Ejderhaların ninesi Ursula’ya veda
Yıllar yıllar sonra Ursula’nın ilk okuduğum kitabı Mülksüzler bana çok farklı duygular yaşatmıştı. Elbet bilim kurgu denen türün hastasıydım. Ursula ise tam burada hayatıma girdi. Hayal kurmayı öğreten Batılı bir nine. Ursula’yı yalnızca bir hayalci olarak da niteleyemem doğrusu. Bilim Kurgu türü içindeki en filozof yazardır Ursula.
Nitelikli hayal kurmak, nitelikli bir kitap yazmakla eş değerde bana sorarsanız. Ve hayal kurabilmenin de büyük bir kısmı birikimle, hatta ve hatta kültürel seviyenizle de yakından ilintili. Elbette doğuştan hayalcileri, büyük rüya tutkunlarını başka bir tarafa ayırıyorum. Zira birçok yeteneğimizi muhakkak doğuştan getiriyoruz. Sonra sonra başka alanlara eğilimimiz arttıkça o yeteneğimiz bileyleniyor. Ya da bana öyle geliyor.
Düşünün, dünyada bir sürü yazar var ama biz içlerinden bazılarını çok seviyoruz. Dünyada kaç şarkıcı vardır, ama biz içlerinden bazılarını seviyor, bazılarını da diğerlerine göre daha çok seviyoruz. Ya aşk? O bambaşka. Milyonlarca insandan bir tanesine aşkla bağlanmak istiyoruz. Onu diğerlerinden ayıran ne peki? Bir sürü cevap verilebilir tabii. Bana kalsa aşkın en ayırt edici yanı kendinden olmayan bir madeni karşı tarafta bulabilmen. Kendinde olmayan dedim, tamam kendinde yok ama o bilince vakıfsın. Sende olmayanı arıyorsun. Bulunca da elde etmek ve elde edilmek istiyorsun. Ona tutunmak niyetindesin, onun da sana tutunmasını istiyorsun.
Hayatımıza giren markalar, iyi kötü koleksiyonunu yaptığımız nesneler, bizim de o nesnelere verdiğimiz değer… Bunların hepsi bir bilincin, bir hayal etme sürecinin parçası. Peki, hayal etmeyi kimlerden öğreneceğiz?
Hayal kurmayı öğrendiğim ilk kişi babaannemdi. Bilenler bilir, taşrada ve hele ki köylerde 80’li yıllarda elektrik kesintisi çok olurdu. Çünkü bazı köylere elektrik daha yeni yeni geliyor, yollar yapılıyor, Anadolu devasa bir inşaat alanını andırıyordu. Belki başka bahislerde buna da değinmek gerekebilir. Elektrik kesintisi dedim. Şimdiki insanlar için bu felaketlerden bir felaket. 2000’li yılların başında Amerika’da yaşanan ve epey uzun süren elektrik kesintisinden görüntüleri hatırlıyorum; araç kuyrukları, korkmuş insanlar, çöken borsa, internet, ilh.
Oysa biz seksenlerin çocukları için elektrik kesintisi aranıp da bulunamayacak bir nimetti. Kendi adıma karanlıktan hiç korkmazdım. İki üç gecede bir yaşanan bu kesintilerde babaannem yarıda kalmış bir masalın fitilini ateşler, yeni derlenmiş gibi taptaze bir türkünün kuyruğundan çekeler ya da bizzat kendisinin uydurduğu bir hikayenin bayrağını elime tutuştururdu. Duvardaki gölgeleri büyüten mum ışığı, devlerle, cinler ve ifritlerle bir hayli kalabalık olmuş odayı devcileyin bir masal sahnesine dönüştürürdü. O sahnenin kahramanıydı babaannem, bir nevi başrol oyuncusu adeta. Ufak tefekti aslında. Pencerenin yanındaki işlemeli minderine yaslanır saatlerce dış dünyayı gözetlerdi. Aklımda hep öyle kalmış. Cenazesinde ağıt yakan kardeşlerinden, büyük teyzelerimden birinin şu ağıtı kazınmış aklıma; “Ayşe yitti gitti/Yüzü minicikti/Kardeşim yitti yitti/Ağlasın şimdi Batlama deresi.”
Türkülerde, ağıtlarda köyler, dereler, dağlar ne güzel anlatılır. Misal bizim Karadeniz türkülerinde muhakkak bir bıçak çekilir, bir silah patlar. Heybetlidir türküler, yürek dağlar. Bilim kurgu türleri de öyle değil midir? Dağlara, tepelere, şehirlere, hatta koskoca dünyalara bilgece isimler verilir. Bunu da en iyi Ursula yapardı.
Yıllar yıllar sonra Ursula’nın ilk okuduğum kitabı Mülksüzler bana çok farklı duygular yaşatmıştı. Elbet bilim kurgu denen türün hastasıydım. Star Wars’tan Stargate serisine, oradan 90’lı yıllarda meşhur olan Tanrıların Arabaları kitaplarına kadar zengin hayaller peşinde koşmaktaydım. Ursula ise tam burada hayatıma girdi. Hayal kurmayı öğreten Batılı bir nine. Ursula’yı yalnızca bir hayalci olarak da niteleyemem doğrusu. Bilim Kurgu türü içindeki en filozof yazardır Ursula. Sadece yepyeni bir evren kurmakla kalmaz. Dünyamıza dair bazı kavramları da yerinden oynatır. İyiyle kötü kavramı sürekli yer değiştirir, feminizme farklı bir bakış açısı getirir; kurduğu hayalî dünyaların birinde insanlar ayın bir kısmında erkek, diğer kısmında kadındırlar mesela. Garip gelebilir ama eğildiği kavramlara getirdiği bu geçişkenlik, Ursula’nın düşünce evrenine getirdiği yenilik anlamında onu türün diğer yazarlarından ayırır. Yerdeniz serisinde kendi masalını bilindik klişelerle, bilindik masal canlılarıyla (Ejderhalar gibi) yazarken yaptığı yine de farklıdır.
Ursula hep bir düşünme halindedir. Kadınlık ve erkeklik halleri ve meseleleri, düşüncesinin ana eksenini oluştururken, bir arada yaşama fikri, komün mantığı, ahlak tartışması aklındaki fikirler arasındadır. Ursula’ya tam anlamıyla bir edebiyatçı diyemiyorum. Yanlış anlaşılmasın, Ursula, edebiyatçıdan daha fazlasıydı. Her yazdığı nasılsa yepyeni bir tür oluyordu. Hatta yazdıklarını kendi içinde bölümlemelere ayırmak gerekir. Evet, fantastik edebiyat yazarıdır ama okuruna hep bir fikir aşılayan fantastikçidir. Aşılama fikrini bazen didaktik ögeler çerçevesinde abarttığı olur, bir anlamda nineliği devreye girer, ama göze batmaz, tatlı bir aşırılık olarak kazınır zihinlere.
Geleceğe bakar Ursula. Geleceğe bakarken geçmişten, tarihten bazı figürleri, bazı kişilikleri tashih eder aslında. Geleceğe bakarken insan üzerinde düşünmek, sınırları distopyaya varan ütopyalar içinde acıyı düşünmek, geleceğimizi mümkün iyi yaşam etrafında şekillendirmek istemek, her hayalcinin başa çıkabileceği iş değildir. Evet, Mülksüzler’den başlayarak insan üzerinde öngörülerde bulunur Ursula, makineler ve ortak yaşama arzusu üzerine de renkli derinliklerde dolaşır. Bazı ufarak kitaplarını, ciltlerce başka kitaplara değişmem. Mesela Dune serisini o kadar okumama rağmen soğuk bulmuşumdur, Kara Kule falan hiç açmamıştır beni. Öyle ya, bilim kurgunun bir tarafını abartının abartısı bulur kabullenemem, bir tarafını da doğrusu yeteneksiz bulurum, eh, bazılarına da hiç ısınamamışımdır, Kurt Vonnegut Jr. gibi.
Ursula’yı niye diğerlerinden ayrı sevdim; onca akıl hocalığına, bilmişliğine rağmen, hı… Sanırım gelecek içinde insanı ve acıyı dosdoğru anlatmasından dolayı derim. Otorite karşısındaki amansız mücadelesinden derim. Bürokrasiye karşı açtığı savaş yüzünden derim. Gerçeklikten çok rüyalarla ilgilendiği için derim.
Derim de derim. Çünkü sanat, felsefe, edebiyat, tabiat, bilim, şiir… Birbirinden farklı birçok disiplinin Ursula K. Le Guin elinde nasıl da bir büyüye dönüştüğünü görürüm de ondan derim. Ursula bana yazının iyileştirici gücünü gösterdi. Mümkün distopyaların birinde hayalde kalma yollarını öğretti. Zalimlere karşı vicdanın gücünü, üstelik Batılı zihne saldırarak gösterdi. İnsan bir yazardan başka ne ister. Hayalperestler, ejderhalar ve bütün mülksüzler taksiratını affetsin Ursula’nın.
- Bildiğiniz gibi Kim Var imiş Biz Burada Yoğ iken bölümünde her birimiz kendisini etkileyen “şeylerden” söz ediyordu. Ursula K. Le Guin’in ölüm haberinin ardından yazışırken (elbette whatsapp grubumuzda) Yerdeniz mimarının(!) hepimizin “kırklar” listesinde olduğunu fark ettik ve bu sayıya mahsus hepimiz onun hakkında yazmak istedik. İyi de oldu. Gizli, gösterişsiz ve kıymetli bir dosya gibi. Le Guin’in kendisi gibi. (A.E.)