Fiyakasını Yitiren Deney
Tecrübesiz öğrenciler tarafından büyük bir merak ve heyecanla seyredilen deney, zaman geçtikçe ve öğrenciler tecrübe sahibi oldukça eski fiyakasını yitirip sıkıcı bir tekrara dönüşür. Okan Çil’in deneysel biçim çalışmaları da tıpkı böyle bir etki bıraktı üstümde.
Onu Da Sonra Anlatırım, Okan Çil’in ilk öykü kitabı. Dedalus Yayınları tarafından geçtiğimiz Şubat’ta basıldı. Kitapları elime aldığımda ilkin kapaklarını uzun uzadıya seyrederim. Bir vaat nakşedilir çoğunlukla kapağa. Çitlenmiş çekirdek ya da çiğdem –İzmirli yazara göz kırpmayı ihmal etmeyeyim- kabuklarıyla dolup taşmış bir kâse var kapakta. Üstünde ise Onu Da Sonra Anlatırım yazıyor. Kitabın adı ile böylesi uyumlu bir kapak yaptığı için tasarımcısı Sancar Dalman’ı tebrik etmek gerek diye düşünüyorum. Samimi bir anlatı beklentisiyle okumaya başladığımdaysa hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Zira böylesi samimi bir kapağın ardındaki öyküler, tuzlu çekirdek çitlemekten dudakların şiştiği bir toplulukta anlatılacak hikâyelerden oldukça uzak, yapay ve deneysel. Öykülerin tamamında olmasa da büyük çoğunluğundaki bu yapaylık ve deneysellik, bu öykülerin anlatı tekniklerinden ziyade yazın tekniklerinden beslendiğinin somut bir kanıtı niteliğinde. Bu durum, kapağın ve kitabın isminin oluşturduğu beklentiyi geçersiz kıldığından ilk başta kurulan atmosferin dağılması ve hayal kırıklığı da kaçınılmaz oluyor.
Deneysel öyküleri okurken ise kendimi adeta lise kimya laboratuvarındaki öğrenciler gibi hissediyorum. Öyle ki deney, buluşa giden yolda atılan bir adımdır. Adı üstünde deneydir, denenir ve başarılı olur ya da olmaz. İlk kez yapılan bütün deneyler heyecanlandırır. Başarılı mı olacaktır yoksa hüsranla mı sonlanacaktır bilinmez. Bu bilinmezliğin heyecanıyla deney tamamlanır. Başarılı olursa kimya laboratuvarlarında defalarca kez tekrarlar kendini bu deney. Tecrübesiz öğrenciler tarafından büyük bir merak ve heyecanla seyredilen deney, zaman geçtikçe ve öğrenciler tecrübe sahibi oldukça eski fiyakasını yitirip sıkıcı bir tekrara dönüşür. Okan Çil’in deneysel biçim çalışmaları da tıpkı böyle bir etki bıraktı üstümde. İlk kez deneysel bir öykü okuyor olsaydım yahut normalden çok farklı bir biçimsel denemeyle karşılaşsaydım heyecanlanırdım elbette. Fakat böylesi öyküler öyle çok yazıldı ki ister istemez bir tekrar hissi uyandırıyor, deyim yerindeyse kabak tadı veriyor.