğümü sanmıştım. Anlaşılan göbek bağımın gömüldüğü yere düşmüştüm.
"Babaanne! Gülümse!"
Flaşp!
"Kemalettin? Evimin direği beyim! Ölmemiş yaşıyor, gördünüz mü siz de onu?’ Hep gözümün nuru, diye severdim. Nur gibi parıldadı karşımda. Gözlerimin ferini aldı nur gibi…"
"Ne nuru babaanne? Makinenin flaşı o!’’
"Ne flaşı len! Gözümün nuru o benim! Ver bakıyım sen şu tenekeyi! Bunun neresinden çıkıyor o nurlu ışıltı? Kemalettin’im bunun içinde biliyorum ben! İçinden bize yansıdı…’’
O günden sonra babaannem çok iyi bir fotoğrafçı oldu. Dedem Kemalettin’in peşinden koşarken kendisini bir anda televizyon kanallarındaki sanat programlarında konuk sanatçı olarak bulmuştu. Şimdi ondan bize kalan koca bir düşünce boşluğu: Artık biz de yıllardır canlı olarak göremediğimiz babaannemizin televizyon ekranının içinde olduğunu ve oradan bize yansıdığını düşünüyoruz.
***
Hırıltı sesleri duymaya başlamıştım. Uykum çok hafif olduğu için sesleri duyar duymaz uyanmıştım. Sesleri duyuyordum fakat hiçbir şey göremiyordum. Hemen yatağımın yanı başındaki sehpanın üzerinde duran fotoğraf makinemi kaptığım gibi etrafa bakmaya başladım. Biliyorsunuz sadece objektiften bakarak göremem. Görebilmek için objektiften bakarken aynı zamanda her saniyeyi kareye alarak resmetmem gerekiyor. Flaşp flaşp flaşp! Anı ve zamanı arka arkaya kareleyerek etrafı kolaçan ediyordum. Bir yandan da yatağımdan yavaşça kalkarak sesin geldiği yöne doğru sessizce yürüdüm. Mutfağa doğru yöneldim ve son bir flaş daha patlattığım da şok olmuştum. Tam flaş patlarken elektrikler kesildiği için flaşım yarım patlamış ve yerde boylu boyunca uzanan Ağrı Dağı’na benzer yarı şişkin şeyin ne olduğunu anlayamamıştım. Bu elektrikler de en olmadık yerde kesilirdi zaten. Beş-on dakika kadar sonra elektrikler geldiğinde bir flaş daha patlattım ve birkaç gün sonra güneş gözlüklerimle babaannemin cenaze töreninde yerimi almıştım. Cenaze töreninde binlerce insan birbirimize ve etrafa bakmak için güneş gözlüklerimizin üzerinden fotoğraf makinelerimizle etrafın ve birbirimizin anlarını kareleyerek resmediyorduk.
***
Havada kesif bir hıyar kokusu vardı. Ben o an bir bostana düştüğümü sandım. Kokuyu alıyor fakat hiçbir şey göremiyordum. Fotoğraf makinemi aradım etrafımı görebilmek için. Elimle hissederek ve bir yandan da sürünerek aradım ve birkaç metre uzağımda buldum makinemi. Kolumda biraz ağrı olmasına rağmen son gücümle makineyi alıp gözüme getirdim ve flaşp flaşp! Etrafıma göz attım. Etrafımda onlarca insan başımın üstünde, ellerinde fotoğraf makineleriyle bana bakıyorlardı. Onları öyle görünce ilk anda devlet dairesinin göbeğine düştüğümü sanmıştım. Anlaşılan göbek bağımın gömüldüğü yere düşmüştüm.
***
Abdest alırken fotoğraf makinemi şadırvanın bir kenarına koymuştum. Abdesti aldıktan sonra haftada bir gün düzenli olarak yaptığım tek ibadeti aksatmamak için camiye girdim. Bir yandan Cuma namazını kılıyor bir yandan da makinelerimizin deklanşörünü çatırdatıyorduk; flaşp! Namaz kılarken bütün cemaatin gözleri benim üzerimde gibiydi. Ne de olsa flaşlar patlıyordu.
***
Her zaman olduğu gibi annem gözlerini dinlendirmek için ömrü boyunca fotoğraf makinesiyle attığı bakışlara ait kareleri bahçemizdeki çamaşır ipine sermişti. Ne de olsa görebilmek için her göz kırptığımızda o an gördüğümüz kareyi resmetmemiz gerekiyordu. Ben de küçük ve hareketli bir çocuk olarak annemin ipe sermiş olduğu karelerin önünden bir ileriye bir geriye doğru eğlenerek koşardım. Böyle koşunca kareler canlanıyor gibi hareketleniyorlar ve annemin o ipe sermiş olduğu anılarını sanki ben de yaşıyor gibi oluyordum. Ama annemin anıları hep siyah beyazdı.
***
Yol kenarındaki dilenciye öylece baktım; flaşp flaşp! Bütün fotoğraflarını ortalığa saçmış perişan bir şekildeydi. Bir elini açmış, yere sermiş olduğu serginin üzerindeki fotoğraflarını satmaya çalışıyordu. Bütün anıları beş paralık olmuştu.
***
Bir gün bir çölde seyahatteyken uzakta bekleyen bir akbaba gördüm. Oynadığı kuponun sonucunu bekleyen yılın talihlisi gibi duruyordu. Önünde de siyah, küçük bir şey vardı. Yaklaştığımda önündeki şeyin küçük siyah bir çocuk olduğunu gördüm. Sonra sırtımı dönüp oradan çekip gittim. Şu tarafa doğru.
***
Objektifimde ağrılar hissetmeye başlamıştım. Doktora gittim. Onun da objektifleri körmüş. Bana da bir çare bulamadı. Hayatımın en zor döne…
"Aaaaa!"
"Baylar bayanlar sakin olun lütfen! Birazdan gelir elektrikler. Hem böylece flaşlarımız biraz dinlenmiş olur fena mı?’’
...
"Evet, elektrikler geldiğine göre devam edebiliriz.’’
Hazır elektrikler demişken diğer taraftaki bölüme geçelim. Bu kısımda bir araya toplamış olduğum kareler de elektrikler gittiği zaman fotoğraf makinemin flaşının çalışmadığı anlar. Gördüğünüz gibi hepsi tek renk; siyah. Koca bir karanlık ve boşluk. Ben dünyanın aslında böyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü elektriklere bağlı olan flaşlarımız çalışmadığı zaman hiçbir şeyi göremiyoruz. Ve o karanlıkta duyduğumuz sesler… İşte bu kareler de bana karanlık bir kuyudan gelen sesleri andırıyor.
***
Babaannemin nasıl olup da evime geldiğini ve mutfağımın ortasında öldüğünü anlayabilmiş değilim. Biz onu teneke dediği fotoğraf makinemi eline alıp, ölmüş olan dedem Kemalettin’in ardına düştüğü günden beri televizyondan başka bir yerde göremiyorduk. Onlar gözleriyle görebilen son insanlardı. Elektriğe de bağlı yaşamamışlardı. O gece evimde onu gördüğümde ona son kez yakından baktığım an. Yüzü mosmor hale gelmiş ve karnı da şişkince. Hafif de kötü bir koku vardı. Babaannemi görmediğim yıllar boyunca evimin içinde aldığım o kötü koku yine vardı. Babaannemin yüzünün yanından kafasını uzatan da kedim Hamaset. Onun hırıltı sesleri beni o gece mutfağın ortasına sürüklemişti anlaşılan.
***
Pisa Kulesi’nin tam karşısında durup baktım; flaşp! Etrafta flaşlar patlıyordu. Herkes kulenin önünde enteresan hareketler yapıyordu. İnsanlar çıldırmış olmalı diye düşünmüştüm. İnsanlar çıldırmıştı.
***
Makinemin deklanşöründe arıza vardı. Bunun içinde hastaneye gitmiştim ve bana hemen tamirat, dediler. Fotoğraf makinem tamirdeyken ben de hastanede gözetim altında uyku halindeydim. Fotoğraf makinem tamirdeyken çok ilginç bir şey olmuş. Bir anda flaş patlamış. O anı hatırlar gibiyim. Bir anda merceklerim açıldı ve fotoğraf makinesi tamircisinin dükkanını gördüm gibi olmuştu. Bu görmüş olduğunuz flu kare işte o an…
"Peki ya sonra?’’
"Sonra işte öldüm ve buradayım. Fotoğraf makinesinin içinde…’’