Ciğerlerinin açıldığını
Böyle oldu ölüm meleği. Gelenim yok suyumdan, sancımdan başka. Diyorum ki Allah'la bir konuşsan. Bir yolcu kadın var desen, karnı burnunda. İstediği yeni bir soluk değil. Sadece soluğunu duymak istiyor yavrusunun. Ciğerlerindeki tomurcuğun açıldığını.
Güneşin beni fokurdayan lavlara yuvarladığı vakitlerdi. Tenimi ezdiği, tuzlu suyla pişirdiği vakitler. Boynumda bir ter damlası belirdi, kendine yol çizdi, kıvrıldı, göğüs arama girdi. Damlalar sırtımdan belime inerken tuhaf bir gıdıklanma hissi veriyordu. Koltuk altımdan göğüs uçlarıma, bacaklarıma kadar ele geçirdi beni yapışkan ıslaklık. Saçlarım yük oldu enseme, hepsini bir çırpıda yolup kurtulmak istedim. Bütün bunlar olurken yanımdan onlarca araç hızla geçmeye devam etti. Audileriyle tatile giden çocuklu aileler, hafriyat kamyonları, çekiciler, ürkütücü tırlar, gamsız motorcular, ilçe servisleri, mayışmış yolcularıyla tur otobüsleri yarış yapıyor gibiydiler. Ara ara elimi kaldırarak metrelerce yürüdüm. Yırtıcı kornalarına basarak geçip gittiler. Kimse durmadı. Kimse merak edip de neyin var diye sormadı. Daha fazla dayanamayacaktım. Bitti dedim, buraya kadarmış. Kalan son soluklarımız bunlar. Yol kenarındaki tarlaya güçlükle atladım.
Sararmış ekinlerin üstünde emekleyerek saman balyalarına ulaştım, sırtımı yasladım. Soluklanmaya çabaladım, ölüm meleği kurumuş kayısı ağacının arkasından bana bakıyordu, şimdi değil, dedim. Az kaldı, ben sabrettim, sen de et. Sen en dürüst meleksin, çıkınca Allah'ın huzuruna, senden bir şey istediğimi, o yüzden canımı almakta geciktiğini açıkça söylersin. Bana acımıyorsan bebeğime acı, biraz varsa merhamet duygun. Kendi soluğunu bulamadan yitirecek yavrum. Ben otuz yıl boyunca her gün bitmeyecek sandığım soluklar alıp verdim. Sadece bir defa, bari tek bir soluk alsın, ciğerlerindeki tomurcuklar açılsın. Ciğeri yansın, bağırsın, bağımsız yaşamanın bedelini anlasın. Karnımı gösterdim, bak dedim ölüm meleğine, senin zıddın. Ölümde yanımızda olursun, o göçüşün şahitliğini yaparsın; peki doğarken de başımızda bir melek bekler mi, var mıdır bir adı, yoksa o sen misin?
- Nihayetinde rahim, içinde doğumla ölümü aynı anda barındıran bir mezar. Rahim de vedalara aracı olur tabutlar gibi. Rahim de ölür, hiç bitki yetiştirmemiş sandığın kupkuru, çatlak topraklara benzer zamanı gelince. Tazecikken bir dokunuşun heyecanıyla kasılmamış gibi. Islanmaz olur, canlanmaz olur, bir damla kanın hasretini çeker de bedeni yakıp kavurur bu hasretlikle. Rahmi öldüren de sen misin? Söylediklerim dikkatini çekmişti. Saklandığı yerden çıkıp karşıma oturdu ölüm meleği. Nemli tişörtümü çıkardım, toprağa serdim. Sütüm akıyordu, memelerimde dayanılmaz bir sızı. Yanımdan bir hayvan geçse onu bile emzirirdim bu ağrı dinsin diye. Çatlaklarla dolu kocaman karnıma dokundum. Dokuz ay yirmi bir gün oldu. Doğmadı bebeğim. Yükseklerden zıpladım, otlar kaynatıp içtim, karnımı okşadım, seslendim yavruma, ninniler söyledim. Sancısını gönderdi, kendi gelmedi. Ağrılarla uyandırdı kör uykularımdan, bitkin düşene kadar ağladım, korkunç çığlıklar attım, geliyor dedim bu sefer doğacak.
Yediğim iki lokma, içtiğim su zehir oldu. Kusturdu, öğürmekten içim ağrıdı, yine gelmedi. Ama ölmedi de. Ölse bilirdim. Yazgısında rahimde ölmek olan bebeklere geldiğinde annelerine de görünür müsün bilmem. Canımdan can gidiyor, bir bağ olmasa, tamam diyeceğim, habersiz hallet işini. Ama arada bağ var, göbek bağı. Ben yavruma oksijenini verdim o bağla, soluğu oldum, kanı oldum onun. Ben o yolla sevgimi yolladım bebeğimin hayat dolu damarlarına, acılarımı, korkularımı gönderdim. Söyle ölüm meleği, onun canını bana hissettirmeden, usulca alıp gidebilir misin? Bu balyayı bir yerlerden hatırlar gibiyim. Sevgilimle yolculuğa çıktığımız bir geceden kalma. Umursamadan uzaklaştığımız. Bir heyecan rüzgârında sürüklenip gittiğimiz. Kendiliğimizi hafızamızdan izi kalmadan sildiğimiz. Gündüz, şehir, iş güç, suçlular, kelepçeler, kir pas, stres, gelgit, gece, çalış, hayat, para, yaşamak, otel baskınları, şehir eşkıyaları, operasyonlar, gelgit. Arada aşk. Onu görünce dünya bütün suçlarından arınmış bir yer olurdu.
Dünya ellerimde beyaz bir çarşaf, çitileyerek saatlerce yıkardım onu. O gün biraz soluklanalım diye sağa çekip buna benzer bir tarlaya inmiştik. Dolunay vardı. Yıldızlar daha bir çoğalmıştı. Beni kucağında taşımıştı sevgilim, ayaklarım yere değmiyordu. Yaz gecelerinin o sakin rüzgârı ekinleri kımıldatıyor, tenimize yavaşça dokunup geçiyordu.
Saman balyasına yaslandım, o uzandı başını dizime koydu. Kalbim ağzımdaydı. Bir anda doğrulup öptü kalbimi. Ağırlığını hissettim.
Kalbim, memelerim duydu öpüşlerini. Gözlerim duymadı, ikisini de kapatmıştım. Tek bir soluğumuz var, diye fısıldadı. Soluğu soluğum oldu. Mutluluktan uyuşmuştuk ama içimde bir huzursuzluk. Söylesem mi dedim. Her şeyi anlatsam. Şimdi tam zamanı. Karar vermiş olmanın kalp çarpıntısıyla yüzüne baktım. Huzur doluydu. Sustum. Dokuz ay geçti, dokuz ay yirmi bir gün geçti. Doğmadı, doğamadı yavrum. Takdir ettim. Yaşama tepkisi vardı bebeğimin, güçlü bir duruşu, bir tercihi vardı. Hayran oldum. Gurur duydum onunla.
- İçimde bir dokuz ay daha tutsaydım keşke. Bunun bir yolu olsaydı. Taşırdım. Ben ömür boyu taşırdım onu, yemin ederim. Soluğu olsaydım yine, nefesini benden alsaydı. Ya doğup buraların pisliğinde ölecek ya da içimde kendi pisliğini yiyerek. Onu çağırdım. Kusuyorum ben dedim. İçimde bir şey var sanki, bir hastalık, kendimin olmayan bir nefes. Yoksa, dedim sevgilim, yoksa... Olmaz dedi. Değilsindir, yediğin dokunmuştur. Güneş geçmiştir dedi başına. Gücendim. Zoruma gitti. Gözlerim doldu. Ağlamadım, gözyaşımı tuttum tuttum, içimde su dolu kocaman bir balon oldu, yuttum onu. Boğazımdan güçlükle indi. Kusmalarım arttı. Sıkıca bağladığım çaputlar karnımdaki değişikliği saklamaya yetmedi. İki numara büyük sutyen giymeye başladım. Yüzüm kahve kahve lekelendi, güneş yanığı oldum. Fondötenler kapatmaya yetmedi. Rahmim hızla büyüyordu! Tangaların, mini eteklerin içine sığamıyordum.
Ayaklarım artık 37 numara stilettolara girmiyordu, çok ödemlilerdi, parmağımla bastırınca derin çukurlar kalıyordu. O parlak, pürüzsüz bacaklarım löp löp ele gelen, varisli, şiş bacaklara dönüştü. Bu gördüğün vücut böyle değildi. İçime yeni bir soluk geldi beni baştan yarattı. Ölüm meleği yanlış bir şey söylediğimi düşündüren endişeli bir bakış attı. Sol omzuma baktım, melek bir şeyler yazıyordu. Es selamu aleyküm ve rahmetullah diyerek sağ omzuma baktım. Galiba tam tersi olması gerekiyordu bunun. Oradaki melek de bir şeyler yazıyordu. Bir durun dedim. Doğumu gecikmiş bir gebe var burada. Bir şeyler yapın, sancım çok fazla. Üstüne oturduğum cılız, cansız otların ıslandığını fark ettim. Suyum geliyordu. Suyum kim bilir ne zamandır ıslanmamış ekinlere hayat verdi. Cömert bebeğimin tarlaya hediyesiydi bu, yağmur duasının arkasından gelen rahmetti belki de. Bacaklarımın arasından uzun bir süre kanla karışık akmaya devam etti.
Sızmıyordu, dağımdan eteklerime coştukça coşuyordu. Canını aldığı karıncaların kuvvetiyle çağlıyordu. Kasılmalarım arttı ama korkmadım. Bu kaçıncı gelişiydi. Gel gel bitmedi suyum. Yine doğmayacak biliyorum. Bu kadar suya, bu kadar idrara, tere çoktan ölmüş olmamız lazımdı bizim. Ölüm meleğine baktım, hareketsiz duruyordu. Daha yaşayacağımız vardı demek. Ağlamaya başladım. Kaybedeyim, bir de böyle su kaybedeyim, ne olacaksa olsun artık. Şimdi elini sıkıca tutmayı annemin, sırtımı sıvazlamasını bir ebe kadının, şimdi ne çok isterdim var gücümle ıkınmayı. Güvenmeyi isterdim, evimin bir odasında doğururken güvenmeyi. O zaman daha çok sıkardım elini annemin, daha iyi yapardım ebenin dediklerini. Ikın kızım, bağırmadan, kabız olmuşsun da içindeki ağırlığı atmak istiyormuşsun gibi, ses kaçırma, destek al, haydi var gücünle. Ikınırdım. Kapalı kıyafetler giymemden şüphelendiler önce.
Bebeğime zarar gelecek diye korktuğumdan işimi tam yapmıyordum. Birkaç müşteri şikâyet etmiş, karnım da iyice büyüyünce anlaşılması kaçınılmaz olmuştu. Bir gün işe gittim, dikilmiş beni bekliyor. Tokat attı. Topukluların üstünde durmak zaten zorlaşmıştı, yüz üstü düştüm. Kalkmaya hazırlanırken karnıma bir tekme attı. Sonra bir tane daha. Soluğum kesildi. Tokadın patlattığı dudağımdan kan sızıyordu, parmağımın ucuyla dokundum yarama, ağzıma aldım. Emdim parmağımı. Kanımın acı, tuhaf bir zevk veren tadına vardım. Bir tekme daha yedim, sivri burun ayakkabısı karnımı yarıp bebeğime isabet edecekti sanki. İçimde korkudan nasıl büzüştüğünü düşündüm yavrumun, daha da kıvrıldığını, yusyuvarlak olduğunu. Ben de cenin pozisyonuna geçtim. Attığı tekmeler belime, sırtıma isabet ediyordu. Çok acıyordu ama koruyordum bebeğimi böyle. Dayan, diye fısıldadım içime doğru.
Bebeğim duydu, hareketlendi. İçimden bir tekme de o vurdu. Yapma dedim sen bari yapma, şimdi değil. Karnımı tutarak doğrulmaya çalıştım, tamam gideceğim, artık vurma. Gideceksin tabii orospu, diye bağırdı. Barındırır mıyım seni daha burada? Kapılardan başlarını uzatmış bizi izliyorlardı. Neredeyse bütün otel. Kimi başına sardığı pembe bir havluyla, kimi sökülmüş dantelli çamaşırlarıyla, kimi beyaz atletiyle, daracık boxerıyla çıkmıştı koridora. Bazı kapılar hâlâ kapalıydı. Hiçbir gürültünün engelleyemediği sevişler de vardı. Ağzından tükürükler saçarak bağırıyordu. Ben size demedim mi ulan korunun diye? İlle hepinizi sıraya dizip köpekler gibi kısırlaştıracak mıyız? Ne biçim kadınsınız ulan? O kadar para kazanıyorsunuz, bulamıyor musunuz şu piçlerinizden kurtulacak bir yol? Karnımı okşadım, çıkıyoruz, biz kazandık. Sen beni buradan kurtardın, kimsenin yapamadığını yaptın. Aylardır yollardayım.
Aç kaldım, bir parça kuru ekmeğe muhtaç oldum. Yolsuzsun dediler, vermediler. Beni tanıyorlardı, meydana saçılan kartlarda fotoğrafımı görmüşlerdi. Çoğunun telefonunda numaram kayıtlıydı. Ne iş olsa yaparım dedim, yalan söyledim. Bize etimizi satmaktan başka para kazanacak yol öğretilmemişti. Karın tokluğuna tuvalet temizledim. Ne zaman isyan edecek olsam yüzüme vurdular. Ben de inadına güzel temizledim. Bu dünyada en güzel ben tuvalet temizlerim. Makyajımı da yaptım, parfümümü de sıktım. İnadına dik yürüdüm. Ya ne yapsaydım? Kazılmaktan, düşük yapmaktan paramparça olmuş rahmimin bu bana son hediyesi. Yaşamak için onu da mı gönderseydim çöplüğün birine? Hem sevgilimin soluğu bu bebek. İlk kez kuru dalların üstünde yürür gibi çıtırtılar gelmedi içimden, canım yanmadı. Hayretle mutluydum, biliyorum, bu onun bebeği. Yine de kalbimde ya değilse, diye fısıldayan vicdansız bir şüphe.
Ne çok isterdim onunla yumuşatıcı kokulu bir yatağa uzanmayı. Karşımda masumane bakarken, öpmek için usulca yaklaşmışken hayalim onu bir anda soyun diye üstüme abanan vatoz balıklarından birine dönüştürüyordu. Evlerden, yataklardan kaçtım. Buluşmak için parklara, bahçelere çağırırdım onu. Gelirdi. Klostrofobim var sanırdı. Benim sayısız fobim vardı ağzını kırdığımın hayatında, dilimin dönmediği bu bilmem nelere sıra çoktu. Böyle oldu ölüm meleği. Gelenim yok suyumdan, sancımdan başka. Diyorum ki Allah'la bir konuşsan. Bir yolcu kadın var desen, karnı burnunda. İstediği yeni bir soluk değil. Sadece soluğunu duymak istiyor yavrusunun. Ciğerlerindeki tomurcuğun açıldığını. Böyle konuşsan Allah'la. Bir Hacer değilim, Meryem değilim, var mı benim gibilerin Allah'a inanmaya hakkı? Yok mu cansız bedenime bir damla zemzem? Kendi kendine nefes alabildiğini bir görsem bebeğimin. Elini versen ölüm meleği. Sımsıkı tutsam. Sırtımı sıvazlasan, ebem olsan benim.
Bilmiyorum ki kaç eli olur bir meleğin? Hem ne olacak sanki, el senin değil, Fatıma anamızın eli. Ikın desen, var gücümle ıkınsam. Beni doğurtsan. Çok mu şey istiyorum. Çok sıkıştım, çişimi kaçırırsam eğer ıkınırken. Bana cesaret verir misin yoksa yüzünü mü ekşitirsin benim bugüne kadar Allah'ın her günü tiksindiğim gibi? Sana güvensem. Ölüme şahitlik ettiğin gibi bunca yıl, sonu yok sanılan solukları nasıl kestiysen, doğuma da öyle şahit olsan. Bana soluk olsan. İçimdeki ağırlıktan kurtulana kadar. Bu saman balyasını buraya kim koyduysa işte ona uçurduğum dua kadar. Sonra alabilirsin canımı.