Elif Hümeyra Aydın Öyküsü
Genel olarak Elif Hümeyra Aydın öykülerine baktığımızda yazarın, kadın karakter, kadın bakışı, psikolojik gözlemlerin yoğun kullanımıyla ve dış etkenlerin karakterlerde oluşturduğu değişimler ekseninde kurduğu öykülerle, döneminde yazan diğer genç öykü yazarlarından ayrıldığını söyleyebiliriz.
Elif Hümeyra Aydın, ilk olarak, iki bin on beş yılında Sarnıç Öykü dergisinde yayımladığı “Çağrı” isimli öyküsüyle Türkçe öyküde gösterdi kendisini. Bu adım genç yazarın, öyküde benim de söyleyeceklerim var, demesiydi aynı zamanda. Söyleyecekleri vardı ve söylemeye devam etti. Sarnıç Öykü dergisinde yayımlanan öyküsünden sonra Dergâh dergisinde öykülerini okuduk. Bu yazıda genç yazarın, Sarnıç Öykü dergisinde başlayan ilk öykü adımı ile Dergâh’ta devam eden öykü adımları arasındaki yaklaşık iki yıllık bir sürede yayımladığı altı öykü üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Altı öykü, sayısal anlamda, yaklaşık iki yıllık bir süre için az olarak görülebilir. Fakat genç yazarın detay çalışmayı sevdiğini ve titizliğini göz önüne aldığımızda bu sürenin çok da uzun olmadığını söyleyebiliriz.
Aydın’ın, ilk öyküsü “Çağrı”dan, yayımlanan son öyküsü “Acı Yapışkan Yeşil Şeyler”e kadar yayımladığı her öyküsünde bir basamak daha çıktığını görüyoruz. Bütün olarak yayımlanan altı öyküye baktığımızda yazarın, titizliği ve çalışkanlığıyla niteliksel anlamda da ciddi bir mesafe aldığını söyleyebiliriz. Elif Hümeyra Aydın’ı onunla aynı dönemde yazan diğer genç öykü yazarlarından ayıran iki temel durum var: Birincisi, yazarın yayımladığı öykülerin tamamını kadın karakterler ve kadın anlatıcı ile kurması; ikincisi, öykülerindeki ana omurganın karakterlerin ruh durumlarından, nesnelerin iç dünyalarında oluşturduğu etkilerden ve çağrışımlardan oluşması.
Kadın karakterler, kadın anlatıcı
Bir yazarı diğerlerinden ayırırken temel aldığımız ölçüt şu olmalıdır: yazarın ne anlattığı değil, neyi nasıl anlattığı. Konumuz genç öykü yazarları olduğunda bu konu çok daha büyük bir ciddiyete bürünüyor. Herkesin anlatacak bir öyküsü var. İnternet kullanımının yaygınlaşması, e-dergilerin artması, metin paylaşmaya imkân tanıyan platformların yaygınlaşması gibi nedenlerle artık, yazı yazan herkes, yazdıklarını bir şekilde okura ulaştırıyor. Ulaştırabiliyor. Bu durum metin sayısını arttırırken kopya metinlerin artmasını da sağlıyor. Kendi sesini, yolunu bulabilen yazar bu kalabalıktan sıyrılıp yoluna devam edebiliyor ancak. Elif Hümeyra Aydın’ın kadın karakterler ve kadın anlatıcı tercihi ile kendisine bir yol çizdiğini ve bu yolda devam etmeye çalıştığını görüyoruz.
Türü, yöntemi, tekniği ne olursa olsun; sırtını kendi gerçekliğine yaslamış bir metnin başarılı olma ihtimali çok daha yüksektir. Elif Hümeyra Aydın’ın kadın karakterleri tercih etmesi, öyküsünü psikolojik unsurlar etrafından kurması, öykülerindeki inandırıcılığı üst seviyelere çekiyor. Psikoloji eğitimi almaya devam eden yazar, bu eğitimden kazandıklarını öykülerinde başarılı bir şekilde uyguluyor. Keskin psikolojik gözlemler ve karakterlerin ruhsal portrelerinin güçlü bir şekilde çizilmesi, öykülerin yaşanmışlık ihtimalini sorgulatıyor bize.
Elif Hümeyra Aydın’ın öykülerini başarılı kılan unsurlar sadece kadın karakterleri tercih etmesi, psikolojik unsurları kullanması değil elbette. Yazar, merak ve gerginlik gibi öğeleri dozunda kullanarak, hacimli öykülerinde dahi okurun hikâyeden kopmasını engelliyor. Ayrıca yazarın tercih ettiği doğal -yer yer sokak ağzı- dil de öykülerini başarılı kılan bir diğer unsur. Bu tercih öykü gerçekliğini de olumlu yönde etkiliyor haliyle.
Şimdi yazarın tercih ettiği dili, psikolojik gözlemleri ve ruhsal portre çizimlerini yakından görmek için öykülerinden yaptığım alıntılara bakalım.
- Şimdi bir üşüme de gelmedi değil hani.
- Tüm düşünceyi yırtan , “Yolcuların dikkatine...”
- Gelmişiz! Bugün değilmiş. Zaten olmazdı bugün. Bugün akşam yemeği var. Amcamlarda. Şu gün de bitmek bilmedi yaa! Daha amcamla babamın bol sosyal mesajlı politika muhabbetini dinleyip baş sallayacağım ve yengemden mutlu evliliğin sırlarını alacağım. Muhteşem bir akşam bekliyor beni. İnsan bir akşamlık da olsa gelecek için mutlu bir plan kurabiliyorsa olmuyormuş demek ki. (Çağrı)
- Anneme baktım, işte o gülümseme yine yüzündeydi. İnandıramamıştım. Aslında bu şey ilk kez olmuyordu. Modern tıbbın, annemin içinin fotoğrafını çekip mutfak masasının üzerine koyduğu gün de böyle olmuştu. Annem, ablam ve ben. Susuyorduk, mutfak büyümüş biz küçücük kalmıştık. O gün mutfak duvarının eğriliğini, mavi badanamızın altındaki geçmiş ev sahiplerinin boyadığı yeşil rengi, mutfak dolaplarındaki yağ lekelerinin ne kadar çirkin göründüğünü ilk kez fark ediyordum ve insan uzun uzun incelemeye görsün, küçücük alanlar ne çok ayrıntı barındırabiliyordu. (Serum)
- Berna’nın ablası, o zaman, İdil’in babasını çizdiği bir resmine ikinci sınıf bir psikoloji kitabından bakarak bilimsel bir yorum yapmaya çalışmıştı. “Vural değil mi bu? Hakikaten bayağı benzetmiş, gözlükler filan. Sofrayı nasıl dikkatli çizmiş bak! Ayrıntıcı yani. Hmm, ama Vural’ın gözlerini niye öyle nokta gibi yapmış?” Kitabın sayfalarını bir iki karıştırdıktan sonra bir yerde durdu. Okudu. Kardeşine bu kötü haberi verip vermemekte tereddüt etti, sonra onun da bilmeye hakkı olduğunu düşünerek sayfayı gösterdi. “Eğer çocuğunuz ifadesiz bir yüz veya gözleri nokta biçiminde çiziyorsa, bu zeka geriliği göstergesi olabilir.”(Taştan Topraktan)
- İdil hayatında ilk kez böyle kandırılmıştı. Kandırılmanın acı patlıcan gibi bir tadı vardı; damak çatlatıyordu, göz yaşartıyordu. Artık bebeği saçların uzayacak, daha güzel bir kız olacaksın diye teselli edemezdi. Utancından bebeğin gözlerine bakamıyordu. Bebek de ona küsmüştü zaten. Hayatındaki tek güzel şeyi de kendi elleriyle böyle berbat etmişti. İşte tekrar evde istenmediği gerçeği ile baş başaydı. Ev yani bütün dünya onu görmek dahi istemiyordu, o gelince başını çeviriyordu. (Taştan Topraktan)
Üç farklı öyküden yaptığım bu alıntılar Elif Hümeyra Aydın öyküsüne yönelik önemli ipuçları barındırıyor. Yazarın dil tercihini, öykü atmosferini nasıl kurduğunu, karakter-öykü inandırıcılığını nasıl sağladığını görüyoruz. Bir çocuğun gözünden evin içinde olan biteni anlatırken de okuru, genç bir kızın dünyasına taşırken de, evli bir kadının sorunlarını işlerken de sahicilik konusundan ödün vermediğini görüyoruz. Ayrıca yazar, sosyal yaşam içerisinde her gün gördüğümüz, iletişimde olduğumuz sıradan kadınları anlatıyor öykülerinde. Bunları anlatırken de kadınların, kimseye söyleyemediklerini gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Bu tutum yazarın yayımlanmış bütün öykülerinde göze çarpıyor.
Çağrışımlarla kurulan öyküler
Şimdiye kadar yazarın öykülerini kadın karakter ve kadın bakış açısı ekseninde değerlendirmeye çalıştım. Yazarın öykülerinde öne çıkan iki temel durumdan biriydi bu. İkincisi ise yazarın öykülerini, nesnelerin, olayların ve dışarıdan gelen bir etkenin oluşturduğu değişimler çerçevesinde kurmuş olmasıydı. Yazarın bu tercihi öyküde kendisine dert edindiği meselelerle ilgili biraz da. Kadınların sorunlarını, söyleyemediklerini, sessiz kaldığı anları irdeleyen yazar, o dünyaya girebilmek için, çağrışımlarla ilerlemeyi bir yöntem olarak tercih ediyor. Kadın karakterin ruh durumlarını, içinde bulundukları dünyayı onlara anlattırmak, gün ışığına çekmek için bazen bir resimden, bazen uzak iki insanın diyaloglarından yararlanıyor yazar. “Çağrı” öyküsünde bu tavrı çok daha net bir şekilde görüyoruz. Önce geniş bir bakışla vapurun tamamını gösteren yazar, sonrasında adım adım kadın karakterin gördüklerine, duyduklarına verdiği tepkileri dile getirerek; karakterin psikolojisini görmemizi sağlıyor.
“Taştan Topraktan” isimli öyküsünde de bir kız çocuğunun iç dünyasını anlatmaya çalışan yazar, nesneler üzerinden bu isteğini gerçekleştiriyor. Oyuncak bir bebek, çocuğun çizdiği resimler ve anne ve babanın diyalogları üzerinden okuru aşama aşama çocuğun dünyasına taşıyor.
Genel olarak Elif Hümeyra Aydın öykülerine baktığımızda yazarın, kadın karakter, kadın bakışı, psikolojik gözlemlerin yoğun kullanımıyla ve dış etkenlerin karakterlerde oluşturduğu değişimler ekseninde kurduğu öykülerle, döneminde yazan diğer genç öykü yazarlarından ayrıldığını söyleyebiliriz. Yazarın bu tutumu dönemsel bir eğilim mi yoksa uzun soluklu bir tercih mi? Birlikte izleyip görelim.