Çevirmen korkuyla ümit arasında olmalıdır
Bu sıralar üzerinde çalıştığınız, yeni bitirdiğiniz, yeni başladığınız metin ve yazarlardan bahseder misiniz? Her çeviri yeni bir deneyimdir, her yeni günün olduğu gibi. Bizimle paylaşmak istediğiniz herhangi yeni bir bilgi var mı?
Burak Ş. Çelik:
İlk yayımlanan çeviri metnim, Pyotr Kropotkin'in Ideale und Wirklichkeit in der russischen Literatur kitabından, Rus şair Nikolay Nekrasov hakkında yazılmış bir pasajdı. İlk şiirimin ve bu metnin çevirisinin yayımlanması aynı döneme rastlar. Daha sonra Rus Edebiyatında İdealler ve Gerçeklik başlığıyla kitabın tamamını çevirdim ve Hece Yayınlarından yayımladık. Üniversite eğitimim Almancaydı; ancak kaynak dilin konuşulmadığı bir ülkede yaşıyor olmanın getirdiği malum sıkıntılardan mütevellit, öğrendiğim dili kullanma alanı bulamadığımdan metinlerle haşir neşir olma durumum üniversite eğitiminden sonra kısmi de olsa zayıflamıştı. Bu kitap birtakım karanlık hücrelere de yeniden kan pompalamıştır. Kropotkin'in kitabını çevirdiğim süreç biraz sıkıntılıydı.
Önsözde de belirttiğim üzere kitabı çevirme teklifi bana ulaştığı vakit, ağır bir trafik kazası sebebiyle yatağa mahkûm bir vaziyetteydim. Günün tamamını evde geçiriyordum ve ağrıdan-sızıdan kıvranmaktan başka zaten yapacak bir işim yoktu. Dolayısıyla kitabı çevirmeyi kabul ettim. Acemi bir çevirmenin başına gelebilecek en kötü durumlardan biri kalın, teorik bir kitapla işe başlamak olsa gerek. Kitap yaklaşık 400 sayfaydı, Rus edebiyat tarihi mahiyetindeydi ve çeviri esnasında, anarşist kuramcı Kropotkin'in felsefi temayüllerini de doğru aktarmak gerekiyordu. Tüm bunların ötesinde kitabın yazı karakteri eski, sarı sayfalara basılmıştı ve ortaçağ Avrupası'ndan kalma bir nitelikteydi. Karakterleri çözmem bir hayli zamanımı aldı. Günde yaklaşık 15 saat çalışıyordum ve bilhassa ilk zamanlar ancak 3-4 sayfa çevirebiliyordum. Gece yatmadan metni, kendisi de Almanca mezunu olan eşime okuyordum. O da bakımımla ilgilendiği yetmiyormuş gibi sabırla bir de müsveddelerimi dinliyordu.
- Sabah uyanınca kahvaltıdan önce eski günlerin sayfalarını yeniden okuyor, kahvaltıyı yapıyor, 9.00'da da tekrar masanın başına oturuyordum. Gece 12'ye kadar yoğun bir mesai oluyordu. Böyle böyle sonunda ilk işimi 5 ayda çevirip tertemiz teslim etmiştim. Teslim ettiğim bütün çevirilerden sonra bir korku kaplar içimi. İlk zamanlar hiç rahat uyuyamam. Acaba falan yer şöyle de çevrilebilir miydi, ya büyük bir hata yaptıysam, ya dikkatsizlikten atladığım bir yeri sonradan fark edersem, diye içim içimi yer. Bunlar bir çevirmen için felakettir. Sonra başka bir iş gelir. Yeni metin ümittir. Bu yüzden çevirmen korkuyla ümit arasında olmalıdır bana göre. Korku onu hep tetikte tutar, ümit ise devam edebilmesini sağlar onun. İkisi de eşit düzeyde önemli. Korkmayan çevirmen çok hata yapar, ümit etmeyen de bir süre sonra vazgeçer. Almancanın yanında İngilizce ve kısmen de Fransızca biliyorum.
Dolayısıyla kitaptan sonra Almancanın haricinde İngilizce olarak da bazı müstakil metinler çevirip yayımladım. Ardından Wolfgang Borchert'in bütün nesirleri, sonra başka bir kitap vs. Bu böyle devam edip gidiyor. Her birinin ayrı hikâyesi var. Bir de ben çok sık yer değiştiririm. İçinde çeviri yaptığım binaları hatırlarım hep. Kropotkin'i ve Emile Vigneron'u dört katlı bir binanın su damlatan çatı katında çevirmiştim. Borchert'i fayans döşeli bir balkonla birlikte hatırlıyorum. Son teslim ettiğim işi 1 oda 1 salonu olan bir Alman dairesinde yaptım. Çalıştığım masaya kadar aklımdadır çevirilerimle ilgili birçok ayrıntı. Çevirmenlerin yaşadığı sorunlar üzerine konuşmak istemem. Hem bunları zaten herkes biliyor hem de daha önce bu konu üzerine yazmıştım. Çevirmenlerin sorunlarına varana dek çok daha ciddi sorunlarımız var memleket olarak.
Benim bir çevirmen olarak memleketimden herhangi bir beklentim yok. Su akar yatağını bulur, gün gelir bizim işler de rayına oturur. Son olarak, yeri geldikçe önemi vurgulanan, ancak daha önce ne yazık ki Türkçede pek yer almamış, önemli bir şairin tüm şiirlerini çevirip yayınevine teslim ettim. Kitap büyük ihtimalle bu yıl içinde yayımlanacak. Ne olduğu sürpriz olsun. Şu sıralar çevirmekte olduğum bir kitap yok. Birtakım Alman şairlerden müstakil şiirler, yazılar çeviriyorum, Eski avangart dergileri karıştırırken Kurt Schwitters, Emmy Hennings, Hans Arp gibi bazı Dadacı-Sürrealist şairlerin metinlerine rastlıyor, bunları çeviriyorum. Bazıları bende kalıyor sadece, bazılarını yeri geldikçe Buzdokuz'da yayımlıyoruz. Yaşayan Alman edebiyatçılarla yüz yüze görüşme fırsatına sahibim hâlihazırda. Onlarla ortak işlerimiz oluyor, olacak.
Poetik metinler doğal olarak daha çok ilgimi çekiyor. Bir de yoğun olarak Fransızca çalışıyorum bu sıralar. Arzu ettiğim seviyeye erişince Fransızca metinlere de yöneleceğim. Amacım böylelikle İngilizce, Almanca ve Fransızca kaynaklardan faydalanarak Avrupa edebiyatının öncü isimlerini edebiyatımızda tanınır kılmak.