Clain Köprüsünde Maria
Binanın en tepesinden ona bakıyorum. Köprünün karşısındaki evi gözlüyorum tüm gün. O eve girince apartmanının önünde köpek oluyorum. Ölüyorum. İşte buradayım. Canım Maria, işte burada. Sen hangi yola düşsen ben senin gölgenim Maria, hangi eve girsen ben senin kapın, kilidin. Sen bilmezsin Maria, sen başkasına güldüğünde Maria, ben ölüyorum Maria.
Serin bir akşamüstü. Maria’nın rugan ayakkabılarına ay ışığı düşüyor. Haki yeşil eteği hafif esen rüzgârla milimetrik yukarı kalkıyor. Elleri, beyaz elleri bir heyecanı iliklemek, düğümlemek istercesine ortada bir yerde, zaman zaman trençkotunun yumuşak düğmelerinde zaman zaman çantasının tokasında. İleride ışıklar içinde kalan, sanki kara, tüysüz bir köpek derisini andıran suya dikkat kesiliyor. Birazdan onunla buluşacaklar. Ara sıra sesler çoğalıyor, yapay ışıklar köprünün altından geçen suya yansıyor. Suyun üzerinde etraftaki barlardan, evlerden, bisiklet lambalarından düşen yuvarlak parıltılar. İnsanlar komut almış gibi hep bir ağızdan konuşuyorlar. Beyaz tenli bir kız, esmer bir erkeği boynundan öpüyor. Köprünün üzerinde birbirine dolanmış iki vücut. Kafasını önüne çeviriyor Maria. Hâlâ gelmedi. Beklemenin, bekleyenin ve bekletmenin ne olduğunu düşünüyor. Uzaktan onu görüyor. Bu sırada yapay ışıklar gelen kişiye doğru yöneliyor. Uzun boylu, yapılı, yuvarlak yüzlü bir oğlan ona doğru geliyor. Işıklar çoğalıyor ve yüzünü aydınlatıyor. Etrafta sayısız insan, hâlâ bir karmaşa halinde konuşup duruyorlar. İbtisam, nazik hareketlerle yanına geliyor ve başı ile Maria’yı selamlıyor.
Kestik.
Devam.
Maria, gözlerini İbtisam’ın üzerinde gezdirip, en son çıkık elmacık kemiklerini inceliyor. Aldığı eğitim ona bazı işaretlerden yola çıkarak kültürel ve sosyolojik analizlerde bulunmasını sağlıyor. Bu kimi zaman onu yoran, anlamın derinliklerinde boğan bir ritüele dönüşüyor. Gözleri yakından daha küçük ve sevimli olan bu gence bakıp, tebessüm ediyor. İbtisam çok konuşmadan, düzgün dişli ağzını açıp, “Mektup nerede?” diyor. Maria, çantasının tokası üzerinde hazır duran sağ elini bir hamle ile -mektubu çıkarmak için- çantaya daldırıyor. Cüzdan, siyah göz kalemi, sigara ve demir kaplı bir çakmak -babası vermişti-, dolmakalem, küçük not defteri, ıslak mendil ve nihayetinde mektup. Zarfı -üzerindeki pulu parmaklarıyla hissettikten sonra- İbtisam’a uzatıyor. Mektubu alan genç, teşekkür edip ilerliyor. Clain köprüsü üzerinde birden sessizlik oluyor. Yapay ışıklar kapanıyor.
Kestik.
Bitti.
Merdivenden çıkıyor. Eteklerini toplayarak. Vakit hayli geç. Bu rol bana çok yakıştı. Şimdi gidip derin bir uyku çekeceğim. Pijamalarımı giyip, soğuk ve boş yatağın köşesine miskin bir kedi gibi kıvrılacağım. Yarın erkenden uyanmam gerek. Aç da değilim, hiç olmadım. Hele âşık olacağımı hissettiğim zamanlarda hiç. Hissedilebilen bir duygu çünkü. Nefes kesen. Mideye vuran, uykuya vuran, göze ve söze vuran. Gelen mail var mıdır acaba? Evin kapısını açıyor. Krem rengi duvar karşılıyor onu. Sonra kabak kemane. Babasının ve annesinin resmi. Işığı hep açık bırakır. Girdiğinde ürkmemek için. Bu kadar yıl onca eğitim almış, devlet erkânında ulak olarak çalışmış bu kadının da bazı ürktüğü şeyler elbette olmalı. Diğer odaya geçince eliyle duvardaki düğmeyi arayıp buluyor, mavi duvarların üzerine gölgesi düşüyor. Kendisini boş bir çuval gibi yatağın üzerine atıyor. Pijamaları giymeye takati yok. Küçük gözleri nasıl da etkilemişti onu. Daha önce hiç karşılaşmamış, hiçbir yerde görüşmemişlerdi. Gözleri tavana doğru, saçlarını bileğindeki siyah toka ile toplayıp uykuya dalıyor.
Maria’nın gözlerinde duruyor bu kez yapay ışık. Hep gece oynanan bir oyun, hep gece söylenen bir türkü, hep gece ağlayan bir ses Maria. Bu kez Clain köprüsünün insanlardan uzak bir köşesinde yalnızca su seslerinin olduğu bir yerde Maria. Aynı çantayı takmış. Siyah, yuvarlak, biraz eskimiş, içi iki bölmeden oluşan küçük bir çanta. Bugün içinde iki mektup var. İbtisam ile ikinci ve son karşılaşmaları olacak. Hep böyle olur. İlk karşılaşmadan sonra bir kere daha karşılaşanlar arkadaş yahut sevgili hiç karşılaş(a)mayanlar ise birer yabancı olurlar. Yine erken giden Maria. O geç kalmalara alışkın değil. Sonbaharın güzel iklimi tüm vücudunu sarıyor. Bu akşam İbtisam’a çok dikkatli bakmayacak. Başını eğerse o da eğecek, konuşursa o da konuşacak, seviyorum derse o da sevecek. Maria, sevgiye ve sevmeye düşkün Maria. Sazlıkların arasından Clain Köprüsünün ışıltıları görünüyor. Uzakta çok uzaklarda küçük bir balıkçı teknesi.
Tam bu sırada İbtisam çakıllı yoldan ona doğru yaklaşıyor. Yanına kadar geliyor. Yapay ışık burada kesiliyor. Yalnızca ayın şavkı ve iki yüz. Maria şifreli soruyu soruyor. İbtisam yumuşak sesi ile cevap veriyor. Elini çantaya sokup mektubu hemen buluyor bu kez. O istemeden, talep etmeden. Bir görev yalnızca hızlı yapılırsa değerlidir çünkü. Bunları ne çok konuşmak istiyor İbtisamla. Onun da aynı yangın içinde olduğunu hissediyor. Bir kız olarak konuşma arzusunun bu topraklarda değil ama kendi topraklarında yanlış anlaşılacağını da biliyor. Kilometrelerce, saatlerce, günlerce uzakta olduğu toprağına bağlılığı, birden yüreğinde hissediyor. Nedense birden babasının ve annesinin başına gidip, buz gibi bir taşla karşılaştığı o anı hatırlıyor. Sonra kardeşlerinin şen şakrak seslerinin nasıl da bulutlarla kaplandığını. Mektup elinde bekliyor Maria. İbtisam sormuyor. Elini uzatıyor. Maria karanlık içinde, ay ışığının yüzlerini yarı aşikâr ettiği bu yerde bu davranışa anlam veremiyor. İbtisam sanki hiç hayatına girmemiş gibi çekip gidiyor.
Kestik.
Son.
Binanın en tepesinden ona bakıyorum. Mütemadiyen ona bakıyorum. Köprünün karşısındaki evi gözlüyorum tüm gün. O eve girince apartmanının önünde köpek oluyorum. Ölüyorum. Maria, ünlü oyuncu Maria. İşte buradayım. Canım Maria, işte burada. Benden haberin yok, olmasın. Ben seni görüyorum, seviyorum ya, yeter bana. Sen hangi yola düşsen ben senin gölgenim Maria, hangi eve girsen ben senin kapın, kilidin. Sen bilmezsin Maria, sen başkasına güldüğünde Maria, ben ölüyorum Maria. Şimdi burada, bu yerde, şehre ve sana tepeden bakarken, bakarken renkli ışıkların suya düşüşlerine, yanındaki insanlara, rol kesmelerine, oyunculuğuna, yalnızlığına. Seninle konuşacak cesareti olmayan ve daima kendine kaçan, mağarasından çıkınca soluğu Clain köprüsünün karşısındaki bu ulu, bu kudretli, bu korkunç, bu soğuk, kahverengi binada alan ben, uçmak istiyorum Maria. Sen daha güzel oyunculuklar yap diye, sen daha güzel gül diye, sen ışıklar altında bir kelebek gibi salın diye, hayatına dokunmamak için, korktuğum için Maria.
Başlayan her şeyin biteceğine inanıyorum. Beni sevsen bile bunun biteceğine. Sevgiye, sevilmeye değil ama sevmeye müptelayım Maria. Sen bilmezsin, nereden bileceksin Maria. Sen parlak ışıklar altında bir yıldız bense kendi acziyetinin gölgesinde bir korkak. İşte şimdi bitiyor az kaldı. Birkaç merdiven daha. Daha ucuna binanın. Kendimi boşluğa bırakıyorum. Sana bırakıyorum bundan sonraki rollerimi Maria. Hoşça kal...
Kestik.
Son.