Çevirmen diyor ki
Bu sıralar üzerinde çalıştığınız, yeni bitirdiğiniz yeni başladığınız metin ve yazarlardan bahseder misiniz? Her çeviri yeni bir deneyimdir her yeni günün olduğu gibi. Bizimle paylaşmak istediğiniz herhangi yeni bir bilgi var mı?
İrem Uzunhasanoğlu:
En son Hint diyarından bir yazar olan Neel Mukherjee’nin “A State of Freedom” isimli eserini çevirdim. Timaş Yayınevi’nden Özgür Topraklar ismiyle yayımlandı. Kitabın editörlüğünü üstlenen Ayşe Tuba Ayman bana kitabı gönderdiğinde Hindistan seyahatimden henüz dönmüştüm. Daha çok Hindistanlı yazar okumalıyım dediğim bir anda kendimi çağdaş bir yazar olan Mukherjee’nin çevirmeni olarak bulmuştum.
Üstelik yazar İngilizce yazıyor, post-koloniyel dönem yazarları arasında aidiyet meselesine en güzel değinen yazarlar arasında yer alıyordu. Mukherjee’nin romanı üç yüz elli sayfaydı, sadece çeviriye odaklanmaya karar verdim, iki buçuk aylık bir süreci bu metinle geçirdim. Hiç çeviri yapmadığım gün olmamasına, ara vermemeye, boşluk bırakmamaya özen gösterdim. Günde üç ile yedi sayfa arası çevirebiliyordum.
İlk etapta hiç geriye dönüp bakmadan hızlıca çevirimi yaptım. Önce anlamı vermekle uğraştım, imlaya ve kurallara daha az dikkat ettim. Romanın tamamının çevirisi bittikten sonra karşılaştırmalı okuma, noktalama, imla gibi hatalara baktım.
Bir hafta ara verdim, metinden iyice uzaklaştım, uzaklaştığıma emin olduktan sonra da sanki kitapçıdan satın aldığım bir kitapmış gibi üçüncü bir okuma yaptım. Tüm bu çalışmam iki buçuk ay sürdü.
Kitabı mahir bir editör eline teslim ettiğim için de ayrıca huzurluydum. Mukherjee’nin romanı kullandığı kelimeleri ve uzun cümlelerinden dolayı zorlayan bir çeviriydi. Kimi yazar sizi dil oyunlarına hapseder, kimi de uzun ve meşakkatli cümlelerine.
- Mukherjee, anadili İngilizce olan bir yazardan bile daha girift cümleler ve kullanımdan kalkmış kelimeler kullanmıştı.
Kitabın son bölümündeyse deneysel bir metot seçmiş ve noktalama kullanmayı tamamen bırakmıştı, neyse ki Türkçe’de yeteri kadar bağlacımız vardı.
Bu süreçte bir yapbozun parçalarını oturturcasına cümleleri inşa etmek, farklı anlam dünyalarına açılmak, bizzat yaşayıp görüp etkilendiğim bir kültüre ait bir eser okumak ve onu kendi dilimde yeniden yaratmak benim için harikulâde bir deneyimdi. Roman bittiğinde uzun süre etkisinden kurtulamadım, kelimeler rüyama giriyordu, paralel bir evrende bir metinle bütünleşmiş gibi hissettim, ilerleyen aylarda kendi yazdığım romanın detaylarına yeniden okuma yaparken çevirdiğim romanın etkisi hâlâ zihnimdeydi. Kitap yayımlandıktan sonra Mukherjee’ye röportaj soruları gönderdim, kendisi bunu da çok sıcak karşıladı. Unutamayacağım bir deneyim oldu benim için. Şimdilerdeyse Virginia Woolf’un Dalgalar’ını çeviriyorum.
Çağdaş bir yazardan sonra Woolf’un bilinç akışı dünyasına adapte olmak biraz zor oldu. Kendimi zorlamadan, adeta denize önce ayaklarını sokup sonra yavaş yavaş ilerler gibi başladım çeviriye. Yorulduğum yerlerde soluklanıyorum zira Woolf’un zihnine dahil olabilmek, onunla bütünleşmek, onun kelimelerini çevirmekten daha önemli diye düşünüyorum. Virginia Woolf’un eserleri daha önce çevrilmiş hatta piyasada birden fazla çevirisi mevcut. Kafam karışmasın diye hiçbirine bakmama kararı alarak çeviriye başladım. Bir dalganın kıvrımı, bir yaprağın titreşimi, güneşin doğuşu, havanın alacakaranlığı ince ince tasvir edilmiş olduğu için çevirmene de doğru kelimelerle o anlam dünyasını yakalamak ve aktarabilmek kalıyor. Ben de bu meşakkatli yolculukları; bir metni kendi dilimde yeniden var etmeyi çok seviyorum.