Defterdar / Evlat Katli İçin El Kitabı'na Bir Okuma Denemesi
Kitap altı bölümden oluşmakta. Yazar, tüm bu bölümlere özel öyküler yazmayı başarmış. Hatıra Defteri bölümünde kurgularını geçmişe dayandırıyor. Veresiye Defteri ise edebiyat birikiminin, edebi sorunsalların tartışıldığı bir bölüm. Yazar, bu adı özellikle seçmiş. Geçmişten alacaklı...
Defterdar, modern öykünün sıkıştığı zamanlarda; menkıbelerin, kutsal kitapların, anlatıların, klasiklerin, mitolojilerin besleyip büyüttüğü; bunca birikmişliğe rağmen öykü yapısını zedelememesiyle son dönemlerde çıkan en nitelikli öykü kitaplarımızdan. İlhan Durusel, kimi zaman röportaj formunda, kimi zaman fotoğraflardan yola çıkarak yazar öykülerini. Bazen dipnotlarla kurar bazense teatral formlarla destekler. Neredeyse bunların tümünde başarılıdır. İnce işçilikli dili, biçimin de etkili kullanılmasıyla son derece başarılı bir öykü atmosferi oluşturur ve okuru direkt metnin içine çeker. Defterdar- Evlat Katli İçin El Kitabı’nın ele aldığı meselelerden dolayı yükü ağır ama tüm öykülerde bu yükün altından kalkmayı başarmış durumda.
Kitap altı bölümden oluşmakta. Yazar, tüm bu bölümlere özel öyküler yazmayı başarmış. Hatıra Defteri bölümünde kurgularını geçmişe dayandırıyor. Veresiye Defteri ise edebiyat birikiminin, edebi sorunsalların tartışıldığı bir bölüm. Yazar, bu adı özellikle seçmiş. Geçmişten alacaklı... Dergilerin büyük bir umutla beklediği edebiyat dünyasını sarsacak büyük şairler, üstadlar, sanatın toplum için olduğunu tartışan ve bir röportajla bugünlere tekrar gelen Namık Kemal, Namık Kemal’in vesilesiyle yeniden andığımız Ziya Paşa, bir öyküde bizi yeniden “Ey okur,” diye selamlayan Ahmet Mithat’ı merkeze alan öyküler bu bölümde işlenmiş.
Not Defteri; farklı biçimlerin işlendiği bir bölüm; bir şiirin açıklaması, yeni bulunan bir yazıtın çevirmen-editör notlarıyla verilmesi, bir savaşın teatral bir biçimde öyküye yansımasıyla oluşturulmuş, genellikle epik tarzda metinler ön plana çıkıyor; adı “Not Defteri” olsa da kitabın tam ortası ve son derece başarılı. “Dar Defter”, Durusel’in öykülerine göre daha kısa, deneme türüne yaslanan metinlerden oluşsa da dilinin başarısıyla kitapta hiç sırıtmıyor. “Boş Defter”de yazarın ben ve o kavramıyla ilişkin sorgulamaları ve mektup arkadaşlığı üzerinden kurguladığı bir öykü var. Ve bu öyküde de yazarın incelikli dilini yabancı bir karakter üzerinden nasıl dönüştürdüğüne tanık oluyoruz. Tam bir ustalık gösterisi olarak karşımızda. “Kareli Defter”; eski metinlerin yeniden işlenmesi, kadim anlatıların yeniden şekillenmesi bakımından önem taşıyor.
“Şiir bir icattır. Düzyazı, roman-hikâye ise bir inşaat.” der “Hayriye Murad’ın Açık Kapısı” isimli öyküsünde. İlhan Durusel, sağlam bir zemine yaslanmış durumda ve bu zeminin üstüne muazzam yapılar inşa etmiş. Bu inşaatları yaparken, icatları da inşaattan ayırmamış, şiiri asla es geçmiyor. Dilini öyküsünün atmosferine göre kah şiire yaslıyor kah nesrin sert yumruklarını geçiriyor. Ele aldığı meselelere göre yoğurduğu dili, metin atmosferlerinin en güçlü ögesi durumunda. Kendi sesini bulmuş, üstelik bu ses gürül gürül akan, uğultusuyla herkesin dikkat kesilmesini sağlayan güçlü bir ses. Bu sesin içinde kadim edebiyatçılarımızı da buluyoruz.
Namık Kemal, Ahmet Mithat ve diğer ediplerimiz Durusel’in tam da yanında yer alır. Şairler, Durusel öykülerinin cephesinde sağlam kaleleri oluşturur. Gürültülü bir savaşın, ağır mağlubiyetlerin kurtarıcısı olarak görülüyor bu ses; yıkılmaya başlamış, köhnemiş, çıkış bulamayan bir toplumun gözlerine umut olmak için aranır, ama bu arayış salt kurtarıcıların beklenmesi değil aynı zamanda sorgulanmaların da baş aktörüdür. Namık Kemal’in, Ziya Paşa’nın öykünün gündemine oturtulması, geçmişe dair bir sorgu taşırken, “Adı Truva Olsun” öyküsünde Melikşah’ın beklenen bir şair olması, komutanlığından çok sözünün hikmetinin öne çıkması kurtuluşun da gene sözde, şiirde arandığının habercisidir.
Durusel Öykülerinde İyi İşlenmiş Birer Katman: Toplumsal Meseleler
Daha önceki yazılarımızda da iyi bir kurgu kitabın katmanları olduğunu söylemiş bunları ele alırken klasik kurgu dışındaki diğer katmanların toplumsal meselelerin ve sorunsalların tartışılması olduğunu söylemiştik. İlhan Durusel, bu katmanları da son derece ince bir biçimde işleyen yazar. Göndermeleriyle hayatın nabzını da tutar, toplum yapısını göz ardı etmeden; değişimleri, meseleleri ele almayı başarır. Özellikle edebiyat dünyası hakkındaki saptamalarıyla edebi sorunları da öyküsünde tartışmaya açar. Üstelik bunu yaparken öykü yapısını zedelemez, okurun gözünün içine sokmaz. Bu meseleleri tartışmak için biçimin, dilin, kurgunun gücünü kullanır. Ziya Paşa’ya söyleyin, nesir yazsın, nesirde kalemi çok kuvvetli. Bize sağlam nesir yazarları lazım. “Şiir ve İnşa”yı azim etsin, üşenmesin, bitirsin, yarım bırakmasın. Mithat aşırı hırslı. Kendi başını yiyecek.
Ben çok yaşadım, çok gördüm, yarım kalan her şey geldi iltihab gibi döküldü önüme. Bizi düzyazı düze çıkaracak desin kitabın başında. Böyle bilinsin... Yarım kalan tasarılar, yüzüstü uykuların rüyaları, kullanma süresi geçmiş hayaller, yapamadığımız otomobillerin mezarlığı, elini tutamadığımız gizli aşkların arka çöplüğü bu ülke. Sadece edebiyat sorunlarının değil toplum reflekslerinin de eleştirisini yapar Durusel. “İşlemeyen Baltaya Ne Denir? / Bir Raskolnikov Rüyası” öyküsünde yazar, duvardaki baltaya dair düşünceleri titiz bir dille işler. Kimsenin senelerdir dokunmadığı baltayı toplumu harekete geçirmek konusunda incelikle işlenmiş, göndermelerle yüklü bir öykünün güçlü bir metaforu haline getirir. Raskolnikov aracılığıyla topluma göndermelerde bulunur. Baltanın artık işlememesi toplumsal bir sorun olarak görülebilir.
Baltanın artık işlemediğini düşünen kişiler toplumumuzun bir yansıması olarak ortaya çıkar. İşlemiyor yahu, anlamıyor musun? İşlemeyen balta bilenir mi? Hey, komşular! Kadilli! Soğuk Beyinli! Duyduk duymadık demeyin! Bizim oğlan işlemeyen baltayı bileyletmek istiyor!... Asım, baltayı böyle kıl gibi keskin bilenmiş görünce ürpersin. Öbürküler de İşlemiyor diye tekrarlamaktan vazgeçsinler. Balta, öyküde son derece ince işlenmiş bir metafor olarak karşımıza çıkar. Okuyucuyu nakavt eden bu kısa öykü toplumsal açıdan okunabilir. “Boş Mukavele” öyküsünde futbolu işlerken de toplumsal boyutu es geçmez. Olay böylece unutulup gitti. Şimdi düşünüyorum da o yıllarda futbol böyle din gibi, bir afyonkeş mezhebi değildi. O yıllarda insanlar hayatta bulamadıkları, arzulayıp elde edemedikleri şeyleri yeşil sahalarda başkalarının başarılarıyla telafi edip, teselli bulmuyordu.
(“Boş Mukavele” öyküsünden) “Bir Zamanlar Kasaba” öyküsünde ise kasaba- kent ayrımına girişir. Birçok yazarın ele aldığı bir mesele olan bu soruna da farklı bir açıdan yaklaşmayı başarır ve kasabayı öykünün merkez kişisi haline getirir, kentle karşılaştırır ve toplum sorunlarına değinir. Kentin bir türlü kabullenemediği, kasabanın (bu kadar genç, deneyimsiz, aceleci olmasına rağmen) onu ilk görüşte ruhunun derinine kadar okumuş olmasıydı. Sokak dili bu, seçkinlikten uzak ama ne mal olduğunu anlamak bu duruma daha uygun bir deyiş. Kasaba, şimdi tepeden şehrin üstlerine bakıp ah minel aşk diyordu kendi kendine. Kent duyuyordu bunu son model soundsystemleriyle; kayıt stüdyoları, radyoevleri, anten kuleleri, yüksek gerilim. Her şeyi dinleyip gizli gizli kayıt ediyordu, bir gün gelir lazım olur diye.
Son Söz Niyetine
Defterdar, ele aldığı meselelere farklı perspektiflerden bakan, çok katmanlı olarak okunabilen, biçimde yenilik arayan ve bunu iyi bir şekilde uygulayan, dili son derece titiz bir öykü kitabı olarak karşımızda. Tüm bunları yaparken ne kurgudan ne dilden taviz verir. Her öyküsüyle nitelikli öykü nasıl olmalı sorusunun cevabı olabilecek bir kitaptır. Son dönem iki üç güzel öyküsü olan kitaplara bangır bangır reklamlar yapılır, genç yazarlar büyük bir eser sunmuş gibi meydanın ortasında bir savaşçı olarak lanse edilirken İlhan Durusel ders olarak okutulacak bir eser ortaya koymuştur. Gönül rahatlığıyla son dört beş senenin en iyi öykü kitaplarından birisi olduğunu söyleyebiliriz. Üzerine daha çok konuşulması, daha farklı açılardan yaklaşılması gereken eserlerden birisidir. “Balta şimdi hikâyenin başındaki gibi duvarda asılı. Gönderilen baltayla bileyciden gelen aynı balta değil ama.”(“İşlemeyen Baltaya Ne Denir” öyküsünden...) Bu kitabı okumadan önceki okurla, okuduktan sonraki okur bir değil. İşte bu İlhan Durusel’in başucu yazarlarımızdan biri olmasına yeter.