Efsane söylediler uykuya daldılar
Eliade’nin yaşadığı dönemde mitlere yaklaşım, onların kurmaca, uydurma, hayale dayalı ve gerçek dışı olduğu yönündeydi. Fakat Eliade bunu kesinlikle reddedecek, onların gerçek; kutsal fiillerle ve arketiplerle ilişkili olduğunda ısrar edecektir.
“Masallar seyreldi, efsaneler kısaldı, tüm evliya, tüm hüner sahibi anlatılmaya kalktığında işte şu dağın ordaki mağara. Evliya Çelebi ile Eflâki Dede ve benzerlerinin bütün suçları masal anlattıklarını ve abarttıklarını baştan söylemeleri mi yoksa?” Öyle Miymiş?
Şule Gürbüz
Mitler neyi temsil ederler? Ya da şöyle soralım, içinde yaşayadurduğumuz şu postmodern cangılda mitler bize bir şeyler söylemeye devam ediyor mu? Cevabını da peşinen verelim: Sesleri kısılmış da olsa anlattıkları bugün bize esatir ve uydurulmuş hikayelermiş gibi de gelse, cızırtılı bir radyoyu ayarlar gibi doğru frenkansı tutturduğumuzda mitlerin ahenkli orkestrasının şarkısını duymaya devam edebiliriz. Fakat bugün o orkestra adlarını bilmediğimiz anonim şahsiyetlerden değil, kanlı canlı şairler, öykücüler ve romancılardan müteşekkil olacaktır. Böylece, uzun zaman önce efsane söyleyip uykuya dalanların rüyalarını yazanlar sayesinde o eski şarkıyı dinlemek imkanını bulacağız.
Burada, meşhur dinler tarihçisi Mircea Eliade’nin mit anlayışına başvurmakta fayda var. Eliadeci bir yaklaşımla hem mitlerin kurucu işlevini hem de bugünün öyküsü için sunduğu imkanları gözlemleyebiliriz. Eliade’ye göre mitler, varlıkların eylemlerinin öyküsünü oluşturur, bu öykü kesinlikle gerçektir ve gerçekliklerle ilgili oluşundan dolayı da kutsal olarak kabul edilir.
Eliade’nin yaşadığı dönemde mitlere yaklaşım, onların kurmaca, uydurma, hayale dayalı ve gerçek dışı olduğu yönündeydi. Fakat Eliade bunu kesinlikle reddedecek, onların gerçek; kutsal fiillerle ve arketiplerle ilişkili olduğunda ısrar edecektir. Çünkü ona göre mitler, arkaik dünyada hakiki gerçekliğin yani kutsalın tezahürlerini anlatmaktadır. Bu yönüyle mitlerin, dünyayı kurma, ona bir düzen, sistem ve bütünlük getirme, insan için kendini evinde ve güvende hissedeceği bir açıklama sunma gibi işlevleri olduğu söylenebilir.
Eliade’ye göre mitler mutlak kutsallığı ifşa etmektedir, çünkü tanrıların yaratıcı faaliyetini anlatmakta, onların eserlerinin kutsallığını ifşa etmektedir.
Mitler, her zaman için bir yaratılışla ilgilidir, bir şeyin yaşama nasıl geçtiğini, ya da bir davranışın, bir kurumun, bir çalışma biçiminin nasıl yaratılmış olduğunu anlatırlar. Bu nedenle de mitler, insana özgü her anlamlı eylemin örnek tiplerini yani arketiplerini oluştururlar. İnsanlar için arketipler, örnek alınacak ideal varlık kipi olarak iş görecektir. Eliade’ye göre mitler mutlak kutsallığı ifşa etmektedir, çünkü tanrıların yaratıcı faaliyetini anlatmakta, onların eserlerinin kutsallığını ifşa etmektedir. Mitler kutsalın dünyaya çeşitli ve bazen de dramatik püskürmelerini tasvir etmektedir. Bu bakımdan, Eliade, dünyayı hakiki olarak kuran şeyin, mit ve mitoslar tarafından anlatılan kutsalın dünyada tezahür etmesi olduğunu söyleyecektir.
Buradan hareketle mitlerin insana kutsallığın ve kutsalın işleyiş mantığını öğrettiği söylenebilir. Burada kutsalın kökeninin aldığı biçim, ilgili kültür ve coğrafya için tek bir Tanrı, Tanrılar, hayaletler, ruhlar, manalar gibi çeşitlilik gösterebilir, bu çeşitliliğe rağmen insan için mitler, gerçeği bilmelerini ve ona göre yaşamalarını sağlayan birer hakikat tecellileridir. İnsan, bu mitlerin öğretisine uyarak, onları taklit ederek Tanrılara yaklaşmaya ve varlık içinde kendine anlamlı bir yer edinmeye çalışır. İnsanın tanrısal arketipleri taklit etmesi onun hem kutsallık arzusunun hem de ontolojik özleminin ifadesidir.
Bugün elbette, bilim çağını tecrübe eden bizler için yağmurun yağması şimşek tanrısının bize kızgınlığını değil fiziksel bir olayın vuku bulduğunu söyler. Evren de, doğa da, insan da fizikselleşmiştir. Yine de, inanan birinin tecrübesini hatırınıza getirin, yağmur rahmet ve berekettir. Benzer biçimde, mitler artık kutsal sırların ifşaları olarak görülmediğinde bozulmaya başlıyor, geriye kalan anlatı yığını ise masal veya efsaneye dönüşüyordu. İnsanın meseleye bakışındaki bu değişim bizim için önemlidir. Yine Eliade’ye başvuralım, insanın iki varoluş kipi vardır: kutsal ve profan. İnanan insan olan homo religious için mitler bir kozmoloji kurar, profan insan içinse çocuklar için uydurulmuş masallar...
Eliade’ye göre modern ve/veya profan insanın, zamanı tekdüze, lineer ve geri çevrilemez görmesine zıtlık teşkil edecek şekilde arkaik insan için zaman heterojendir. Geri döndürülemez kısmına ilaveten dairevi ve yeniden üretilebilir bir veçhesi bulunmaktadır. Sözgelimi, kutsal bir olayın veya jestin somutlaşmış tezahürleri olan ritüellere iştirak eden insanlar, bu ritüel süresince kutsal bir zamanda bulunmaktadırlar. Veyahut mitsel bir arketipi olan bir eylemin gerçekleştirilmesi, Ay’ın evreleri, mevsimlerin dönüşleri gibi homo religious için kutsalın tezahürleri olmaları bakımından gerçek olarak addedilen kozmik bir ritmin içinde de kutsal zamanı yakalayabilirler.
Sözgelimi, yılbaşının kutlanması, kaos sonrası gelen bir kozmosu kutlamak olduğu kadar yenilenmeye, sürekliliğe, yeniden canlanmanın umuduna birer remizdir. Nihayetinde bu ritüellere iştirak eden insan, varoluşunu kutsala açma niyeti taşıyordur. Fakat bu eylem, dinî içeriği boşaltılarak amacı ortadan kaldırıldığındaysa kutsallığını kaybeder. Kutsallığını kaybetmiş bir ebedî dönüş ise, insanda bir dehşete yol açacaktır. Zamanın, doğum-ölüm-yeniden doğum şeklindeki devrevî yapısına karşılık amacı olmayan ve öngörülemez bir şekilde hiç durmaksızın ilerleyen kozmik tekerlek olarak görülmesi insanın tarihe olumsuz bakmasına neden olacaktır. Kendini kıstırılmış hisseden bu insan için tarih elem ve ıstırap verici bir şey olmaktan öteye gidemeyecektir.
Eliade’nin “tarihin terörü” şeklinde ifade ettiği bu fenomen, tam da Sartre’ın “varoluş özden önce gelir” düsturuna bir zıtlık arz edecektir. Nitekim Eliade’ye göre mitler, ebedi dönüş mitosunda da görülebileceği üzere, dindar insanın kendini kutsala açtığı araçlar olarak tebarüz etmektedir. Bu mitler, insana başlangıçta neler olduğunu hatırlatıp insana dünyada, kendi hayatıyla ne yapması gerektiğini, neye benzemesi gerektiğini ve böylece kutsal zamana nasıl açılacağını öğretmektedir. Bu anlayışa göre mitler vasıtasıyla zuhur eden kutsal zaman, insan öncesi özün ne olduğunu insana öğretmektedir.
Haliyle Eliade’ye göre öz, insanın zaman-mekan içindeki varlığından önce gelecektir. Mitler vasıtasıyla insan bu özün ne olduğunu öğrenebilecek ve ilahî kudretin ondan ne olmasını istediğini öğrenip bu prensiplere göre kendini gerçekleştirmeyi başarabilecektir. Sartre’ın anladığı anlamda öncesi olmayan bir varoluş biçimi ise insanı, tarihi dehşet verici bir şey olarak görmeye itecek, bir önce’si, ezelî bir hikayesi olmayan insan anlayışı da yine Sartre’ın meşhur bulantısına neden olacaktır. Bir özü olmayan, varlığına, tarihe ve evrene bir anlam yükleyemeyen fırlatılmış insan da bu manevi krizin prototipi olacaktır.
Bu bakımdan Eliade’nin bahsettiği anlamda bir tarih terörürün en belirgin biçimde tezahür ettiği alan, insanlık tarihinin hiç olmadığı kadar sekülerleşerek kutsalla göbek bağını kendi elleriyle kestiği modern zamanlar olarak belirecektir. Kutsalın insan hayatından kademeli olarak çekilerek şimdilerde cılız ve belli belirsiz şekilde yaşamaya çalıştığı modern çağ, Hümanizmle başlayan süreçte Aydınlanma ve Pozitivizm, teknoloji devrimi gibi aşamalarla kutsalı evrenden çekerek Kozmos’u profan hale getirecektir. Eliade için modern, profan, rasyonel bilincin içine düştüğü çıkmazlar arasında en başta onun tabiattan ve ontolojiden (kutsal) kurtulmak ve özgürleşmek isterken kendisini tarihsel şartlanmışlık içinde sınırlaması ve soyutlaması gelmektedir. Bir başka deyişle, modern rasyonel bilinç, kendisine “açıklık” sağlayan zaman-mekan kategorilerini ontolojik temelinden soyutlayarak gerçekte kendisini kısırlaştırmıştır.
Buraya kadar Eliade bize bir insanlık tarihi okuması sundu. Peki edebiyat bunun neresinde? Birincisi, bu tarih aynı zamanda bir edebiyat tarihi olarak da okunabilir, ikincisi ve önemli olsansa, edebiyatın ve hikaye anlatıcılarının profan insanın kendini kapatmış halinde bir çatlak bularak o çatlağı oymayı, derinleştirip genişletmeyi başarma ihtimalleridir. O çatlaktan içeri sızan bir şarkı, bir şiir, bir hikaye insanın kalbine yerleşip oradan çiçeklenebilecektir. Nihayetinde, söz tohumdur. Hikayenin içindeki tohum da insanın kalbinin çeperlerine çarpa çarpa onun içine sirayet edebilecek bir yetkinliktedir. Mitlerse, arkaik zamanlarda üstlendikleri görevi tekrar üstlenmeye her zaman hazırdır.
Ne var, onlar da kabuk değiştireceklerdir. Bugünün insanına Yunan, Nord veya Doğu mitolojisinin hikayeleri tekrar etmenin anlamı olmayacaktır. Tekrar eden, hikayenin lafzı değil de manası olacaktır. İyinin kötüyle, insanın nefsiyle, aydınlığın karanlıkla olan mücadelesinin evrenselliği üzerinden yeniden ve yeni hikayeler anlatmak mümkündür. Hikayeci, mitlerin anlattığı öze odaklanır, kabuğa değil. O öz üzerinden sonsuz sayıda farklı öykü çıkabilecektir. Kimi bunu fabl ile anlatır, kimi küçük insanın gündelik hayatıyla kimi epik bir dünyada kimi balta girmemiş bir ormanda kimiyse henüz keşfedilmiş bir galakside.
Bu bakımdan, mitlere bakarak değil, onların ilham ettiği tekrar ve yenilenmeye bakarak yeni öyküler anlatılabilir. Öykücü, bir müfessir kesilerek mitlerdeki özü bugünün diline tercüme edecek ve onu bugünün insanı için irtibat kurulabilir, anlamlı bir dizgenin içine yerleştirecektir. Bu meyanda, edebiyat bir sığınak, güvenli ve emniyetli bir yuva olacaktır. Profanlaşmış varlığındaki çatlakları fark eden modern birey, yuvaya dönerek kendine iyice bakacak, o çatlakların arkasındaki her neyse, onunla yüzleşecektir. Edebiyat, içindeki yaratıcı güç sayesinde insanın kendi açıklığına kavuşmasını sağlayacaktır. O nedenle, öykücü efsane söyleyip uykuya dalanların mirasçısı olarak uyanacak ve bize rüyalarını anlatacaktır.