Fantastik Edebiyat’ın Dünü ve Bugünü

J. R. R. Tolkien
J. R. R. Tolkien

1950 tarihli Aslan, Cadı ve Gardrop ile Narnia dünyasına adım attık. Tolkien’in uzun uğraşları sonucunda yazdığı Yüzüklerin Efendisi ise ilk kez 1954 yılında yayınlandı. Böylece modern fantastik edebiyat da başlamış oldu.Peki neden modern fantastik edebiyat tanımını kullanmakta ısrarcıyız?

İlk insan ateşi bulduğunda ya da daha doğrusu Prometheus, ateşi tanrılardan çalıp insanlara getirdiğinden beri, o sıcak turuncu dalgalanmanın ortaya çıkarttığı gölgeler insanın hayal gücünü besledi. Ateşten başlayan gölge oyunları, doğaya, yıldızlara ve ötesine sıçrayarak bugün mitoloji dediğimiz, anlatıcıların ise koyu birer takipçisi olduğu hikâyelere dönüştü.

Fantazyanın başlangıcını ilk destanlara kadar indirmek mümkün. Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış ya da etrafına topladığı şövalyeleri ile efsanevi kılıcın hakimi Arthur bunun ilk örnekleri olarak gösterilebilir. Yine de bunlara doğrudan doğruya fantazya ya da edebiyat demek pek doğru olmayacaktır.

Ön-modern fantastik edebiyatın gelişimi bu hikâyelerin peri masallarına dayanır. Türe hayat verecek J. R. R. Tolkien’in de üzerinde çalıştığı 14. yy tarihli Sir Gawain ve Yeşil Şövalye, ilk peri masallarından biridir. 16. yy’da ise karşımıza William Shakespeare’in tiyatro oyunları çıkıyor. Cadılar, canavarlar ve mistik güçlerle donattığı oyunlarının peri masallarına çok yakın olduğunu itiraf etmek gerek. Bir Yaz Gecesi Rüyası, bu konuya iyi bir açıklık getirecektir.

Karanlık Korkular

Dünyanın daha karanlık ve mistik olduğu bu dönemde gotik edebiyatın ortaya çıkmasıyla, canavarların kullanımının arttığını görüyoruz. Kabuslarını bir anlatıya çeviren Mary Shelley’nin 1818 tarihli Frankenstein romanı ve hafif yamuk kafalı Edgar Allan Poe’nun yakın dönemlerdeki korku hikâyeleriyle birlikte işlerin rengi değişmeye başlar. Yazılan hayalet öyküleri ya da bir başka değişle bilinmeyen yaratıkların öyküleri, 20. yy fantastik edebiyatını da derinden etkileyecektir.

Bu dönemde ortaya çıkan Howard Phillips Lovecraft, kendi yarattığı Cthulhu mitolojisiyle ünlenecektir. Bariz bir şekilde Edgar Allan Poe’dan esinlenen H. P. Lovecraft, bilinmeyenin ne kadar korkutucu olabileceğini anlatır. Fantastik ögelerle bezeli Cthulhu’nun Çağrısı (1928) ve Deliliğin Dağlarında (1936), hem fantazya hem de korku severler arasında kült kabul edilen kitaplardır.

Korku kulvarında bunlar yaşanırken, yakın dönemlerde çocuklara inebileceğine inanan bir grup yazar kayıp dünyalar hakkında yazmaya başlarlar. Avrupa’nın Grimm Masalları’nda çocuklara öğretilen iyi ve kötü eğilimleri, modernize ederek aslında bizim dünyamıza çok yakın diyarlar yaratırlar.

Periler de Vardır

George MacDonald’ın Phantastes’i (1858), Lewis Caroll’un Alice Harikalar Diyarında (1865) macerası, L. Frank Baum’un Oz Büyücüsü (1900) ve J. M. Barrie’nin Peter Pan’ı (1902) iyiyi ve doğruyu öğreten fantastik hikâyelerdir. Bir geçit kapısıyla ya da büyülü bir tozla gidilebilen bu diyarlarda, ana karakterlerin doğruluğun yolunu takip ederek kötüleri yendiğini görürüz. Böylece fantastik edebiyatın iyi ve kötü kavramları şekillenmeye başlar.

Bir ara dönem olarak adlandırabileceğimiz 19. yy sonu ve 20. yy başında, fantazya ve bilimkurgunun keskin bir ayrımını yapamamaktayız. Hatta peri masalları ve fantazya arasında neredeyse çizgi yoktur. Yazarlar ve okurlar da bunun pek farkında değildir. Bildiğimiz, gördüğümüz ve dokunduğumuz dünyanın şekliyle oynayan iki adet dünya savaşı, belki de modern fantastik edebiyatın başlangıcı olarak kabul edilebilir.

Savaşı cepheden ve evinden yaşayan J. R. R. Tolkien’in kurduğu Inklings grubunda önemli bir isim daha vardı. Tolkien, C. S. Lewis ile birlikte yaşanan bu sanayi devrimi ve büyük savaşın insanların üzerinde bıraktıkları yıkımı anlatmak istediler. İkisi de edebiyat konusunda uzman yazarlardı. Tolkien, eski İskandinav dillerinde yaptığı araştırmalarla, yazının başlarında da bahsettiğim Sir Gawain gibi eski hikâyeleri ortaya çıkartmıştı. Ayrıca Beowulf efsanesi üzerindeki çalışmalarıyla İskandinav mitolojisinin bir hayli içerisine girmişti.

Dünyalar Arasındaki Çizgi Netleşiyor

Lewis, Narnia adını verdiği devasa bir diyar tasarlamaya başladı. Fabllardan fırlamış konuşan hayvanlar, cadılar ve hatta Noel Baba bile bu diyarın bir parçasıydı. Yıllar öncesinin kayıp dünyalarını andıran Narnia, bizim dünyamızın bir bağlantısı ya da yansıması değildi. Kendi halinde bir diyardı. Krallıkları, akarsuları, dağları ve savaşlarıyla kocaman bir dünya vardı.

Tolkien ise Orta-dünya’yı ortaya çıkardı. İskandinav mitlerinden çıkardığı cüceleri ve elfleri kullanmaya karar verdi. Önceki yıllarda cüce ve elf gibi yaratıkların peri masallarında ya da çocuk öykülerinde kullanıldığını görüyoruz. Tolkien’in farkı ise bu yaratıkları alıp onlara birer kimlik vermesiydi. Yaşayan ve ırkının temsil ettiklerini devam ettirmek isteyen cüceler, elfler, insanlar, orklar Orta-dünya’nın engin topraklarına yayıldı.

1950 tarihli Aslan, Cadı ve Gardrop ile Narnia dünyasına adım attık. Tolkien’in uzun uğraşları sonucunda yazdığı Yüzüklerin Efendisi ise ilk kez 1954 yılında yayınlandı. Böylece modern fantastik edebiyat da başlamış oldu.

Peki neden modern fantastik edebiyat tanımını kullanmakta ısrarcıyız? Çünkü Lewis ve Tolkien öncesi yazıların genelinde insan yiyen canavarlar, bilinmeyen diyarların kahramanları kullanılmıştı. Masal ve fantazya birbirinden ayrılmış değildi. Bir masalı bitirdiğinizde kendinize ders çıkarmanız beklenir. Fantastik edebiyatın ise amaçları vardır. Kurgu dünyaların yaşayan insanları, akan dereleri, patlayan dağları olması gerekir. Karakterlerin geçmişleri, şimdiki anları ve sonra ne yaptıkları çok önemlidir. Bu sebeple Lewis ve Tolkien’in çalışmaları günümüze kadar uzanan yeni bir edebiyat türü çıkarmıştır.

Bu iki isme eklenecek bir başka önemli isim ise Robert E. Howard’tan başkası değildir. Dergicilik döneminden yetişerek çıkan Howard, Sword and Sorcery (Kılıç ve Büyü) adını verdiğimiz türün yaratıcısıdır. Kimmeryalı Conan (1932), Lewis ve Tolkien öncesi dönemin en başarılı karakteridir. Kendi macerasını yaşayan Conan, büyük politik olaylara girmekten kaçınan ve aslında özünde kötü olan bir karakterdir. Modern fantazya ile birlikte büyük olayların yaşandığı diyarlardan farklı olarak, sadece tek bir karaktere odaklanılmıştır. Howard’ın yazı biçimi (Sword and Sorcery) ve modern fantazyanın yükselişi ile birlikte yeni yazarlar ortaya çıkmaya başlar.

Fantazya Yükseliyor

En meşhur üç isim Michael Moorcock, Ursula K. Le Guin ve David Eddings’dir. Moorcock, Howard’ın sert dili ve Tolkien’in fantastik dünyalar yaratma tekniklerini birleştirerek Melniboneli Elric’i yaratır. Sevdiği kadın için imparatorluğunu bile feda eden, cehenneme gidip geri dönen siyahın da karası bir karakterdir. İşin komiği kendisi bir albinodur. 1963 yılında ilk defa ortaya çıkan Elric, fantazya içerisinde sadece iyilerle yetinmekten sıkılan okurların imdadına koşmuştu.

Ursula K. Le Guin ise bilimkurgu türünü değiştiren bir yazar olmasına karşın, Yerdeniz serisiyle fantazyayı da beslemeyi başarmıştır. Yazdığı seri genel olarak Çevik Atmaca Ged’in hayatını anlatır. Ged’in hayatını takip ettikçe, Yerdeniz’in koca evrenine dalmaya başlarsınız. Büyük krallıkların büyük sorunları ve arada kalan ufak insanların ezilmesini görürsünüz. Le Guin’in, bilimkurgu romanlarında kullandığı sosyolojik taşmaları (Mülksüzler, Karanlığın Sol Eli) sıklıkla Yerdeniz Serisi’nde de görebilirsiniz.

David Eddings, 1982 yılında başladığı Belgariad serisi ile fantastik edebiyat türünü, epik fantazyaya çevirir. Belgariad ve onu takip eden Malloreon serilerinde, karakterleri üst noktalara çıkarır. Her biri çok kudretli savaşçılardır, çok yakışıklı ve asla yenilmezlerdir.

Oyundan Roman Yaratmak

Son dönem fantastik edebiyatın bu denli yoğun ve birçok farklı alt türe bölünmesini ise 90’lardan önce görüyoruz. 80’lere damgasını vurmuş Dungeons and Dragons isimli masaüstü rol yapma oyunlarının küresel çapta getirdiği başarıyla birlikte, yaşayan ve ilerleyen dünyalar konsepti ortaya çıkar. Oyuncular okudukları romanın dünyasına gidip oradaki kötülerle dövüşebiliyor, dilerlerse yıldızların arasında tanrılar meclisine bile göz koyabiliyorlardı.

80’li yıllarda da popülaritesinden hiçbir şey kaybetmeyen dergicilik unsuru, yeni fantastik dünyaların yaratılmasına da ön ayak olmuştur. Ejderha Mızrağı, Unutulmuş Diyarlar, Ravenloft gibi Dungeons and Dragons markaları, modern fantastik edebiyatın temel taşları haline gelmiştir. Bugün bile halen yayınlanmaya devam eden Unutulmuş Diyarlar serisi, yer altının derinliklerine saklanmış kara elflerin politik oyunlarını, kötü ölü büyücülerin kötü amaçlarını anlattığı kadar, güçlerini kaybetmiş tanrıların başıboş bir şekilde dünya üzerinde dolaşmasından ve ufak karakterlerin kimlik arayışlarından da bahseder. Bu zenginlik 90 sonrası yazım biçimini de değiştirecektir.

Günümüze yaklaştıkça yazarların dillerinin de ne kadar kuvvetli bir değişime geçtiğini görüyoruz. Robert Jordan’ın 14 ciltlik Zaman Çarkı efsanesi buna en güzel örnek olabilir. Robert Jordan, son nefesini verene kadar yazdığı bu efsanesinde bolca karakterle karşılaşırız. Hepsinin de bir derinliği vardır. Toplumların yaşayış biçimleri, giyim kuşamı, yemek adetleri ve tüm bunların çok öncelerini bile Zaman Çarkı içerisinde bulabilirsiniz. Bu açıdan bakıldığında Robert Jordan’ın, Tolkien ve Lewis’in 50’li yıllarda yaptığı kırılmanın bir benzerini 90’larda yaptığını savunabiliriz.

Son Kulvar

Terry Pratchett’in mizah dolu serisi Diskdünya (1983), yukarıda bahsi geçen tüm konularla dalga geçer. H. P. Lovecraft’tan tutun da, Homeros’un İlyadası’na, Oz Büyücüsü’nden, Shakespeare’e kadar geniş bir yelpazede fantastik edebiyat tarihini bir nevi komedi unsuruyla ele alır.

Günümüz yazımını etkileyen bir diğer isim ise J. K. Rowling’in Harry Potter serisi olmuştur. Büyünün dünyamızda kullanıldığı ancak bunun sadece gerçek yeteneğe sahip olanlara bahşedildiği bir dünya yaratır. Bir çocuk masalı gibi başlayan Harry Potter, Rowling’in yazımını güçlendirmesiyle daha da karanlık bir dünyaya dönüşür.

Sadece fantastik edebiyatın değil, son dönemin en iyi yazarlarından biri olan Neil Gaiman’dan da bahsetmeden olmaz. Terry Pratchett ile birlikte Diskdünya serisinde de çalışan Neil Gaiman, çizgi roman dünyasına kazandırdığı Sandman karakteri haricinde Yokyer (1996), Yıldıztozu (1999) ve Amerikan Tanrıları (2001) gibi romanlarla tanınır. Genel yazı biçimi itibariyle urban fantasy yani sokak fantazyası olarak adlandırılan türün öncüsü olan Neil Gaiman, fantastik dünyaları tekrar bizim dünyamıza taşımıştır.

Tanrıların aramızda yürüdüğü, fantastik canavarların asla yanımızdan ayrılmadığı, köprülerin altının halen troller tarafından korunduğu urban fantasy türü, fantastik edebiyatın son dönemdeki en çok beslendiği alanıdır. Neil Gaiman’ın türü mükemmelleştirdiğinden şüpheniz olmasın. Jim Butcher’ın Dresden Dosyaları (2000) gibi bir örneği de araya sıkıştırmak gerek.

İlk başlarda siyah ve beyazın, ışığın ve karanlığın savaşını anlatan fantastik edebiyat yıllar geçtikçe gri bir tona bürünür. Sadece iyi karakterleri anlatmakla yetinmez. Kötülerin de bu dünyada olduğunu kabul ediyorsak, neden fantastik dünyalarda olmasın. Kimlik karmaşasına girmiş, kendi etik değerlerini sorgulayan ya da gerçekten kötülüğün timsali ana karakterlerin çoğalmasıyla fantastik edebiyat da değişime uğradı.

Artık sadece canavarlarla savaşan güçlü şövalyeler yok. Kara Kule serisi (1982), Goblin Kral (2000), Sissoylu: Son İmparatorluk (2006), The Witcher (2007), Kral Katili Güncesi (2007), Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları (2011) örneklerinde daha fazlasını bulabilirsiniz.

Fantastik edebiyatın gelişiminin, her edebiyat türünde olduğu gibi katlanarak ilerlediğini açıkça görebilirsiniz. Şekil alması ve kendine ait bir kimliğe kavuşmasının oldukça vakit aldığını kabul etmek gerek. Fantazyanın son 20 yıl içerisindeki hızlı gelişimini romanlara olduğu kadar, çizgi romanlara, televizyona ve sinemaya da borçluyuz. Sadece uyarlamalarla bile milyon dolarlık filmleri sinemada izleyebiliyoruz.

Ateşin gölgelerde yaptığı oynaşmadan bu yana çok uzun zaman geçti. İnsan hayal kurdukça ve bunun gerçek olduğuna inandıkça daha fazla fantastik diyar gezebileceğiz.