Duy artık

Çok karanlık, çok ıssız. Solumdan yaklaşıp vesvese verir gibi fısıldıyor Gölge.
Çok karanlık, çok ıssız. Solumdan yaklaşıp vesvese verir gibi fısıldıyor Gölge.

Anne, diyorum. Hiç, yok bir şey. Işığı kapatıp odadan çıkıyor. Kapatma diyorum fısıltıyla. Kapatma. O gelecek. O burada. Gölge! Karanlık! Gece yarısı odamın kapısı açılıyor. Karartısı görünüyor önce. Gölge yatağımın altına saklanıyor o gelince. Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Üstümde bir ağırlık.

Cehennemden kovuluş

Sinirime dokunan kelimeleri çok iyi biliyor, bana onlarla saldırıyordu. Ağzını cart diye ayırmak istiyordum. Yıpranmış barbi bebeklerinkini andıran saçlarını yolmamak için kendimi zor tutuyordum. Bağırmaya devam edince daha fazla dayanamadım. Elimde kalan sapsarı yumağa ikimiz de bakakaldık. Kıyameti çağıran bir çığlıkla sen bittin kızım, diye bağırdı. Mahvoldu hayatın. Kolumu pet şişe gibi sıkıveren güvenliğin yüzüne tükürdüm. Beni sürükleyip fırlattı kaldırıma. Çöp poşetiyiz sanki. Annemin sesini duymak istedim. Ekranı çatlamış telefonumdan numarayı tuşladım. İki kez çaldı, vazgeçip kapattım. obilet.com'a girdim. En erken otobüse iki saat vardı. Yanıma çömeldi, "Eve dönmek istediğinden emin misin?" dedi saçlarımı toplamaya çalışarak. Eve gitmeyip de ne yapacağım? İlgileniyormuş gibi yapmana gerek yok. Dokunma, istemiyorum. Sendeleyerek yokuş aşağı yürüdüm. Yavaşlayan dolmuşa atladım, valizi güçlükle kaldırdım. Az kalsın kolumu kıracaktı güvenlikçi hayvan! Öğrenci. Aşti. Sincanlı Mustafa. Sen De Anlarsın. Dolmuşu pavyona çevirmekten başka neden anlarsın? Karanlık değil. Bu iyi. Bir şey mi söyledin, dedi şoför. Gölge, dedim. Gölge. Yok abi, bir şey demedim. Uzaklaşmakta olan otobüs durağına arka camdan son kez baktım.

Aşkın karşı konulmazlığı

Koskoca şehir dururken Gölbaşı'na bin tane yurt yapmak kimin fikriydi acaba. Ona buradan çokça hürmetler ulan bir buçuk saattir yoldayım b i r b u ç u k! İnsanların herhangi bir şehirden Ankara'ya gelebildikleri süre zarfında ben Ankara'daki bir yerden Ankara'daki başka bir yere gidemiyorum. Zaten pek de parlak olmayan gençliğim ter kokulu adamlarla körüklü otobüslerde yer kapma yarışıyla... Her neyse, bunları düşünmenin zamanı değil. 115'ten kendi durağımda değil de dört durak önce, Kocatepe'de inmenin hatırı sayılır sebepleri arasında şu çocuğun da her gün bu durakta inip gölü turlaması... Uzun saçlı. Sakallı ama bebeksi bir surat. İdeal. Karşı yurtta kalıyor. İdeal değil. Bildiğin düz KYK. Tahminlerime göre yol boyunca taktığı kulaklığını yine çıkarmayacak ve dalgın dalgın karşıya geçerken kornaların kendisi için çaldığını fark etmeyecek. Basbayağı takip ediyorsun lan çocuğu! Yok canım. Göle dalıp çıkan karabataklara bakışı, uçuşan saçları, balıkçılarla laflayışı, termosla dolaşan dayılardan çekirdek, çay falan alışı ve benim bir ağacın altında gölün rüzgârı yüzüme yüzüme vururken onu izleyişim.

Yalan bunlar. Ona içimden soruyorum: Her gün ikimizin de Kocatepe'de iniyor oluşumuzun, Gölbaşı Kaymakamlığı durağına Kocatepe deyişimizin kahve içmek gibi bir anlamı olmasın mı? Yine soruyorum: Ne dinliyorsun acaba? Hangi müzikleri seviyorsun? Sahi hangi üniversitedesin? Çantasına I brain Odtü rozeti falan da takmıyor ki nereden bileyim? Hacettepeli tipi var, ama yok diyorum değildir, otobüsü kaçırdığında bile Beytepe servislerine binmiyor. Sabahın yedisinde yurtların önündeki durakta karşılaştığımız her gün, yemekhanenin makine yağlı poğaçasını kemirirken ona göz ucuyla bakmanın, sayısız tahminle hakkında fikir sahibi olmaya çalışmanın hiçbir anlamı yok. Nasılsa bu konuşma provalarının hepsi içimde kalacak, kafasında dönüp duran o şarkıyı hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Belime sarılmayacak herhangi bir alternatif rock grubu konserinde. Gölge pis pis gülüyor. "Sana bakmayacağını nasıl da iyi biliyorsun. Kıyamam." Sinirleniyorum. Elimin tersini geçirmek istiyorum ona böyle yaptığında. Sürekli damarıma basıyor. İnadına.

Cehennemden kovuluş

Onunla tanışmam niye bu kadar uzun sürdü, bilmiyorum. Aslında o kadar da ezik değilim. Üniversitedeki şu iki yılda çekingenliğimden hızla sıyrıldım. Kız yurdunda silik bir tip olmak ne demek biliyor musun? Çiğ çiğ yerler adamı. Gözünü açacaksın. Gerektiğinde saç baş dalacaksın. Survivor da neymiş. Bir avuç çirkef kızla aynı odada kalıyorsan uyanık olacaksın. Salçalı suda yüzen kuru fasulyeleri izlerken düşünüyorum bunları. Peçeteyle kibar bir kızmışçasına dudağımın kenarını temizlerken dilimi uzatıp tadına bakıyorum. İncecik peçete yaprağı dilime yapışıyor. Ucundan, minicik koparıyorum çaktırmadan. Ağzımda hızla eriyor beyaz peçete. Sonra küçük bir parça daha. Rahatlıyorum emdikçe. Durup durup bir şeylerin tadına bakarım ben böyle. Çoğu eşyanın. Sofrada yenmeyen şeylerin tadını merak eder, bir şey içmeden önce bardağı yalarım. Kendimi bildim bileli. Balkon demirlerini yalardım küçükken de. Ne bileyim, her çocuk balkon demirinin tadına bir kez bakmıştır bence. Ağzımda kalan o pası, kokuyu unutmadım hiç. Zaman zaman özler, ona benzeyen şeyleri yalarım yine. Gözyaşımın tuzunu, saç uçlarımın sabunu andıran tadını, saçlarımdaki kepeğin, başımı kaşıdığımda tırnaklarımın arasına dolan yağın tadını bile biliyorum. Parmaklarım günün her saati ağzımda. Oturduğum masayı, kitapları, özellikle kurşun kalem arkalarını, alışveriş fişlerini, ambalaj kağıtlarını, iki günlük tişörtümün yakasını, yastık kılıfını bile...

Gölge kıs kıs gülüyor ben bunları yaparken. "Niye tanışamadığını gayet iyi biliyorsun. Çocuğun yanında da bir şeyleri yalamaktan korktuğun için." Tamam, sus. Tiksiniyorlar benden, biliyorum. Çaktırmamaya çalışsam da çoğu zaman kendimi kaybedip bir şeyleri ağzıma aldığımı, ders çalışırken, kitap okurken o an elimde olan herhangi bir eşyanın tadına baktığımı görüyor; yüzlerini buruşturuyorlar. Bunu telefona bakarken yaptıysam hele... İkna edemiyorum kimseyi. Yaftalanarak, suçlanarak kavga edip geldiğim bilmem kaçıncı odada da sapık ilan ediliyorum. Yurtta takıntımı bilmeyen, beni görünce arkamdan sürtük demeyen yok. Psikolojilerini bozuyormuşum çünkü, dikkatleri istemeden bana kayıyormuş, tuhaf sesler çıkarıyormuşum o sırada; ritmik ve iğrenç sesler... İflah olmazmışım. Bütün akşamlarını yurtta dağınık topuz ve diz yapmış pijamayla geçiren, herhangi bir erkek tarafından beğenme, sevilme ihtimali olmayan, onlarca yıkık tip; olduğumu sandıkları kişiden nefret ediyor. Ben de kendimi savunmayı, onlara kendimi inandırmaya çalışmayı bıraktım. Beni kıskandıkları düşüncesi hoşuma bile gitti.

Aşkın karşı konulmazlığı

Gölde ondan habersiz onunla dolaştığım, hava serinleyince o önde ben arkada Bim'e uğradığımız akşam. Elinde aç bitir paketiyle yanıma gelip sence bundan almalı mıyım, diye soruyor. "Geçen hafta da birlikte almıştık, seninki bitti mi?" Ulan diyorum. Haberin var da niye peşinde çaresizce dolaştırıyorsun vicdansız? Vaktin var mı, diyor. Bir şeyler içelim mi? İçelim anasını satayım, kaç aydır bu anı bekliyorum ben. Elimizde karton bardaklarla göle gidiyoruz tekrar. "Denizi olan memlekette okuyamadık. Mogan da bizim tesellimiz işte." Gıcırdayan iskelede yürüyoruz sazlıklara doğru. Bardağın kenarlarını dişliyorum. Yalıyorum diş izlerimi. Tükürüğüm kahveye karışıyor. Görmedi Allah'tan. Bilkent'teyim diyor, sen? Kafamı veremiyorum söylediklerine. Tedirginlikle etrafa bakıyorum. Çok karanlık, çok ıssız. Birkaç biracıdan başka kimse kalmadı. Solumdan yaklaşıp vesvese verir gibi fısıldıyor Gölge.

"Uzak dur ondan." Kovmaya çalışıyorum gitmiyor. Kayboluyor, ansızın yine karşıma çıkıyor. Şeytani kahkahalar atıyor. Git diyorum git. Şimdi bari yapma. Üstüme yürüyor. Yurda git, diyor. "Aynısı olacak." İçimden geçiyor Gölge. İçim çekiliyor. Hıçkırık tutuyor beni. Heyecanlanınca hıçkırır mısın hep böyle diyor, gülümsüyor. Kusura bakmazsan, yurda dönelim mi? Sonra geliriz yine. Geç oldu, tedirgin oldum biraz. Ya dur, daha yeni geldik. Ne zamandır konuşmak için sabırsızlanmıyor muyuz ikimiz de? Korkma, her gece buradayım ben, başıma hiçbir şey gelmedi. Olmaz diyorum olmaz. Gitmem lazım benim. Sen gelmiyorsan gelme. Kollarımdan tutup sakinleştirmeye çalışıyor. Dokunma bana! Dokunma! O burada. Susmuyor. Karanlık! Kim, kim burada? Gölge diyorum, Gölge. Onu öylece bırakıp yurda doğru koşuyorum. Arkamdan bakakalıyor.

Kovuluş

Nefes nefese olduğum anlaşılmasın diye kapının önünde bekliyorum biraz. Soyadını sormayı unuttum. Instagramını bul bulabilirsen. Bravo. Başına gelen tek güzel şeyi mahvetmeyi nasıl da başardın. Odaya giriyorum. Klasik manzara. İkisi Avrupa Yakası izleyerek çiğköfte yiyor. Tek başına uzanan kızın elinde Hemingway. Çiğköfte, çekirdek ve ter karışımı kokan odada bu büyük azmine saygı duyuyorum. Galiba İngiliz Dili okuyor. Bilkent'teyim mi demişti o? Offff, kafam hep onda. Göldeki korkmuş hali gitmiyor gözümün önünden. Ne yapacağını bilemeden yüzüme bakışı. Çok aptalım çok. Utançla yatağa atıyorum kendimi. Karşımda dikiliyor kız, kitabı komodine bırakmış. Bir şey konuşabilir miyiz, diyor. Bu soru da oldum olası ürkütür beni. Ne bok yedim ki lan, derim. Zorunlu şeyler dışında hiç konuşmadık, ne diyecek bana bu? Dışarı çıkıyoruz. "Aslında ben değil, bir arkadaşım konuşmak istiyor seninle." Arkadaşı geliyor sonra. İlk kez görüyorum. Aradaki koltuklara oturuyoruz.

"Yanlış anlamazsan. Direkt konuya giriyorum ama herkesin bildiğini biliyorsundur zaten. Hani bir takıntın var ya, onunla ilgili konuşmak istiyorum seninle ben. Lütfen yanlış anlama. Yargılamak istemiyorum. Bu konuyla ilgili hiç doktora gittin mi, psikoloğa yani. Ben Psikoloji okuyorum da. Açıkçası ilgimi çekiyor. Neden eşyaları yaladığını bilmiyor musun gerçekten?" Yumruğumu sıkıyorum. Böyle bir şeyin olacağı belliydi zaten. İnsanlar benimle niye konuşur? "Aklınızca dedikodu toplayıp millete yayacaksınız. Sana ne kızım sana ne? Niye yapıyorsam yapıyorum seni ne ilgilendirir? Psikoloji okuyormuşmuş. Siktirin gidin lan! Al bak, hiçbir nedeni yok bile isteye sırf sizi deli etmek için yapıyorum al!" Bağrışlarımızı duyan koridora çıkıyor. Hepsinin gözü önünde çıldırmış gibi duvarı, asansör düğmesini, kırmızı deri koltuğu yalıyorum. Haykırarak ağlıyorum, saçlarımı yoluyorum. Yere çöküyorum bitkinlikle. Gölge bile şaşırıyor bu halime, her şeyin kendi suçu olduğunu bilerek duvar kenarına pusup kalıyor. Olmadık yerlerde bekleyip ansızın karşıma çıkan, beni korkutan Gölge bu kez benden korkuyor. Güvenlik görevlileri bizim kata koşuyor. Dudaklarımı ısırıyorum verilecek kararı duymayı beklerken. Odamı hatta yurdu değiştirmenin çözüm olmadığını artık biliyorum. Sürüldüğüm her yurtta birileri beni rahatsız edici buldu nasılsa. Bir şansım daha yok, kovuldum, biliyorum. Gölbaşı maceram da sona erdi. Müdire karşımda pis pis sırıtıyor. Nasıl olsa gidiyorum. O sımsıkı topuzunu dağıtmamak için bir neden göremiyorum ben de.

Cehennem

Saçlarım annemin dizlerine serili. "Niye süründün otobüslerde? Arasaydın, gelir alırdı baban." Anne, diyorum. Tamam tamam diyor, sustum. Eve çıkacağım ben. Yurtta yapamıyorum anne. Yemekleri çok kötü. Belli, diyor. Zayıflamışsın. İncecik kalmışsın. Gerçi sen hep böyle sıskaydın. Sebebini biliyorum ben. Tırnak yiyorsun. Tırnak yiyen insanda hastalık eksik olmaz. Anne, ben sadece tırnak değil, başka şeyler de yiyorum. Duvarların sıvası dökülmüş yerlerini kazıp yiyorum bazen. Toprak falan. Yüzüme bakıyor şaşkınlıkla. O zaman vitamin eksikliği var sende, diyor. Vücut sandığımızdan daha zekiymiş. Neye ihtiyacı olduğunu bilip gidermeye çalışırmış kille, kumla. Televizyonda Doktorlar... Anne, diyorum üstüne bastırarak. Anne. Benim olmayacak zamanda olmayacak şeyleri yalayasım geliyor. Emmek istiyorum. Durduramıyorum kendimi. Hastalık gibi. Annem kahkaha atıyor. Ben seni sütten erken kestim, ondandır, diyor. Neşeyle anlatıyor.

Dişlerin çıkmıştı. Isırıyordun, ben de göğüs uçlarıma limon sürüp bıraktırdım. Biberon verdim, üç yaşına kadar biberon emdin. Sonra onu da unutturdum. Emmeye doyamadın sen. O yüzdendir. Anne yalan söyleme, sen Freud bilmezsin, demiyorum. Susuyorum. Biz sana başta söyledik. Gölbaşı'ndan Ankara'ya gidilir mi her gün? Ev tutalım dedi baban. Biz de gelip kalırız arada. İstemedin. Başımı kaldırıp yüzüne bakıyorum. Tamam diyor, bir şey demiyorum. Kaç yıl oldu. Bir türlü kabullenemedin. On yıl oldu anne. Dokuz yaşındaydım evlendiğinizde. Kendi ağzınla söylüyorsun. Çok olmuş, hâlâ baba demiyorsun. Parasını almıyorsun. Ayıp. Neyse diyor, açmayacağım, tamam. Uyu artık. Yoldan geldin. Valizi sabah hallederiz. Anne, diyorum. Hiç, yok bir şey. Işığı kapatıp odadan çıkıyor. Kapatma diyorum fısıltıyla. Kapatma. O gelecek. O burada. Gölge! Karanlık! Gece yarısı odamın kapısı açılıyor. Karartısı görünüyor önce. Gölge yatağımın altına saklanıyor o gelince. Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Üstümde bir ağırlık.