Emre Ergin’i ben de herkes -birçok kişi- gibi Dedalus Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Dördüncü Dilek ile tanıdım. Dördüncü Dilek, romandı. Ara sıra dergilerde Ergin’in öykülerini okuma fırsatı bulsam da; bu öyküleri bir kitapta toplamak bambaşka bir manadır. Ergin, romancılığının ardından öykücülüğünü de ilan ve beyan etmiş bulundu. Hayırlı olsun.
Öncelikle kitabı beklenti içinde elime aldığımı belirtmeliyim, Dördüncü Dilek’te Emre Ergin’in bize ait olanı yazma ustalığı -belirli yerlerde- gözüme ilişmişti; aynısını, en azından benzerini öykü kitabı Acziyetin Tekniği’nde de görmeyi umuyordum. Nitekim öyle oldu. Emre’nin öyküleri tuhaf öyküler. Onları okurken bize ait olanı, çok yakınınızda hissediyorsunuz, bizim öfkemiz, bizim aşkımız, bizim heyecanımız. Bunun yanı sıra öykülerin büyük çoğunluğu -özellikle kısa öykülerin- anı/hikaye tadında. Atmosfere girip, tam bu gerçek bir hikaye galiba ulan, dediğiniz dakika da karşınıza bir absürtlük çıkıveriyor. Çıksın, absürtlük de hayattan içeri.
Emre’nin uzun öykülerini daha çok sevdim, çünkü Emre, karakterlerini pazarlamayı iyi biliyor. Karakterleri sevin ya da onlardan nefret edin ama onlara karşı bir şeyler hissedin, bu sizi öyküye bağlar. Ergin’in karakterleri işte tam da bu minvalde karakterler; sevilecek yahut nefret edilecek cinsten. Kısa öykülerindeyse aynı tadı aldığımı söyleyemeyeceğim. Özellikle bazı kısa öykülerinde yazar, deneme diline kaymış. Oysa Ergin, bundan daha fazlası, bunu birçok metninde belli ediyor.
Kitapla ilgili bir diğer nokta da şu ki, her öykü kafası rahat başlıyor ve o çizgide devam ediyor. Herhangi bir zorlama mevcut değil, Emre öykülerine Sait Faik öykülerinde rastlanır cinsten bir rahatlıkla başlıyor. İlk cümle önemlidir, ilk cümle yazdırır/okutur. İlk cümleden öykünün gidişatını hazırlamak ve devamında gereksiz cümle ve içi boş anlatı kullanmamak, Ergin’in bir form olarak öykünün hakkını verdiğinin göstergesi; yani bir diğer tabirle Emre, boşa sıkmıyor, israftan kaçınıyor. İlk kitabı roman olan bir yazar için tebrik edilesi bir nitelik.
Geçelim başka bir mevzuya; Emre’nin jargonu geniş. Bizlere öyküleri, farklı farklı insanların ağzından okutuyor. Bir bakıyorsunuz Emre, taşrada/köyde yaşayan bir adamın ağzından bozuk Türkçeyle konuşuyor, sonra bir bakıyorsunuz bir taksi şoförünün ağzıyla küfrediyor, bir gazinin ihtiyar kibarlığıyla olup biteni, değişimi anlamaya çalışıyor. Dilde yelpazeyi bu kadar açmak, cesaret ister, aşina olmadığın bir jargonu kolay kullanamazsın. Benim buradan çıkarımım; öncelikle Ergin’in iyi bir gözlem kabiliyeti ve daha sonra köyde bayramlarda gitmelik akrabalarının olduğu ve sık sık taksiye bindiği… Şaka bir yana kurmacayı besleyen bu cesaret her yazara lazım.
Peki neden “acziyet”, işte kitabın gerçekten aşina hikayelerle dolu olmasının altında yatan sır. İşte Ergin’in karakterlerine karşı boş olmamamızın besi kaynağı… İşte Emre’in Acziyetin Tekniği kitabındaki hayat çeşmesi. İşte ilk paragrafta bahsettiğim “bize ait” yakıştırmasının çıkış noktası budur. Bu kitapta mutlu sona ulaşan, mutlu sona ulaşmasa da içinde yaşadığı dipsiz kuyuyu kabul etmiş, modern ve bu yüzden aslında bir kez daha mutlu, hazır cevap, utanmazca her işin üstesinden gelebilen, ben lafzını farkında ya da farkında olmaksızın her şeyin üstünde tutan, süper veya anti kahraman YOK. Bu kitapta biz varız; zora düştüğünde utanıp sıkılan, çekinen, yüzü kızaran, öfkelenen, küfreden BİZ.
Ben Emre’yi beğendim, eller alsın, okusun. Yazı serüvenini merakla, heyecanla takip edeceğim.
Emre Ergin’in yeni kitabı Acziyetin Tekniği, geçtiğimiz ay İz Yayıncılık’ın Muhayyel Kitap serisinden çıktı. Hadi şimdi gidin okuyun!